Can Yücel “Sevgi Duvarı” adlı şiirinin son dizesinde “Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi” diyor ya. İşte o yalansız yaşamanın iyiliğine dair küçük bir örnekle yazıya başlayıp çeyrek asırlık bir hikâyeye içten bir selam göndereceğiz bu yazıda.

Yıl 2007, yer Ankara. Türkiye genelinde 25000 işçinin katıldığı, 44 gün süren ve resmi açıklamalara göre toplamda 1 Milyon 100 bin işgünü kaybına neden olan Telekom grevini izlemekle görevli bir muhabir olarak her gün Telekom işçilerinin yanında alıyorum soluğu. İşçilerin her gün gerçekleştirdiği basın açıklamalarından birisinde sık sık “satılmış basın” sloganları atılıyor. Açıklamayı takip eden tek muhabir olmama rağmen basına duyulan bu tepkiyi “acaba yanlış anlaşıldığım bir nokta ve bu tepkiden payıma düşen bir şeyler var mıdır” diyerek tedirginlikle izliyordum. Açıklama sonrasında onlarca işçi yanıma gelip “o sloganlar size değil, sakın yanlış anlama, sizden başka gelen giden yok zaten, lafımız diğerlerine” diyor. Öylesi bir öfkenin içerisinde payıma düşen şey böylesi bir nezaket olunca işçiler tarafından doğru anlaşıldığımızdan emin olup rahatlıyorum. Metin Göktepe’nin Evrenselinin muhabiri olmanın gururunu yaşıyorum kendimce.

Yukarıdaki örnekle sadece büyük resme dair bir noktanın altını çizmek istedim. Yoksa o yaşananlar, o büyük resmin içerisinde çok sıradan ayrıntılar olarak kalıyor. Bunu da ifade etmiş olalım.

Bugün Türkiye tarihinde onlarcasına rastlayabileceğimiz gazeteci cinayetlerinden sadece bir tanesinin üzerinden tam yirmi dört yıl geçti. Dünya güneşin etrafında tam yirmi dört kez döndü o zemheri ayazından bugüne kadar. O yirmi dört yılda daha kimlerin yaşamları çalındı yanı başımızda, kimlerin yokluğuyla baş başa kaldık bir düşünsenize. Ocak 1996’da Metin Göktepe’nin “Bu haberi mutlaka ben izlemeliyim” diyerek gittiği haberden bir daha dönmemesinin üzerinden neredeyse çeyrek asır geçti. Yüzlerce kişinin gözleri önünde gözaltına alınıp polislerce dövülerek öldürülmesinin üzerinden bir ömürlük zaman... O bir ömürlük zaman bu coğrafyada baş eğmeyip diz çökmeyenlere reva görülen kısacık bir yaşamdan ibaret oldu hep. Onlar ki koskoca yaşamı bir kelebek ömrüne sığdırdılar. On yedi yaşında idam sehpasına çıkanlarımız da oldu, on iki yaşında kör kurşunlarla ömrü çalınanlarımız da. Ve yaşama dair ne varsa hepsini, çocuk oyunlarını, ilk aşkları, kavgayı, sürgünleri ve o koca sonsuzluğu kısacık yaşam öykülerine sığdırdı onlar. Bu kör karanlıktan gerçek haber peşinde koşan gazeteciler de payını aldı tabi. Ölüm hep muhalif ve halkçı gazetecilik faaliyetlerinin yanı başında oldu şimdiye dek. Gerçeği bildikleri halde halka gerçek olmayanı gösteren günümüz “gazetecilik” organizasyonlarının orta yerinde temiz kalabilmenin, gerçeklerden vazgeçmemenin, doğruyu söylemenin çeşitli bedellerinin olduğunu halkın aklına kazımak istediler hep. Bu noktada gerçek olanda ısrar eden bir dünya gazeteciyi, bir dünya reddedişi, bir dünya dolusu umudu ve gerçek habercilik noktasındaki kararlı duruş tavrını hep ölüme, mahkeme salonlarına, tutsaklıklara mahkûm ettiler. Bu yolla gerçeklerin üzerini örtebileceklerini zannedenlerin en büyük yanılgısı ise bin türlü ekonomik ve politik baskıya rağmen Metin Göktepe’nin Evrensel’i ve diğer halk gazeteciliği örneklerinin yaşamaya ve ayakta kalmaya devam etmeleri diyebiliriz pekâlâ. Diz çökmediler, aman dilemediler, binlerce genç gazetecinin yollarına ışık oldular. Metin Göktepe gibi, Uğur Mumcu gibi, Hrant Dink gibi hayattan kopartılan onlarca gazetecinin bıraktığı bir miras olarak bugün halkın haber alma hakkının sonsuz haklılığının farkında olan ve bu noktada gazetecilik yapan onlarca gazeteci de tutuklamalarla, gözaltılarla karşı karşıya kalıyor. Ve bugünün karanlığı kimin gazeteci olamayacağının cevabını önümüze seriyor net bir şekilde. Pastadan payını halkın gözlerinin içine baka baka yalan söylemek yoluyla alanlar elbette bu dipsiz karanlığın içerisinde kaybolup gitmeye mahkûm durumdalar. Hayatın akışı insana bunu öğretti sayısız kez. Ve Metin Göktepe gazeteciliği hayatın tertemiz sayfalarına insanın en onurlu hikâyelerini yazmaya devam ediyor. “Doğayı ve hayatı sarsacak zamanların” hikâyesi, yoksulların, öteki kılınanların, kadınların, gençlerin, yemek kartında bir lira olmadığı için yaşamına son veren Sibel’in çevirdiği sayfalarda yazılıyor. Bu sene 25. yılını çeşitli etkinliklerle kutlayan Evrensel’e ve gerçeğin izini süren tüm gazete ve gazetecilere selam olsun.