Tüm dünyayı etkisi altına alan Covid-19 pandemisi çoğu iş kolunu olumsuz etkilerken zaten tehdit altında olan gazetecilik mesleği ve ifade özgürlüğüne yönelik baskı da pandemi bahanesiyle gün geçtikçe artıyor.

Binlerce ölüme sebep olan Covid-19 pandemisi tüm dünyada sosyal ve ekonomik düzeni sarsmaya devam ediyor. Sokağa çıkma yasakları ve çeşitli iş kollarında iş azaltma ve kapatma gibi önlemlerin alındığı pandemi sürecinde gazetecilik mesleği de zorlu koşullar altında sürdürülüyor.

Gerek ABD’deki protestolar, gerekse de Covid-19 pandemisi boyunca sokağa çıkma yasakları ve kısıtlamalar çerçevesinde güvenlik güçlerinin aldığı sert önlemler sokakta haber toplamaya çalışan gazetecileri de olumsuz yönde etkiledi. Özellikle ABD’de George Floyd’un beyaz bir polis tarafından sokak ortasında öldürülmesi sonrası başlayan çatışmalarda sadece protestocular değil gazetecilerin de polisin hedefi olduğunun açıkça görülmesi basın özgürlüğü tartışmalarına yol açtı. Bir CNN muhabirinin canlı yayında gözaltına alınması, Reuters’ın iki çalışanının plastik mermilerle yaralanması sonrası önde gelen medya kuruluşları, hükûmetlere basın ve ifade özgürlüğünü yok etmeye çalıştıklarını belirterek tepki gösterdi.

Peki basın ve ifade özgürlüğü gerçekten tehdit altında mı?

Avrupa Konseyi’nin 2020 yılı Basın Özgürlüğü Raporuna göre, sadece 2019 yılında Konsey üyesi 32 ülkede gazetecilere yönelik 142 saldırı kaydedilmişti. Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü de 2020 yılı basın özgürlüğü listesine aldığı Avrupa ülkelerinde medya mensuplarına yönelik tehlikenin arttığına dikkat çekmişti. Örgüt’ün Berlin temsilcisi Christian Mihr, ABD’de son 1 haftada toplam 68 gazetecinin taciz ve şiddete maruz kaldığını belirtmişti. US Press Freedom Tracker platformu da ABD’de bu yılın başından beridir 94 medya mensubunun saldırıya hedef olduğunu ifade etmişti.

Pandemi Bahanesi

Peki Batı’da pandemi ve sokak protestoları sırasında topluma yönelik kontrolsüz şiddet hâli gazetecileri de böyle etkilerken Türkiye’de durum nasıl?

Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın 10 Mart’ta 5 ilde ortak yaptığı basın açıklamasında 15 günde 28 gazetecinin gözaltına alındığı ve 8’inin tutuklandığı belirtilerek son tutuklamalarla birlikte hapishanelerdeki gazeteci sayısının 91’e yükseldiği ifade edilmişti. Çeşitli kanallara para cezası kesme, program ve haberlere sansür getirme ve dava açma gibi yöntemler başta olmak üzere, pandeminin basın çalışanları ve salgın sürecinin idari yönetimine eleştirileri engellemek için bir bahane olarak kullanıldığı da çok kez vurgulanmıştı.

Polisin çeşitli illerde sokağa çıkma yasağını bahane ederek sadece evlerinin önünde duran yurttaşlara bile kontrolsüz şiddet uygulaması tepki toplarken gazeteciler de bu zorlu süreçte mesleklerini icra etmeye çabalıyor. Onlardan biri de İzmir’in yerel gazetesi İz Gazete’nin muhabiri Tugay Can.

Genç bir gazeteci olan Tugay Can, gazeteciliğe yönelik ‘pandemi baskısı’nın yaşayan kanıtı; geçtiğimiz ay yaptığı Covid-19 haberi sebebiyle ifadeye çağrılmış, “halk arasında korku ve panik yaratmak amacıyla tehdit oluşturmak” suçlamasıyla hakkında soruşturma başlatılmıştı.

Can’ın Karşıyaka ve Karabağlar’daki Aile Sağlığı Merkezlerinin karantinaya alındığını ortaya çıkardığı ve soruşturmaya konu olan haberine ise kurumsal bir yalanlama getirilmemişti.

