19 Mayıs 2017… Cuma günüydü. Türkiye’nin son beyefendilerinden İzmir muhabirimiz Gökmen Ulu, sabah saatlerinden itibaren evinin önünde ‘özenle seçilmiş’ tarihi günde onu yalnız bırakmayan dostlarıyla birlikte sanki bir düğün töreninin başlamasını bekler gibi kendisini almaya gelecek polisleri (İzmir’de bahar ve yaz düğünleri, sünnetleri, kınaları bazen mahalle arasında yapılır. Ortalık bayram yeri gibi olur) beklemeye başladı. Gelmediler.

Baktı kimse yok, karakola gitti. Karakoldan da eli boş döndü evinin önüne. Avukat adliyeye gitti, “Gökmen’i alacaksanız, gelin bekliyoruz” dedi. Sözcü Gazetesi’ne yönelik 19 Mayıs Gençlik Bayramı gününe denk getirilen algı operasyonu hakkında Adliye’den de ses çıkmadı. Ev önü bekleyişi sürdü.

Bu işe herkes şaşırdı ama en çok küçücük bir çocuk şaşkındı. Karıncayı incitmeyen babasının başına ne gelecekti? Evlerinin önünde toplanan bu kalabalığın nedeni neydi? Annesi, tanıdığı herkes bir şey yokmuş gibi davranıyordu ama herkes neden üzgündü? Anlayamadı…

Ve polisler geldi saat 16:00’ya doğru. Her zaman olduğu gibi jilet gibi giyinmiş, sinek kaydı tıraşını olmuş babasını alıp götürdüler. Şaşkınlığı daha da arttı ama herkes “Baban gelecek” diyordu. Buruktu, ama sustu.
Günler günleri kovaladı. Gökmen’i tanıyan herkesin dünyasında büyük bir beyefendi boşluğu vardı ve giderek büyüyordu. Ama o küçük çocuğun evi boştu. Evde babası yoktu! Annesi kenar köşede hep ağlıyor, o görünce de gözüne çöp kaçmış gibi yapıyordu. Dedesi onu artık daha sıkı kucaklıyor, sıkıyor sıkıyordu.

Çağla bademler çıktı İzmir’de, sonra erikler, sonra karpuzlar, sonra yapraklar dökülmeye başladı ağaçlardan ama onun babası hâlâ yoktu ve artık babasının nerede olduğunu biliyordu. Cezaevindeydi.
Çevresindekilerin umutları bir gün artıyor, ertesi gün herkesin omuzları düşüyordu. Sorularıyla arıyordu babasını… Anlamaya çalışıyordu koca koca insanların, okumuş yazmış aydın insanların anlayamadığını o ufacık yüreğiyle anlamaya çalışıyordu.
Sahi babası neden cezaevindeydi?
Haksızlığa isyan öylesine büyümüştü ki, Gökmen denince Türkiye’de milyonlarca insan “Haksızlık, ayıp ayıp” diyordu. Babası ve haksızlık kavramının nasıl yan yana geldiğini algılamaya çalışıyordu herkes gibi o da.

Ve dün… 8 Kasım 2017… Çarşamba. Yüreğinde azıcık vicdan kırıntısı olanlar bile sevindi karara. Hatta, yüreklerini taş gibi tutmaya yemin etmişler bile gizli gizli sevindi. Türkiye’nin son beyefendilerinden Gökmen tahliye edilmişti.

Bizler, Sözcü ailesine yapılan tarifsiz haksızlıkların içimizde biriken isyanını unuttuk. Gökmenimize öyle sevindik ki anlatılmaz. Hakimin, “Tahliyesine…” cümlesi ömre bedeldi. Derinden sarsılarak yaşadık. Gökmen’in tahliye haberini siz “Vefakar, cefakar ve demokrat” okuyucularımıza duyurduktan sonra Silivri yollarına düştük. Silivri Cezaevi’nin önü giderek kalabalıklaştı. Adı gibi buz gibi havası vardı, arkadaşlarımızın bazıları incecik giyinmişti, herkes zıplayarak ısınmaya çalışıyordu. O kalabalık sanki günlerdir ensesinde boza pişirilen, haksızlık üzerine haksızlığa uğrayan bir ailenin ferdi değildi de oğlu, kardeşi sağ salim askerden dönen sevinç yumağı bir topluluktu.

Tamam biz Sözcü çalışanları Gökmen’in dostlarıydık, gerçek ailesi de oradaydı ama, o şapkalı, içinde düzgün bir atkısı olan montlu beyefendi kimdi?

