Şu dil meselesi ilginç iş. Etimolojisiydi, terminolojisiydi derken iş içinden çıkılmaz bir hale geliyor. Lakin bir yanı da var ki içten içe "oy" demeden geçilmiyor. Öyle sade, öyle sıradan kelimelerin başka bir dile çevrilemez oluşu ve cümleye kattığı o tarifsiz sıcaklık insanı aklından edercesine... Her dilden örneklerle doldurabiliriz buraları ama ben müzikte de yoğun kullanımı nedeniyle "leyli" ye odaklanmak istedim Hadi rastgele...

Öyle düzenli düzensiz ağızdan çıkan beş harf nasıl bu kadar yoğun anlam kazanır ya da anlamın üstünde tüten dumana cab'olur bilinmez. Hem öyle şurada kullanılır, burada kullanılmaz, dahi anlamına geliyorsa ayrı yazılır gibi kaideleri de yoktur. Bir havadan girdik miydi telli bir türküye ya da bir mesele ağızdan ne ara zikredildiğini anlamazsınız bile. Leyli leyli anlatacaklarım var şimdi size. Beri gelin!

Tan.

Bir hazırlık var perdenin arkasında. Güneş doğmaya meyilli, yıldızlar başka diyarlara parıldamaya. Anne çocuğunu uyandırmaya, çocuk önlüğünü iliklemeye meyilli. Şehir içi dolmuşlar ilk seferine meyilli, uzun yol otobüsü otogara girmeye. Hiç uyumamışlar var bir de. Onların meyli rüyalarında bile görememek kokusuyla, yüreklerini tutuşturan güzelin yüzü suyu hürmetine. O sırada çalan şarkı: Fikret Kızılok'tan Leylim Leylim. "Hiçbirinin dilleri yok a Leylim Leylim."

Öğle.

Her şey apaçık ve aydınlıkta yaşanıyor. Havada varsa bir berraklık ya da göğüs sarmışsa ahmağın yüzüne çarpacak olanın bulutları o da apaçık. Saklamıyor kimse akşam eğdiği başını, esirgemiyor kimse "aman ha incitir" denilecek sözünü. Bardaktaki çay bu vakitte göze hoş geliyor; bu vakitte daha bir beyaz görünüyor sabah yıkanıp asılan perde. Yemek molası hep bu vakitte daha kısa geliyor; önündeki kuyruk bu vakitte sarmala dönüyor bankanın. O sırada çalan şarkı Hakan Yeşilyurt'tan Bir Acı Rüzgar Esince. "Sallanmadık dal mı kalır Leyli de leyli..."

Akşam.

Borsa kapanmış. İşten dönenin bildiği tek borsanın (Çankaya'da durak olan) önünde trafik kilitli. Siyasiler acı konuşmuş, bir şeyler zaman aşımına uğramış; birileri bütün gün zaman kazanmaya çalışmış. Lotolar oynanmış, takımlar tutulmuş, bir tribün hınca hınç dolmuş, bir kahvede istekalar dizilmiş. Bir evde telefon elden ele dolaşmış, hal hatır sorulmuş, sıla izlenmiş, gurbete içten içe küfür savrulmuş. Bir rakı masasında memleket kurutulmuş, "halden bilenlere hayran, gönülden sevene kurban" olunmuş. O sırada çalan şarkı Grup Dinmeyen'den Dam Üstüne Çul Serer. "Leyli de yar loylu da yar.. ."

Gece.

İşte kapanıyor perde. Ay yine bizim ele döndü yüzünü. Şimdi sadece yalnızlık yaşanacak ya da ortak yalnızlıklarda buluşulacak. Müzisyen sazını kaldırıp evine yalnız dönecek. Kadehteki son yudumunu yuvarlayan masada yalnız sızacak. Yalnız karıştıracak çöp bidonunu atık kağıtçı, bidondaki kedi kağıtçıyı yalnız karşılayacak. "Gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar", yeryüzünde onlar kadar yalnızlar olacak. Oysa buradan bakınca ne kadar kalabalık duruyorlar değil mi? Belki de oradan bakınca biz de öyleyizdir. İki kişi bir odaya girecek işte onlar bir bütün olabilirlerse yalnızlığın sefasının tek sahibi olacaklar. Bu böyle sürüp gider de o sırada çalan şarkı: Zülfü Livaneli'den Leylim Ley. "Ay bir yandan sen bir yandan sar beni..."