İzmir’de Çiğli’de bir çikolata yapma makinesi fabrikası var. Ne kadar tatlı geliyor kulağa değil mi? Bu fabrikada çalışan doğma büyüme Üçkuyular çocuğu Galip Arık diye bir arkadaşımız var. Evet bugün ondan bahsedeceğim biraz size.

Konak Belediyesi’nde çalıştığım yılları anlatacağım demiştim geçen hafta o yazı önümüzdeki haftaya kaldı. Hem çalıştığım yılların kısa bir muhasebesini paylaşacağım sizinle hem de bundan sonra çalışacağım ve çok heyecanlandığım yapıyı anlatacağım çok kısa.

Galip Arık uslanmaz bir holigan. Holigan lafının sizi korkutmasına izin vermeyin o lafın hakkını, tuttuğu takımı çılgınca severek veriyor. Karıncayı bile incitmeyen iri cüsseli bir İzmir çocuğu hikayemizdeki. Rada AEK Atina, Dinamo Kiev formalarıyla görebilirsiniz. Biliyorum inceden ST Pauli’ye de sevdalı ama Arminia Bielefeld taraftarlarına ayıp olmasın diye suskun kalıyor. Arkadaşları onu deplasman otobüslerinden hatırlar çokça. Yolculuğun dinlenme tesislerindeki en efendi, yolculuk esnasındaki en haylazı. Peki Galip neden bugün köşemizi işgal etmekte? Ne de olsa böyle çok Göztepeli var kentte. Viva Göztepe diye bir yapının içinde bulunmuştu bir zaman, pankartlar çeşitlenmiş, tezahüratlar farklılaşmış herkesin diline düşmüşlerdi iyi anlamda. Holiganizmin olumsuz örneklerini gören ve bir sevdayı aşağılarcasına bakanlara, kültür ve sanat birikimiyle ders veriyordu Çikolata yapma fabrikasının işçisi Galip. Grup olarak, tiyatro oyunlarına, festival filmlerine gidiyorlardı. Hani bir film çekilirse futbol üstüne en az Beşiktaş taraftarı kadar ilgi çekicidir İzmir’in güzel taraftarları. Kenti sarmalamış nezaketin oraya kadar sıçradığını söyleyemesek de, bir sızıntı alanı bulmuştur yine kendine.

Dertli ama bu aralar özellikle Göztepe taraftarı. Ben bizim stattan biliyorum. Fikret Orman ve yeni açılan stat belki de gezi sonrası çArşı’yı bitirme projelerinin en önemlisiydi. Çünkü Beşiktaş taraftarı sahada oynanan oyunun rolünü çalmakta mahirdi. Maça giden çoğu izleyicinin gözü bazen yeşil çimlerden kapalıya doğru kayıyor, oradaki muhteşem orkestranın gösterisini izliyordu. Seyirci olmak istemiyordu Beşiktaş taraftarı bizatihi seyredilenin bir parçası olmalıydı. Islıklama o zaman küçük görünen bir şeydi. Şairler parkı, Abbasağa, Akaretler Yokuşu ve Kazan bu yüzden efsaneydi aslında. Çünkü statta söylenen bestelerin oluşum yeriydi buralar. Şimdi aynı şey Göztepe taraftarı için de geçerli. Tribün fiyatları yükseltilerek taraftardan ziyade bir seyirci yaratma kaygısı olarak görülebilir bu durum. Ama özellikle Doğan Mutlu’nun vesilesiyle gıyabında tanıdığım Mehmet Sepil öyle bir başkan değil. Göztepe ruhunu takıma yeniden veren, taraftarla bütünleşen, coşkulu ve kentin damarlarına hakim olmuş bir insan. Sanıyorum mutlak bir orta yol bulacaktır.

Bir Beşiktaşlı ve İzmir’e geldiği günden bu yana yani 20 yıldır neredeyse Altay maçlarına giden biri olarak beni ilgilendirmiyor gibi görünebilir bu tabi ama. Biz o maç çıkışlarında hep beraber aynı mekanlarda oturuyoruz. Futbol şiddet eylemlerinden arındırıldığında geriye sadece birbirine takılan samimi arkadaşlar kalacaktır.

Başkan Mehmet Sepil ve işçi Galip Arık patende birlikte şarkılar söyleyecek ve stadın yolunu tutacaktır. Semt takımları o semte aittir. Kimliklerini oluşturan şey yılların o semtte biriktirdiği kültürdür. Beşiktaş’tan bunu ayırmaya çalışanların geldiği hal ortada. Futbol ezilenlerin silahıdır. Tribün -çoğu zaman- yok sayılan, hor görülen insanların bir araya gelerek kendilerini ifade ettiği alandır. Celtic, St Pauli, Marsilya gibi tribünlere en benzeyen taraftarların dayanışmasının içinde yer almak, onları yok saymaktan çok daha iyidir.