Eskilerin söylediği gibi söylersem kafa kâğıdıma göre iki darbe, birkaç tane e-muhtıra ve bir darbe girişimi ve darbe girişimi sonrası sivil darbe devamını gördüğümü söylersem hiç de abartmış olmam.

1970 Askeri Darbesini yaşım gereği hatırlamamakla birlikte, darbe sonrası gelişmeleri çok yakından takip ettiğimi söyleyebilirim.

’80 askeri faşist cuntasını ise birebir yaşayanlardanım. Yaşıma göre, bu ateşten bende payıma düşeni alanlardanım. Bir milyona yakın insan gözaltına alınmış, 683 bin kişi fişlenmiş, işkenceli sorgularda 171 kişi yaşamını yitirmişti. Askeri mahkemelerde 210 bin dava açılmış, bu davalar sonucunda 49 kişi idam edilmişti. 23 bin 667 derneğin etkinlikleri yasaklanarak, tüm siyasi parti ve sendikalar kapatıldı.

Bu listeyi uzatmak mümkün...

’80 Darbesinin, faşist generali Kenan Evren’in Asmayalım da Besleyelim mi? ve Bir sağdan-bir soldan gibi ifadelerle katmerli acıları toplumun değişik kesimlerine yansıttığının somut göstergesiydi.

80’ darbecileri de dâhil olmak üzere gelen nerdeyse tüm Hükümetler bu cemaat ve benzeri cemaatlerle ilişkilenmiş hatta kanaat önderleri diye topluma “imamları, şeyhleri, hocaları” dayatmıştı.

Yıllar yılları kovaladı, pasta büyüdü. Bugün “kandırıldıklarını” söyleyenler, aynı dönemde birlikte bankaları, şirketleri açtılar, yurt dışındaki “imamların” parasını bile Rabıta diye adlandırılan örgüt aracılığıyla ödemeye başladılar. Televizyonlar, radyolar, gazeteler, dergiler, dernekler, vakıflar, üniversiteler, sağlık kuruluşları, sendikalar kurdular. Hatta bugün  “inine girilenlerlefotoğraf çektirmek, kurdele kesmek modaydı.

1980’li yıllardan bu yana bu gerici örgütlenmeyi, her boyutuyla teşhir etmeye çalışan gazeteci ve aydınlar katledildiler. Rabıta ilişkisini yazan Uğur Mumcu başta olmak üzere karanlık cemaat ilişkisini yazan aydınlanmacı Bahriye Üçok, Muammer Aksoy, Turan Dursun, Ahmet Taner Kışlalı ve Çetin Emeç, bu güruhlar tarafından katledildi. 

Bu güruhların toplu katliamının adresi ise Madımak oldu.

Cemaat ilişkilerinin geldiği son noktayı şimdi daha kolay tariflendirebiliriz. 15 Temmuz-15 Ağustos sonrası Darbe girişiminin birinci aynın sondaki tabloya beraber bakalım. Kapatılan kurum/kuruluşlar: 35 Sağlık kuruluşu, 104 vakıf, 109 öğrenci yurdu, 1934 okul, 1125 dernek, 15 üniversite, 19 sendika, 16 televizyon, 23 radyo, 45 gazete,15 dergi29 yayınevi-dağıtım kanalı... Devam edelim18 bin 756 gözaltı,  157 general,

 2 bin 131’i hâkim-savcı, 37’si gazeteci olmak üzere 10 bin 192 tutuklama, 4 bin 897 memuriyetten çıkarma 76 bin 597 açığa alınan kamu görevlisi...

Bitmedi... İşin sermaye çevreleri ve daha da ötesi siyasi ayağı var.

Gülen Cemaat’i için neredeyse “devlete sızmak” söylemi yerine devlet, “cemaate sızmış” dersek abartmış olmayız.

Başta Gülen Cemaati olmak üzere, içli dışlı olanlar bu ilişki ağı içinde, açılan sınavlarda, kamuda yükselmelerde yani toplumsal tüm alanlarda etkinleşti. İşe girmek, yükselmek için anahtar Gülen Cemaati oldu. Bu yükselme anahtarı, seçimlerde bile kapı açtı.

Kamuoyunun hafızasındaki; “Ne istediler de vermedik” sözünün altını çizmek gerekmez mi? 15 Temmuz Darbe Girişimi, bizim 35-36 yıldır söylediklerimizin onanması niteliğindedir.

Bugün “ne istediler de vermedik” söylemcileri de darbelere karşı olduğunu söyleyen başta sol-sosyalist güçlerde ne kadar örgütlü olup olmadıklarını görmeleri açısından bir vesile olmadı mı?

Bugün herkesin, oturup bir kez daha düşünmesi gerekmiyor mu? Laiklik paydası olan, demokrasi paydası olan, emek paydası olan, barış ve kardeşlik paydası olan herkesin bir arada olmasından başka çıkar yol bulunmamaktadır.