ŞERMİN ÇOLAK - İzmir Büyükşehir Belediyesi Türk Halk Müziği Korosu Şefi Yolcu Bilginç ile yerel yönetimler ve kültür-sanat ilişkisini, belediyelerin sorumluluklarını, yerel müzisyenlerin önemini ve koro şefliği sürecinin nasıl başladığını konuştuk. Aynı zamanda Tahtacı Alevileri Kültür Dernekleri Federasyonu Kurucu Başkanı da olan Bilginç, Aleviliğin müziğine olan etkisine de değindi. Kültür-sanatın gelecek nesillere plansız, stratejisiz, hedefsiz ve adeta Allaha emanet aktarıldığını söyleyen, ayrıca günümüzde sera domatesi gibi kokusuz ve tatsız Halk Müziği müzisyenlerinin yetiştirildiğini ifade eden Bilginç, toplum ve müzik arasındaki ilişkiye dair de, “Halk ne noktada ise müziği de aynı noktadadır. Devlet tarımda yerli üretimi engelleyip ithal ürüne yöneliyor. Aynı politika kültür sanat alanında da uygulamada” diye konuştu.

Ayrıca Bilginç, yerel müzisyenlere dair ise, “Geleneksel, yöresel, orijinal sebze ve meyve ‘ata tohumları’ nasıl önemli bir konu ise bu yerel müzisyenler konusu da aynı şekilde önemlidir.” yorumunu yaptı.


İZ DERGİ'NİN TAMAMINA ULAŞMAK İÇİN AŞAĞIDAKİ DOSYA LİNKİNE TIKLAYINIZ

izdergi-temmuz2021-int.pdf


‘MÜZİĞİMDEKİ BAŞLANGIÇ’

Bize biraz kendinizden bahseder misiniz? Müziğe başlama süreciniz nasıl oldu, sizi neler etkiledi? Seferihisar’ın müzik açısından sizin için önemi nedir?

1966 İzmir-Urla-Bademler Köyü doğumluyum. Aşık Veysel’in “İki kapılı bir handa, gidiyorum gündüz gece” şiirinden esinlenen babam, adımı Yolcu koymuş.

İlkokulu köyümde okudum, 4’üncü sınıfta mandolin kursuna katıldım, başarılı oldum. Köyümde bağlama çalan büyüklerimden ilk bağlama sesini duyduğumda adeta büyülendim. Ortaokulu yine köyümde okudum. Orta 2’nci sınıftayken babama bağlama aldırdım, kendi kendime öğrenmeye gayret ettim. Lise eğitimim için Seferihisar Lisesi’ne yazıldım. Orada müzik öğretmenim İbrahim Kaymaz nota öğretti. Ayrıca bağlama çalıyor olması da benim için sağlam bir temel oluşturdu. Bu nedenle Seferihisar müzik hayatımda bilimsel başlangıç noktası olmuştur.

ÖZGÜN KÜLTÜR KORUNMUŞ

Bir söyleşinizde “Hiçbir Alevi grubunun semah müzikleri, Tahtacılarınkine benzemez. Benim için en güzel DNA testi budur” diyorsunuz. Bu cümleyi biraz açar mısınız? Aleviliğin ve Tahtacı Aleviliğinin, sizin müziğinize etkileri nedir?

Üniversite için 1983 yılında, İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Türk Müziği Devlet Konservatuarı, Temel Bilimler Bölümü’nü kazandım. Nida Tüfekçi, Yücel Paşmakçı gibi büyük halk müziği ustalarının öğrencisi oldum. Lisans tezim “Bademler Köyünün Müzik Kültürü” idi.

Yüksek Lisans eğitimimi de yine İTÜ’de Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde Halkbilimi Araştırmacılığı üzerine yaptım. Yüksek Lisans tezim “Tahtacı Semahlarının Söz ve Müzik Yapısı” idi.

Konservatuara ilk hazırlandığım dönemde ve okul süresi boyunca derlemeler yapmıştım. Yüksek lisans eğitimimi yürütürken, bir taraftan da Arif Sağ Müzik Kursu’nda bağlama, solfej, repertuar dersleri öğretmenliği yaptım. Anadolu’nun her yerinden Alevilerle ve semahlarıyla tanıştım. Hiçbiri bizim Tahtacı Alevilerinin Semah müziğine benzemiyordu. Sadece 2 veya 3 bölümlü olması benzer yönüydü. Ama melodik cümleler benzersizdi. Müzik, toplumların ortak bir tarihi olup olmadığını ortaya koyan en ince detay belirleyicidir. Nitekim Tahtacı Alevilerinin “Erdebil Süreği”ne bağlı olduğu, Hacı Bektaş Dergâhına bağlı olmadığı ortaya çıktı. Dağlarda kapalı toplum halinde yaşamış olması da özgün kültürü; değişmeden, bozulmadan, asimile olmadan sürdüre gelmesini kolaylaştırmıştır.

