Ne demişti Nazım? 

“Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine,  
bu hasret bizim...”

Gelgelelim bırakın bizim yurdumuzda ağaçlar bile tek ve hür değil ve bir orman olarak kardeşçe yaşamalarına izin yok. Çünkü bizde ağaçları olan, zemininde çimler, küçük çalılar, bazen çiçekler olan bir alan bile özgür değildir. Atıldır, boştur, verimsizdir... Dikkat edin eğer kentte böyle bir alan varsa orada mutlaka bir şey yapılmalıdır. Ağacın altına bir şey konulmalıdır, etrafında bir şeyler olmalıdır. 

Ağaçlar bu ülkede hiçbir zaman özne olamamıştır. Hep nesnedir. İşte doğaya nesne olarak bakan bu bakış, bu ülkenin karar vericilerinin olduğu makamları hep işgal etmiştir. 

“Ormanlarımızı korumalıyız, ağaçları korumalıyız.” türünden cümleler edenlerin samimiyetini anlamak istiyorsanız o insanların doğaya hangi doğrultudan baktığını anlamaya çalışın. Eğer “Ben insan olarak bu dünyada bir özeneyim ve diğer canlılar da öznedir.” diye bakıyorsa o gerçek bir doğaseverdir. Fakat kendisini özne görüyor ve çevresindeki diğer her şeye nesne gözü ile bakıyor ise o kişilerin söylemini geçiniz. Onlar doğasever değildir. 

Çünkü kendisini dünyadaki tek özne olarak görenlere göre ağaç taşınabilir, yerinden edilebilir. Ağaçlar çok güzel dekor olabilir, ağaçlar onların yaptığı ettiği şeylere değer katabilir. Çünkü ağaç tek başına olduğu yerde olduğu gibi değerli değildir. Ya ağacın yanına bir şeyler koymalı ve ağaç o konulanı yüceltmeli, desteklemeli ya da yapılmak istenen şeye engel ise o ağaç oradan başka yere taşınmalı. Bir nevi yurdundan edilmeli, sürülebilmeli. 

Çevre bilimci SuzanneSimard, ağaçların ihtiyaçlarını bildirmek ve komşu bitkilere yardım etmek için toprak mantar ağını nasıl kullandıklarını açıkladığı tezinde şunu diyor:

“Orman bir iş birliği sistemidir. Ağaçların sadece kaynak transferi yapmadığını, aynı zamanda birbirlerine savunma sinyalleri gönderdiklerini ve akrabalarını tanıdıklarını da gördüğümüzden bence buna ‘iletişim’ demek daha mantıklı. Üstelik insan olarak bizler bunu daha iyi anlayabiliriz. Ağaçla empati kurduğumuzda, ona daha çok önem vereceğiz ve daha fazla önem verdiğimizde de tabiatımıza özen göstermede daha iyi işler yapacağız.”

Bu bilimsel gerçeklere rağmen ağaçlar taşınabilir mesela. Olsa olsa orada bitivermiş bir bitkidir. Alıp başka bir yere götürelim, orada da hayatına devam edebilir.

Kültürpark konu olduğunda ağzından sadece ekonomik değer ve ekonomik kalkınma kelimeleri çıkanlara daha önce bu köşede yazdığım “Kaç Paranız Var?” başlıklı yazımda Kültürpark’taki ağaçların, onların sadece bakımını yapsanız yani budayıp, zararlılarla mücadelesini yapıp, suyunu verseniz şehre durdukları yerde; hani âtıl halde, hani bomboş halde, hani hiçbir işe yaramayan bir alan görüntüsünde oldukları halde, şehrin kasasına yılda (en az) 7 milyon TL koyduğunu anlatmıştım. Kültürpark’ın sadece varlığı bu şehir için değerdir. Kültürpark’ı (yapıp etmek istediğiniz şeyleri onun içinde konumlandırarak) eylemlerinizi yüceltmek için bir araç olarak görmeyi artık lütfen bırakın. Yaptıklarınız eğer değerliyse her yerde hak ettiği değeri ve talebi bulur çünkü.

Kültürpark bir kent parkıdır.
Başka bir şey değildir.  
Sadece ağaçları ile değerlidir.
Başka şeylere yetkinlik ve değer katmanın aracı değildir.