İlgi Manyağı yılın en çok konuşulan filmlerinden biri olacak gibi. Özellikle genç kuşak tarafından ilgiyle izleniyor. Bunda Kuzey Avrupa sinemasının son dönemde kent yaşamına ve yeni kuşakların yaşam deneyimlerine ilişkin dikkat çeken filmler üretmesinin de payı var. Norveç sineması bu anlamda dünya çapında dağıtım şansı bulan filmlerle iyi bir sıçrama yaptı. Joachim Trier’in özellikle de geçen yılın hit filmlerinden Dünyanın En Kötü İnsanı (Verdens Verste Menneske), kafası karışık yeni kuşağın hayata, toplumsal düzene bakışını başarıyla yansıtan, bu tip haylaz yapımlara örnek oldu.

İlgi Manyağı da bu yoldan ilerleyen, oyunbaz anlatısını kara mizah içine yoğun biçimde yediren bir film. Zaten iki filmin yapımcıları aynı. Böylece Dünyanın En Kötü İnsanı’nı sevenler o tonlara yakın, hem eğlenceli hem de farklı bir bakış açısı bulacaklarından eminler.

GÖRÜNÜR OLMA ARZUSU

İlgi Manyağı, insan doğasında eskiden beri varlığını sürdüren fakat sosyal medya çılgınlığıyla postmodern bir boyut kazanan çok temel bir sorunsalı, görünür olma arzusunu merkeze alıyor. Takdir edilme, herkesçe bilinme, ne olursa olsun onaylanma dürtüsü. Bu, bir yanıyla insani bir ihtiyaç elbette. Fakat sınırlar aşıldıkça ve ilgi beklentisinin sonu gelmedikçe bu duygunun nevrotik bir hâle dönüştüğü de yadsınamaz. Bireyin toplumsal bir varlık olarak geçmişten bugüne eylem ve tutumlarını düzenleyen yasalar, zaman zaman doğamızdaki kırılgan yapıyı bastırmak için türlü ahlaki değerler, sosyal çıkarımlar üretmiş olabilir fakat modern dönem bu konuda çok da yol kat edemediğimizi göstermiş oldu.



SAYFANIN TAMAMINA ULAŞMAK İÇİN TIKLAYINIZ



Film, bizi bu konuda uçlarda bir genç kadınla tanıştırıyor. Erkek arkadaşı Thomas’la hırslı, rekabetçi bir ilişki içinde olan Signe, otuzuna gelmiş ve bir kafede çalışıyor. Thomas ise oturma gruplarını ve eve ait kimi nesneleri farklı biçimlerde sunduğu sergiler hazırlayan bir sanatçı. Bu ilginç çift, fırsat buldukça arkadaş ortamında bile birbirlerini eleştirip küçük düşürmeye çalışıyor. Thomas’ın sergilerinden biri beklenenin üzerinde ilgi görüp başarılı bulununca Signe, geri plana düşmenin hayal kırıklığıyla tehlikeli ve sarsıcı bir yola başvuruyor. Kafede kanlar içinde kalan bir kadına yardım ettiği için kendisiyle gurur duyduğu olaydan sonra, kurban rolünün ilgi çekmek için çok hızlı bir yöntem olduğuna karar veriyor. Rus menşeili yasadışı bir ilacın özellikle yüzde çeşitli deformasyonlar yarattığını okuyunca eski bir arkadaşının yardımıyla ilaçlara ulaşıyor. Bir süre sonra yüzünde beliren cilt hastalığıyla önce erkek arkadaşının ve yakın çevresinin, ardından yerel düzeyde basının da ilgisini çekiyor. Fakat elbette olaylar beklendiği gibi gerçekleşmiyor. Signe, bile bile içine düştüğü durumun dehşetini yaşarken bir yandan da bu noktada hâlâ ünlü olma yollarını arıyor. Hatta kabul edilen beden algısının dışına çıkmak isteyen bir menajerle çalışıp bir reklamda rol buluyor. Bu arada sevgilisiyle ilişkisinde öne çıkan taraf olmanın hazlarını yaşasa da sağlığıyla oynamanın hem fiziksel hem psikolojik farklı bedelleriyle yüzleşiyor.

