Mart ayı bayramlarının çokluğu kadar, ölümlerinin de çokluğuyla anılıyor, yoksa bana mı öyle geliyor, bilemedim? Sevdiğim ne çok insan ölmüş Mart’ta ve bu Kovit-19 yüzünden ölümler sürmekte hâlâ ve ölümle bir kez daha sınanmakta dünyamız. İşte evlerimizdeyiz ve eskilerin değimiyle dünyanın pek çok yerinden ölüm haberleri “sızıyor ajanslara”.

Sözgelimi bu 21 Mart Dünya Şiir Günü’nde değerli bir şairi; Cengiz Bektaş’ı yitirdik. İki gün önceyse Can Baba’mızın “aşk kontesi”, hepimizin kıymetlisi Güler Yücel’i… Geçen yıl yitirdiklerimin acısını unutmaksa bin yıl alacak gibi… Yani bu Mart’ın içinde acı var diyorum!

2017’nin 21 Mart’ında daha sabahın seherinde telefonum çaldı. Ne vakit telefon bu saatlerde çalsa korkarım; korkulan da oldu. Arayan sevgili dostum Cüneyt Tanyeli’ydi, hiç olmayacak bir haberi fısıltıya benzer bir ses ve acıyla söyledi; Tayfun Talipoğlu ölmüştü!

Türkü susmuş, yollar aşınmış, ‘kamyonlar kavun taşımaz’ olmuştu, Tayfun ölmüştü! Şu zamanın tuhaflığına bakın ki aradan üç yıl geçti, koca üç yıl, daha dün gibi… Bütün bu ölümlere bir de korona günlerinde ölümler eklenince, şiire sığınmaktan başka bir şey gelmedi elimden. Tayfun’un öldüğü gün ilk dizesini yazdığım ve daha sonra tamamlanan ve son şiir kitabım “Kavil”de yer alan “Eskimeyen Tayfun” adlı şiirimle bu hafta benden bu kadar diyeceğim, izninizle;

‘zaman akar zaman geçer zaman zindan içinde’*

ve her şey eskir zamanla, kurur gözyaşı

eskir gülüşü bile annelerin, zamanla…

her şey eskir, ölüler, mezarlıktaki çınar

azeri yakışığı, ankara caddeleri’nin...

eskir kunduralar, yürüyüşü bir ayağın

koşamaz olur koşanlar; atlar, cerenler…

her şey eskir zamanla, dansı çingenenin

ve eski kars kapısında gülüşü o kumralın

her şey eskir, okunuşu bir uzun şiirin

yollar kamyonlar acılar çığlık ve türküler

her şey eskir zamanla, kum cama dönüşür

ayna; kederli, karanlık, yarınsız bir gidişe

söyle, ey kederli gidişlerin sesi, unutma!

upuzun gülüşlü ay çiçeği düştü bugün yere

adı fırtına, adı kasırga, adı tayfun, düştü

ve merceği paramparça, eski bir kameranın…

*Enver Gökçe’nin “Yusuf ile Balaban Destanı” adlı şiirinden