Mevsim güzden dönüyor şu sıra, ağaçların yaprakları çoktan döküldü. Malum önümüz kış, Kasım ayının bu günlerinde yoksulların üzerine karlar yağmadan hemen öncesini yaşıyoruz. Yollar kardan kapanmadan kimimize, yakacak derdine düşerken bazılarımız, kimilerimiz çadırlarda geçirirken evsiz günlerini, İzmitli işçiler, Ermenekli, Somalı madenciler ekmeğinin peşine düşüp barikatlarla kesilirken yolları, soğuk betonda yaka paça gözaltına alınırken, dövülürken, biber gazıyla nefesleri kesilirken onların, mevsim sonbahardan kışa dönüyor sessiz sedasız. Yoksunluk ve yoksulluk daha da ağırlaşıyor bu mevsimde.

Bizden hayli uzakta, başka bir kıtanın bir yerlerinde, ılık rüzgarlarla kol kola girmiş bir zamanın yanı başında ise tüm dünyaya fısıldıyorlar onun gidişini. Orta yaş ve üzerinde olanlarımızın hafızalarında yer etmiş, zihninde iz bırakmış olanlar arasından bu dünyayı bırakıp da giden kim varsa, çocukluk günlerimizden de bir şeyleri götürüyor beraberinde. Öyle bir akşam işte bugün. Haberi duyuldu bu yazıyı yazmazdan birkaç saat önce, Maradona ölmüş. Çocukluğumuzun kahramanlarından, gençlik yıllarımızda yeni yeni filizlenen asi yanımıza bir selam verip de yanı başımızdan geçen Arjantinli futbol efsanesi…  Öyle sessiz sedasız, suskun da değil. Sesini dosta düşmana duyurarak adımladığı yaşamında, aksi halleriyle yaptığı görkemli bir geçiş bu. Elbette bir yas değil şurada yazılanlar, biraz hüzün sadece. Biraz özlem şimdilerde bize kalan, çocukluk yıllarımızdan da bir parçayı alıp götürdü diye Diego. Siyah beyaz televizyonlardan bildiğimiz küçük dünyamızın o zamanlarına, sokak aralarında birbirine 9-10 adımlık bir mesafe kadar uzak olan taşlardan kurulu kalelere gol atmaya çalıştığımız hayli eski günlere biraz daha uzağız artık. O çocuk zamanlarımızda adi plastikten yapılmış yamuk yumuk toplar komşuların balkonlarına kaçar da oyunumuz yarım kalırdı ya. O da gidince şimdi, oyun yarım kalmış da yavaş yavaş evlere dağılıyor gibiyiz.  

O yıllar güzeldi. Kıraathanelerin önlerinde, camın sokak tarafında durup da sesini duymadığımız maçları izlemek günün elimize kalan kârı olurdu. Ya da yavaş yavaş ve çaktırmadan kendimizi kahvenin içine doğru atabilirsek, yarattığımız konforun da etkisiyle keyfimize diyecek olmazdı. Şimdi Maradona ölünce mahalleden tanıdığımız bir abimiz gitmiş gibi oldu. O kıraathanenin müdavimlerinden, yanımızdan saçımızı okşayıp da geçen, yaptığımız maçların orta yerine dalıp, topu bizden kaçırıp, bir gol de kendi atıp yoluna devam eden o mahalleli abilerden biri gibi.

O, kendi ölümünü bile çok sevdiği Fidel Castro’nun öldüğü güne denk getirdi. Böyle hiç olmayacak işleri defalarca yapmıştır, şaşırmamak gerek. O’nun Che hayranlığı dünya üzerinde milyonlarca insanla kendi arasında kopmaz bağlar kurmasına sebep oldu. Futbol sadece futbol değildir derler ya; o da futbol tarihinin en iyisi olmasına rağmen sadece bir futbolcu olarak kalmadı bu yaşamda. Hâl böyleyken ezilen halklardan ve yoksullardan yana takındığı tavrı ile bir efsane olmanın da çok ötesine taşıdı yaşamını. Venezuela’nın halkçı lideri Chavez ile paylaştığı kürsüde binlerce insana seslenip “Haydi gidip Bush’u kovalım” dediği anda Latin Amerikalı yoksullar üzerinde yarattığı coşku bile onu mahallenin en sevilen abilerinden biri yapmaya yeterdi. Ki o bundan çok daha fazlasını da yaptı. Futbolu bırakmıştı ama emperyalizme ve dünyanın kan emicilerine gol atmaya devam ediyordu.     

Futbolda zirve yaptığı kulüplerden biri olan Napoli’de oynarken, İtalya’daki zengin kuzeyliler ile yoksul güneyliler çekişmesinin de farkındaydı. Ve 100 yılı aşkın bir geçmişe sahip olan İtalya Futbol Ligi’nde bugüne dek sadece üç kez kuzeyliler dışına çıkmış olan şampiyonluklardan ikisi onun büyük etkisiyle güneyin yoksul Napoli’si tarafından elde edilmişti. Vatikan’ı sevemedi, halk yoksullukla boğuşurken kilisenin sahip olduğu zenginliğe çatmadan edemedi, yeri geldi papaya da salladı, doğru bildiğini söylemekten vazgeçmedi. Ve dünyanın yoksullarının, ezilen halklarının umudunun yanı başında durdu hep. İki gün önce de mahalleden sessiz sedasız çekip gitti Maradona.