Cezaevinin önüne gelen ilklerden biriydi. Tesadüfen yanıma gelip, “Gökmen Ulu için mi geldiniz” diye sordu. “Evet” dedim. Sonra bol bol konuştuk. Ben onu, Gökmen’in yakını sanıyordum. Bir ara sordum, “Af edersiniz, siz Gökmen’in nesi oluyorsunuz acaba” diye. Tokat, bazı iyi kavramlara kapanmış kalbimde patladı adeta. Yalan yok, aynen şunları söyledi o beyefendi: “Eşimle yemek yiyorduk. Televizyonda alt yazı geçti. Gökmen Ulu serbest… Kaşığı bıraktım, “Hanım ben gidiyorum” dedim. O da bana, ‘Çoktan çıkmıştır, boşuna gitme’ dedi. Olur mu, haber daha yeni. 10-11’den önce çıkarmazlar, ben gidiyorum dedim. Geldim. Ben vatandaşım ve SÖZCÜ OKURUYUM.”
Boynuna sarılmadım ama zor tuttum kendimi. Darmadağın olmuştum. Orada gördüğüm herkese anlattım. Gökmen’in eşi Burcu’ya, Gökmen’in babası Mehmet Ağabey’e bile. Gurur duydular.

Hava karardı, kalabalık cezavi kapısının tam karşısında adıyla iç burkan ‘Son Çare Büfe’nin önündeki umutlu bekleyişini sürdürüyordu. O sırada bir haber geldi jandarmadan. Gökmen, cezaevinin kapısından çıkmayacaktı. Nümayiş olmasın diye “otoyol kıyısında!”, Kınalı Gişeleri’nin önünde serbest bırakılacaktı!Minik bir şaşkınlık oldu, yalayıp geçti kalabalığı. Sonra hiç kimse birbiriyle konuşmadan bir harekat başladı. Otomobiline atlayan cezaevinin önünden 4-5 kilometre öteye, Kınalı Gişeleri’ne koştu. Bir sivil minibüsün içinde jandarmalar ve Gökmen bizi bekliyordu. Gökmen’in eşyaları otoyolun kıyısına yığılmıştı. Çok ilkeldi ama kimse o an bu durumu yadırgamadı. İlk gelenler olarak sarıldık Gökmen’e. O da bize. Herkes yağıyordu, otoyol kıyısına bir anda ortalık karıştı. Sarılmalar, ajanslardan gelen muhabirlerin kameralarının ışıkları, bayram yeri gibiydi. Koca koca insanlar çocuklar gibiydik.

Efe kalabalığı yararak babasına koştu…

Sonra bi şey oldu… Bir çığlık, ama ne çığlık o her kafadan umut dolu laflar çıkan uğultu aniden sustu. Çığlık taa otoyolun ötesinden gelmişti. İstisnasız herkes o yöne baktı. Oydu. Küçücük yaşına rağmen uğradığı büyük haksızlığa isyan eder gibi “Babaaaaa… Babacığııım” diye bağırarak babasına doğru koşan, kalabalığı yaran ve uğradığı haksızlıklar karşısında dimdik duruşunu, asaletini bir an bile ötelemeyen Gökmen’i hasretiyle, sevgisiyle yere yıkan Efe’ydi.

Evet Efe, babası Gökmen’in kucağına öyle bir atlamıştı ki onu yere yıkmıştı. Yerde bir sevgi yumağı vardı. O koca kalabalık işte tam o anda erkekliği, vakurlu duruşu boş verdi. Herkes ağlıyordu. Kimi hıçkırıklara boğuldu, kimi arkasını döndü ağladı. Aslında bu gözyaşları mutluluk gözyaşı değildi. O an anladım. Yüreğim söyledi, o gözyaşları Efe’nin, Gökmen’in, Burcu’nun, sahibinden şoför ağabeyine kadar tüm Sözcü çalışanlarının, yemekten kalkıp Silivri Cezaevi’nin önüne koşan Sözcü okurlarının haksızlıktan dolmuş yüreklerinin isyanıydı.

Size, Abidin Dino’nun bile çizemediği mutluluğun resmini çizen Efe ve babası Gökmen’in o sevgi yumağı resminin perde arkasını aktardım. Fazlası var eksiği yok.

Umarım, dün gece dökülen gözyaşlarıyla yıkansın temizlensin vicdanlar.

YÜCEL ARI- SÖZCÜ

Editör: Haber Merkezi