SAĞLIĞI BİLE RİSKE ATMAK

Seyircinin filmle kurduğu ironik bir bağ var elbette. Hepimizin yaşamında, günlük hayatın içinde saklı pek çok an var. Ailede, arkadaşlar arasında ya da iş yaşamında öne çıkmanın, kendinden bahsettirmenin getireceği tatmin hissine aşinayız. Bunun için de elbette küçük numaralara, nezaket dolu cümlelere hatta belki yalanlara başvuruyoruz. Kristoffer Borgli, Signe karakteriyle bunu epey abartılı bir noktada ele alırken seyircisini ikircikli bir durumda bırakıyor aslında. Bir yandan orada kendimizden de parçalar buluyoruz ama kondurmak da istemiyoruz. Takdir görmek için kimse doğrudan sağlığıyla oynayacak kadar ileri gitmiyor sonuçta. Guinnes rekorlarına giren ve vücutlarıyla sınırları zorlayanlar da var tabii. Fakat bu örnekler nadir olsalar da filmin sinsi öykü anlatma tarzı içinde, günlük ilişkilerin içine sızma biçimleri bize hiç de yabancı gelmiyor. Signe’nin sevgilisiyle çekişmelerinde, egosantrik bir kişiliğin izlerini buluyor ve kendimizden de pay biçiyoruz.

ÇÜRÜK TOPLUMSAL YAPI

Elbette bu eleştiri sadece kişiliğin doğasına ilişkin bir düzeyde kalmıyor. Filmde toplumsal kurumların meseleye bakışını da görüyoruz. Zira tanınırlık, popülerlik kazanmanın giderek en temel motivasyon aracı hâline getirildiği bir dönemdeyiz. Belli nitelikler üzerinden kazanılan saygınlık bu sığ tüketim kültüründe içi boşalan kavramlardan. Sağlıklı ilişkiler kurmaktansa sistem bizi herkesin sevdiği, sosyal medya paylaşımlarıyla farkını ortaya koyan, sürekli en iyi şeyleri yapan, en klas yerlerde yiyip içtiğini gösteren bireylere dönüştürmek istiyor. Bu yüzden filmin başlarında çiftimizin lüks bir restorandan hesabı ödemeden ve pahalı bir şarapla kaçmaları oldukça manidar. Çünkü yönetmen asıl derdin bu gösterişçi kültür olduğunun farkında. İlgi Manyağı bu yüzden aslında nevrotik kişiliği olan bir kadını anlatmıyor sadece. Sahteliklerle dolu bir dünyada, yapaylığı, parayı, zenginliğin getirdiği kolaylıkları kullanarak saygınlık kazananların da bir gerçekliği yok. Bu yüzden filmde Thomas’la Signe çeşitli mağazalardan koltuk vb. eşya çalıyorlar. Bu eşyaları Thomas sergilerinde kullanıyor. Dolayısıyla onun da sanatçılığı tıpkı Signe’nin hastalığı gibi gerçek değil. İçten gelen yetenek ve niteliklerden yoksun. Yani Signe’nin tutumu aslında tekil değil. Kendini göstermek isteyen herkesin içinde şu ya da bu biçimde yer buluyor bu durum.

Ayrıca yüzü deforme olduktan sonra Signe’ye modellik teklif eden menajerin ve reklam çekimi sırasında Signe bayılınca sorumluluk kabul etmeyen ekibin de modern toplumun ikiyüzlü anlayışını temsil ettiği söylenebilir. Bu tür mağduriyet hikâyelerinden nemalanan grupların varlığı, karakterimizin psikolojik durumuna eklenen mizahın sağlam bir örneği. Bu arada filmin kara mizahı başarıyla kullandığını, yer yer Signe’nin hayallerini ya da düşüncelerini devreye sokarak öykünün gidişatı üzerine merak ve sorgulamaları artırdığını eklemek gerek.