Kapağını açmaya herkesin korktuğu kaynayan bir düdüklü tencere gibi memleket. Hepimiz sıcaklığını hissediyoruz; bazılarımız içindeki yemeğin pişmesinden memnun, çoğumuz ise artık ateş sönsün de acılarımız dinsin, yaralarımıza merhem bulalım istiyoruz.

Dile kolay, 19 yıldır memleketi tüketen bir iktidarın tam da devletli iktidara dönüşmüşken hızla erimesinden bahsediyoruz. Ve biliyoruz, artık gidiyorlar. Uzun yıllardır militanca destekleyenler bile umudunu kesmiş, artık değişime dikmiş gözünü…

İki yıl önceki yerel seçimlerde muhalefetin gösterdiği başarı, Türkiye’de yeni bir dönemin açılabileceğine dair umutları güçlendirdi. Yeni başkanlar dört bir yandan umut vaat eden söylemler ve hizmetlerle milyonlarca yurttaşın doğal cumhurbaşkanı adayı haline geldiler.

İstanbul Büyükşehir Başkanı Ekrem İmamoğlu “gençliğimiz var, her şey çok güzel olacak” sloganlarına cesaretli ve kararlı hizmetlerini ekleyerek öne çıkarken; Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş ise hızlı ve güven veren çalışmalarıyla farklı siyasi görüşten milyonların sempatisini kazandı. Elbette daha fazla örnek saymak mümkün ama Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş, kendileri adaylık tartışmalarına hiç girmeyip yönettikleri kentlere hizmet üretmeye odaklansalar da memleketin yeni liderleri olarak halka umut verdiler. Tek adama karşı yalnızlık ve alternatifsizlik duygusundan kurtardılar on milyonları…

Bir de devletli iktidarı şahsi hedeflerine bağlayan tek bir adamın karşısına geniş tabanlı ve herkesi kapsayan bir Millet İttifakını inşa eden, usul usul konuşan ama gerektiğinde tek adama “hodri meydan” diyerek meydan okuyan Kemal Kılıçdaroğlu var.

On yıllardır çok da temelsiz görülemeyecek “halktan kopuk, elitist” propagandasına maruz kalan Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanlığı koltuğunu emekçi halklara, köylere, gençlere ve çocuklara taşıyan bir Kemal Kılıçdaroğlu.

Bürokrasiden geldiği için mi, devletli üslubundan mı, yoksa başka bir sebepten mi bilemiyorum ama şimdiye kadar uzaktan soğuk algılanan bir Kemal Bey vardı. Adalet Yürüyüşü ile kendisine benzetilen Gandhi’den bile daha uzun mesafeleri adım adım yürürken kırdı bu algıyı. Halkla birlikte yüzlerce kilometreyi yürüdükçe “halk adamına” dönüştü algı. Gerçekten de yüz yüze geldiğinizde, bir çayını içtiğinizde hızla dağılıyor bahsettiğimiz algı; dinleyen, soran ama en çok da samimiyetle duygunuzu paylaşan bir “dedeye” dönüşüyor.

Ne Ekrem Bey ne Mansur Bey ne de Kemal Bey’i övmek, desteklemek için yazmıyorum bunları. Pek çok konuda da farklı düşünüyorum bu siyasetçilerle. Bunların hiçbir önemi yok şu günlerde, çok daha önemli bir noktadayız artık. Ve nasıl ilerleyebileceğimize dair çok kritik ipuçları sunuyor bu örnekler.

Diğer yandan tek adamın artık kazanamadığı, karşısına kimi koyarsanız koyun kaybetmeye çok hazır olduğu sonuçlar çıkmaya başladı anketlerde. Bir yol ayrımındayız artık, 19 yıllık Erdoğan iktidarı için yolun sonu göründü ve normal olarak akıllara karşısında kimin aday olacağı, kimin yeni Cumhurbaşkanımız olacağı sorusu geliyor.

Son haftalarda Kemal Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanı adayı olacağına dair tartışmalar giderek arttı. Elbette muhtemel adayların başında Kemal Bey var ve Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanması da kuvvetle muhtemel. Ama konumuz bu değil. Halkla bir arada oldukça “halkın adayına” dönüşen Kılıçdaroğlu, hepimiz için bir örnek oluşturuyor, tünelin ucunu gösteriyor.

Eğer 19 yıllık Erdoğan iktidarının memlekette yarattığı yıkıma rağmen, memleketi herkes için yaşanılabilir, nefes alınabilir ve umut vaat eden bir ülke haline getireceksek kimin aday olduğu değil, kimin ne için ve nasıl aday olduğu önemli.

İşte bu yüzden memleket hızla bir baskın seçime sürüklenirken acele etmeliyiz. Erdoğan’dan önce halka gitmeli ve “Erdoğan sonrasında nasıl bir ülkede yaşamak istiyorsunuz” sorusunu sormalıyız.

Mademki devletli iktidarın fiilen işlevsizleştirdiği TBMM’de bir şeyleri değiştirme olanağımız yok, o zaman biz de değişim umudunun yeniden yeşerdiği yerel seçimlerde muhalefetin güçlendiği kentler başta olmak üzere her kentte her sokakta halka gitmeliyiz. Eğer Türkiye’yi yeniden yaşanabilir bir ülke haline getirmeye, Erdoğan’dan sonra bu ülkeyi yönetmeye talipsek; adayımızı kulislerde değil sokaklarda aramalıyız.

Çankaya’da kim oturacak olursa olsun, Türkiye’nin geleceği sokaklarını adımlayan, yaşamı alın teriyle yaratan halktadır. Halk nasıl bir ülkede yaşayacağına karar verirse, artık o ülkeyi yönetecek de o halk olur. Ya halk yönetecek ya da kelebek ömürlü bir baharın ardından çöküş devam edecek.

Muhalefetin gizli adayı halktır, sokaktadır, onu bulmamızı beklemektedir…