Enerjiyi fark ettiniz değil mi? Sadece kalabalığın büyüklüğünden bahsetmiyorum, bir araya gelen insanların yüzlerine yansıyan umudu, inancı, geçmiş günlerin yarattığı acıyı da taşıyan gülümsemeyi diyorum. Gördünüz değil mi? Mersin’in, Adana’nın, civar şehirlerin güzel insanlarının akın akın gelişini, coşkun akan insan selini. Bakmayın siz Siirt’ten seslenip kalabalığı küçümseyenlere, kendi önündeki kalabalıkla sayısal olarak yarıştıranlara. Onlar da gördü Mersin’i, Mersin’deki sayıyı, enerjiyi, coşkuyu. Hatta en çok onlar gördü ve en çok onlar anladı neler olduğunu ve nelerin olabileceğini.

Daha bir gün önce Elbistan’daki hastane açılışına gelen insan sayısını beğenmeyenler de Siirt meydanında toplanan kalabalığa yapılan kuru konuşmaların sahipleri de Mersin meydanıyla aralarındaki farkın sayıların çok ötesinde olduğunu anladılar. O nedenle sayı ya da görüntü yarıştırmanın anlamı yok. Çünkü Mersin meydanında alana sığmayan kalabalıktan daha önemli bir şey vardı: Alana sığmayan ve tüm ülkeye yayılan geleceğe dair umut.

Elbette umut etmek yetmez. Şairin dediği gibi “biliyorum/ şiirle şarkıyla olacak iş değil bu/ dalda narı/ tarlada ekini kızartmaz güvercin gurultusu”. Ama umut topluma bu denli yayılmışsa, insanlar uzun zaman sonra böylesi bir coşkuyla alanları doldurmuşsa daldaki narın, tarladaki ekinin kızaracağı günler yaklaşmış demektir. Ve elbette o günün yaklaşıyor olması mutlaka o güne erişileceği anlamına da gelmez. Umudu gerçeğe, coşkuyu güce dönüştürmek için çalışmaya devam etmek gerekir. Geleceğin inşası için yapılacakları konuşmak, tartışmak, azim ve kararlılıkla yürümek, çok çalışmak gerek.

Çünkü iktidarın kaybediyor olması, umut ettiğimiz güzel günlerin gelmesi için yeterli değil. Çünkü istediğimiz tek şey siyasi iktidarın değişmesi değil. İstediğimiz şey; üretimin arttığı, artan üretimden oluşan gelirin hakça bölüşüldüğü, hukukun üstün, adaletin gerçek olduğu, çocuklarımızın iyi bir eğitim alıp geleceğe umutla baktığı bir ülke. Böyle bir ülke olmak için; kimseyi ötekileştirmeyen, bu ülkede yaşayan her insanın hak ve özgürlüklerini koruyan bir sistem kurmalıyız. Herkesin kendisini güvende hissettiği bir toplum, haksızlığa uğradığında hakkını arayıp bulduğu bir adalet sistemi oluşturmalıyız. Bunların gerçek olması için siyasi iktidarın değişmesi gerekli ancak yeterli değil.

Zor günlerden geçiyoruz. Yoksulluğumuzun arttığı, adalete olan inancımızın kaybolduğu günlerden geçiyoruz. Bugün “ekmek hepimize yetmiyor/ yorgunluk göz alabildiğine/ hürriyet hepimize yetmiyor” ama Cumhuriyet’in ikinci yüzyılında daha çok üreten, hakça bölüşen, adil, barış ve huzur içinde bir toplum olabiliriz. “Hürriyet hepimize yetebilir/ Ekmek hepimize yetebilir/ Yeter ki/ Ekmek ve hürriyet uğruna/ dövüşebilmek için yaşayabilelim”. İşte o zaman “yaralı bir şahin gibi boşlukta dönen yüreğimizdeki” yaralarımız, geleceğe duyduğumuz özlem iyileşir belki.

Belki de Mersin meydanından yükselen ses, “korkumuzu dağıtacak olan ve karşı tepelerden gürül gürül gelen kalk borusudur”. Yapacak çok iş, yürünecek çok yol var. Yürümeye devam.