“Resmi Kurumlardan Bilgi Akışı Yoktu”

Can, bu zorlu süreçte gazeteciliğe yönelik baskıyı “İfade özgürlüğü tehdit altındaydı evet. Ancak haber alma özgürlüğü daha büyük bir tehdit altındaydı. Hatta çoğu zaman haber alma özgürlüğü yok sayıldı.” şeklinde eleştiriyor.

Pandemi sürecinin doğru bilgiye erişimi zorlaştırdığını belirten Can, “Salgın birçok meslek grubunu olumsuz etkiledi. Ancak haberciler açısından çok daha farklı bir dönemdi. Dünyayı ilgilendiren bu tip durumda haber alma ihtiyacı da, hele ki Türkiye gibi kamu kurumlarının bilgi paylaşımı noktasında sancı yaşayan bir ülkede, arttı. Bu süreçte yaşadığım en büyük zorluk özellikle salgının ilk günlerinde doğru bilgiye ulaşmak üzerine oldu. Bu dönemde resmi kurumlardan bilgi akışı da sağlanamadı” ifadelerini kullanıyor.

Haber üretim süreçlerinin de diğer meslek grupları gibi online yöntemlerle ilerlediği pandemi yasakları gazetecilik için de geçerli. Zira çoğu medya kuruluşu evden yapılan canlı yayınlarla halkın haber alma hakkına erişimi sağlayabildi. Can da İz Gazete’de böyle çalıştıklarını aktarıyor, sokağa çıkıp haber toplamanın zorluğunu ise “boş sokakların ürkütücülüğü” şeklinde değerlendiriyor.

Güvenlik güçlerinin sokağa çıkma yasağını bahane ederek halka yönelik sert tutumlar almasının gazetecileri daha yoğun etkilediğini ifade eden Can, “Özellikle gerçekleşen yeni infaz düzenlemesinde fikirleri yüzünden cezaevinde bulunanlar ‘terörist’ kapsamında değerlendirildi ve salgını cezaevi koşullarında yaşamaya zorlandı. Yine pek çok gazeteci bu süreçte salgın ile ilgili haber yaptıkları gerekçesiyle ifade verdi, gözaltına alındı ya da tutuklandı.” ifadelerini kullanıyor.

“Giderek Otoriterleşen Ülkeler…”

Can, gazetecilik mesleğinin akredite sistemi ve basın kartı onayı ile denetim altında tutulmaya çalışılmasını ise şu ifadelerle eleştiriyor:

Normal koşullar altında bir otoritenin kimlik dağıtması onaylanır olabilir. Olması gereken de budur. Denetleme mekanizması doğru işletildiği takdirde mesleğin saygınlığını da korur. Ancak ne yazık ki Türkiye gibi giderek otoriterleşen, demokrasinin temellerinin kayıplara uğradığı ülkelerde olaylar bu şekilde cereyan etmiyor. Adı geçen kurumlar ‘iktidarın arka bahçesine’, ‘muhalif avlama noktalarına’ dönüşüyor. İşin en üzücü tarafı ise bu durumun sadece medya sektörü için değil günlük hayatımızın tamamına tesir ediyor olmasında yatıyor.

Can, pandemi sürecinin hafızalara kazınarak ezber bozduğunu ifade ederek şöyle konuşuyor:

’Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.’ önermesine katılıyorum. Medyada dijitalleşmenin kıymetinin daha iyi anlaşılacağını düşünüyorum.  Çünkü bu süreçte yaşananlar gösterdi ki; uluslararası bir medya kuruluşu ile yerel bir medya kuruluşu ‘evden yayın yapma’ noktasında eşitlendi. Bu olabiliyorsa başka şeyler de olabilir. Öte yandan ekonomi açısından hem Türkiye’yi hem de dünyayı nasıl günler bekliyor bilmiyoruz ancak tahmin edebiliyoruz. Sosyolojik gelişmeler ise yukarıda saydığım iki başlıktan da doğrudan ve dolaylı etkileniyor. Kişisel bir temenni olarak şunu ekleyerek bitirmek isterim -ki bunun kitleler ile yapıldığında anlamlı olduğunu düşünenlerdenim- ‘Bir mevsimi geride bıraktığımız ve önümüzün de net olmadığı bu günler bize ihtiyacımızdan fazlasını tüketmemeyi öğretebilmiştir.’