Geçtiğimiz hafta Modern Japon edebiyatının doğuşundan bu döneme kadar uzanan yazarlarından söz etmiştik. Nobel Edebiyat Ödülü’nü alan ilk Japon yazar Kawabata’nın herhangi bir not bırakmadan intihar etmesinin ardında yakın arkadaşı ve kendisi gibi Nobel Edebiyat Ödülü’ne bir kaç defa aday gösterilmiş yazar Yukio Mişima’nın intiharının etkisi mi vardı? Sanırım buna kesin bir yanıt bulamayacağız.

Bu döneme geldiğimizde Japon edebiyatında belki geleneksel anlamda onurlu duruşa sahip, birbirlerini etkileyen, intihar eden yazarlar yok. Elbette bu saydıklarımızın hepsi dönemin ruhuyla da ilgiliydi. (Mişima, arkadaşlarıyla birlikte Ichigaya kampını bastığı sırada yaptığı söylevde aslında bu ruhun yok olduğundan şikayetçidir) Meiji Restorasyonu ile başlayan Japonya’nın batılılaşması, İkinci Dünya Savaşı ile birlikte farklı sonuçlar doğurmuş ve bu kuşak için tarifi imkânsız sancılar yaşanmıştı. Nabokov’un Lolita romanı ile sık sık benzetilen, Tanizaki’nin Nâomi romanı (Nâomi daha önce yazılmıştır) batılılaşmaya çalışan kadın ve muhafazakar bir erkeğin birlikteliğini gözler önüne sererken toplumdaki değişime dikkat çeker.

Haruki Murakami ve Nobel Edebiyat Ödülü meselesine artık geldiğimizde, H. Murakami’nin hiçbir döneminde Japon bir yazar olarak davrandığına şahit olmayız. (Nobel ödülü hangi kriterlere göre verilir o başka bir tartışma konusu. Ben biraz daha “bana göre” olanla ilgileniyorum.) Aslına bakarsak H. Murakami’nin herhangi bir yazar olarak davranması da biraz önüne çıkan şanslarla ilgilidir. Yazar davranışından kastım, bu konudaki iddiası, gelişim evreleri ve takındığı tavırlar. Hiç heveslisi değilken ilk romanı Rüzgârın Şarkısını Dinle, bir yarışma sonucunda birincilik alarak kitaplaşmıştır. Pek de hevesli olmayan birisinden tesadüf eseri bir başarı hikâyesi açıkçası benim pek ilgimi çekmezdi. Yazarın kendi kaleme aldığı deneme kitabı Mesleğim Yazarlık’ta nasıl romancı, ondan da öte nasıl H. Murakami olduğunu anlatır ve bence bu kitap aynı zamanda bazı itiraflarda bulunduğu bir günahlarından arınma kitabıdır. Murakami’nin geçmiş kuşaktaki yazarlarla yıldızının hiç barışık olmadığı, yazarlığı sıradan bir romancılık tavrında olduğu ve alttan alta da günümüzde bir çok iyi Japon yazarın sahip olduğu Akutawaga Ödülü’ne bir türlü sahip olamamasının kompleksi vardır. O bunları önemsemediğini üstüne basa basa anlatırken aslında ne kadar önemsediğini ve hırs yaptığını da itiraf etmiş olur. Son yıllarda sürekli Nobel adayı olması ve tartışmalı olmasının nedeni de bence budur. Çağdaşları olan Japon yazarların birçoğu ulusal arenada düzenlenen Akutagawa ödülünü almışlardır. Mesela; Natsuki Ikezawa, Yoko Tawada, Ryû Murakami, Hiromi Kawakami, Sayaka Murata. H. Murakami’ye göre Akutagawa ödülü yılda iki defa verilen, değersiz bir ödüldür fakat yılda iki defa verilen bir ödülü alamadan evrensel bir ödül iddiasında bulunmak da biraz ironik değil mi? Çünkü güvendiği tek şey, yine bir şans eseri yurtdışına “İşte bir Japon yazar” olarak pazarlanmış ve şansının yaver gitmesiyle popüler olmuş olmasıdır. Popüler bir yazar olmayı elbette birçok yazar ister ama birçoğu da istemez. Ryû Murakami’nin bunu isteyeceğini pek sanmam ama Nobel’e aday gösterilirse H. Murakami’den daha fazla şansının olduğuna eminim.

H. Murakami kesinlikle iyi bir roman yazarıdır. Batılılaşmış, modern Japonya insanının dünyasını oldukça iyi bir biçimde yansıtır. Zaman zaman kurgularının içine akla hayale gelmeyecek gerçek üstü unsurlar da ekleyebilir. Müzikten de iyi anladığına eminim. Avrupa’da, Amerika’da, hatta bizde bile popüler bir isim olmasının nedenlerinden birisi Japon bir yazar gibi yazmadığı içindir. Japondur, adı Japonca’dır ve Batı için bir Japon yazardır. Fakat bir önceki kuşak yazarlarının aksine toplumun gerçeklerine uzaktır, onlardan hiçbir şey almamış, aksine onlara tepeden bakan bir tavrı vardır. Japon toplumunun ısrarla korumaya çalıştığı gelenekleri gözardı eder, bunu yıkıcı olmak için yaptığını düşünüyorsa da aslında bu bir yanılgıdan ibarettir. Çağdaşları arasındaki fark ise anlattığı hikâyelerin bir çoğunun yaşadığı toplumun çoğunluğuna uzak konular olması ve iyi bir hikâye ortaya koymaktan öte bir derdinin olmamasıdır.

Ryû Murakami’nin eserleri bugünün Japon toplumunu anlayabilmek adına daha çarpıcıdır. H. Murakami size keyifli bir okuma serüveni yaşatır ama kitap bitince geriye hiçbir şey kalmaz. Ben böyle bir yazara Nobel vermezdim.