Büyük acılar ve kimi mutluluk kırıntılarıyla koca bir yılı geride bıraktık. Yine Noel Baba’ya ve çam ağaçlarına karşı köktenci bir düşmanlık, derin bir öfke… Fakat çam ağacının süslenmesi yahut akçam ağacının dallarına bezler bağlamak… Bunlar insanlığı mutluluğa, barışa çağırmak için bulunmuş sembolik ritüeller kuşkusuz…

Geçen yıl bir dergiye yazdığım yazıda söylediğim gibi, binlerce yıldan bu yana Orta Asya’da 22 Aralık sabahından itibaren kutlanan bir yılbaşı gerçeği de var; Nardoğan’a (Nardugan’a) çıkmak ya da Çile Gecesini bitirmek… Nardugan, aslında bir tür Noel-Christmas… Farkı, Noel Baba, Nardugan’da yerini Ayaz Ata’ya yahut Şaxta Baba’ya bırakıyor.

Kuşkusuz, kültürler birbirini etkiler ve birbirlerinden etkilendikçe de zenginleşir. Dış etkilere kapalı her kültür, kendi içinden beslenir ve bu kısır döngü kültürlerin sığlaşmasına yol açar… Tek başına içeride var olandan beslenen kültürler ister istemez bir zaman sonra ‘ensest’e zorlanır ki, ‘kültürel ensest’ de tıpkı kimi canlılar yahut insanlardaki ensest gibi soyun bozulmasına, sakat ürünlerin çıkmasına/yetişmesine neden olur. Kapalı kültürlerin bütününü bu kültürel ensest, bir bakıma yok eder.

Uzun sözün kısası, Hıristiyanların İsa’nın doğuşu olarak kutladığı Noel, ben çocukken kutladığımız ve çok eski zamanlardan getirilmiş benzer bir bayramın da adıydı; Yeniden Doğuş (Nardoğan) yahut Çile bayramı!

Atalarımızın tek Tanrılı dinlere; Göktürk ve Macarların Hıristiyanlığa, Avar ve Hazarların Yahudiliğe ve diğer pek çok kavmin Müslümanlığa girmesinden önceki inançlarına göre, yeryüzünün tam ortasında bir akçam ağacı bulunurmuş. Buna hayat ağacı diyorlarmış. Bu akçam ağacını, motif olarak Türk soylu bütün halkların halı, kilim ve işlemelerinde görmemiz mümkündür zaten.

Güneş, bütün diğer kavimlerde olduğu gibi, Türklerde de çok önemli. İnançlarına göre gecelerin kısalıp gündüzlerin uzamaya başladığı 21 Aralık yılın en uzun gecesi, sabaha kadar gece gündüzle savaşıyor ve 22 Aralık sabahı zorlu bir savaşın ardından, gün geceyi yenerek zafere ulaşıyor. İşte bu günün zaferini, yeniden doğuşunu, Türkler büyük şenliklerle akçam ağacının altında kutluyorlar.

Akçam ağacımız olmasa da benim doğduğum yerlerde uzun eğlenceli bir gecenin ve ertesi gün akşama kadar süren yine eğlenceli bir günün içinde bulurduk kendimizi.

Güneşin yeniden doğuşu, bir yeni doğum olarak algılanıyor. Nar; Güneş. Tugan, dugan; doğan. Bu iki sözcük birleşince; Doğan Güneş, yani Nar-Dugan’ı yahut Nardoğan’ı oluşturuyor.

21 Aralık gece yarısından başlanarak, 22 Aralık sabahına kadar ve sonrasında kutlamalar eşliğinde, Güneşi geri verdiği için Tanrı Ülgen’e dualar ediliyor, teşekkür ve minnet sunuluyor.

Ve bütün bu dualar Tanrı Ülgen’e ulaşsın diye, ağacın altına hediyeler koyar, dallarına çeşitli renklerde bantlar, bezler, adaklıklar bağlar ve o yılın iyi geçmesi için dilekler dilenirdi.

Bu bayram için, evler temizlenir, güzel giysiler giyilirdi. Ağacın etrafında şarkılar söyleyip oyunlar oynanırdı. Yaşlılar, büyük babalar, nineler ziyaret edilir, aileler bir araya gelerek birlikte yiyip içerlerdi.

Yedikleri; yaş ve kuru meyveler, özel yemekler ve şekerleme… Bayram, aile ve dostlar bir araya gelerek kutlanırsa ömür çoğalır ve bütün köye (obaya) uğur gelirdi.

Akçam ağacı yalnız Orta Asya’da yetişiyormuş. Filistin’de bu ağacı bilmezlermiş. Bu yüzden bu olayın Türklerden Hıristiyanlara geçtiği ve bunu da Hunların Avrupa’ya gelişlerinden sonra onlardan görerek aldıkları söyleniyor, böyle bir rivayet de var…

Sonraki yıllarda bu kutlama bize yine onlardan geliyor. Ne güzel bir etkileşim ve ne güzel bir dönüşüm aslında, anlayana...

O eski güzel günleri geriye getirmek elbette mümkün değil artık, ah ki gitti giden! Fakat gelecek günlerimizin daha özgür, adaletli ve güzel olması için çabalamak elimizde. O zaman güzel günlere olan inancınızla girin 2020’ye… Noel Baba, Ayaz Ata yahut Şaxda Baba bir nefes özgürlük, bir tutam adalet ve ekmek taşısın kapınıza…