Alevi müziği deyişler, nefesler, semahlar ile doludur. Ben de Alevi bir anne ve babanın çocuğu olarak, Alevi köyünde doğup büyürken bu müzik kültüründen elbette etkilendim. Akademik inceleme yaptığım bu konuyu, bir de Tahtacı Dernekleri Federasyonu’nun ilk kuruluşundan beri başında, köy köy gezerek bulunmam, tanık olmam, elbette benim müziğimi derinden etkiledi.

Peki, İzmir Büyükşehir Belediyesi Türk Halk Müziği Korosu’nun kuruluşunda yer aldınız, bu süreç nasıl gelişti, nasıl çalışmalar yaptınız?

Ben Aşık Veysel’in hayatını okuduğumda, köyündeki en güzel meyveleri onun yetiştirdiğini okudum. Elma koparırken bir fotoğrafı vardır. Kolunda asılı bastonu ve yanında köpeğiyle elma koparır. Bu fotoğraf ve mesaj hiç aklımdan çıkmaz. Gözleri gören sağlıklı o kadar köy halkı içinde, en güzel meyve ağacını Veysel Emmi yetiştirmiş. Ben de ağaç dikmeyi kafama takmıştım. Neyse kısmet oldu, 630 dönüm hazine arazisi kiraladım ve fıstıkçamı diktim. 7 yaşına geldiğinde 2006 yılında, büyük bir yangın yaşadım ve 500 dönüm ağaçlandırma saham kül oldu. Çok büyük üzüntü yaşadım, hayallerim çöktü, hevesim kurudu. Yeni bir yolculuğa çıkıp, yeni şeyler yapmaya karar verdim. Bunların biri TAHTACI TÜRKMEN ALEVİ köylerini tek tek gezip kültürel örgütlenmesini sağlamaktı.

İkincisi ise, İzmir Büyükşehir Belediyesi bünyesinde hiç Türk Halk Müziği Korosu kurulmamış olduğunu öğrendim ve bunu oluşturmak gereğini anlatan bir dilekçeyi içeri verdim. Bir buçuk yıl sonra İzmir Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreter Yardımcısı Selma Nalbantoğlu, beni aradı ve çağırdı. Konuştuk ve koroyu kurduk. Çalıştırıcı ve şef olarak başına beni atadılar, her yıl 2-6 arası konser yaptık. Bugüne kadar 60 konser verdik. Hâlâ da çalışmalarımız devam ediyor.

‘İÇİ BOŞ ETKİNLİKLER!’

Yerel yönetimlerin kültür sanat çalışmalarına popülist yaklaştığı söylenir. Sizce başta Büyükşehir olmak üzere, ilçe belediyelerinin kültür-sanat ilişkisi nasıl?

Öncelikle genel yönetimin kültür-sanatta sığlığını, bilimsel bir politikasının maalesef olmadığını vurgulamak istiyorum.

Gelelim yerel yönetimlere… Her ilde kültürün ve sanatın önde gelen ustalarıyla periyodik toplantılar yaparak hedefler, projeler belirleyip uygulamak gerekir. İl Milli Eğitim Müdürlüğü, İl Kültür Müdürlüğü, Büyükşehir Belediyesinin Kültür Sanat Daire Başkanlığı, üniversitelerin ilgili müdürlükleri, konservatuarlar ortaklaşa, koordineli çalışırsa en ideali olur. Her dalın sanatçıları, uzmanları o dal üzerine çalışmalı.

Peki pratikte yaşadığımız ne? Bazen sanatla, kültürle ilgisi olmayan bürokratlar bu bölümlerin başına getirilir, bilenlere de danışılmaz. Bürokrasiye uygun imzalar atılır, evraklar düzenlenir ama içerik boştur, hedef ya az bütçe ile yılı tamamlamak ya popülist etkinlikler yaparak seçmeni etkilemek ya da belediye başkanına şirin görünecek etkinlikler yapmak şeklinde olur.

‘SOYER’LE BAŞLANDI’

O ilin veya ilçenin geleneksel müzikleri, yöresel sanatçıları, düğün çalan davul zurnacıları, halk dansları, fıkraları, hikâyeleri, el sanatları vs. köy köy derlenerek arşivlenmeli, yeni kuşaklara, gençlere, heveslilere aktarılmalıdır. İl merkezinden koordine edilecek bu çalışmalarda en yetenekli kişiler seçilerek, onları daha da geliştirecek eğitimler, seminerler, sergiler, konserlerle il kültürel kimliği geliştirilmelidir. Bu çalışmaları her ilçe belediyesi veya büyükşehir ayrı ayrı yapmakta. Tunç Soyer başkandan sonra bir koordinasyon çalışması planlanmaya başlanmış görünüyor. Umarım bu konuda kayda değer başarı sağlanır.

Yerel müzisyenlerin önemini nasıl anlatırsınız?

Gelenekte yerel müzisyenler ya düğün çalgıcıları olagelmiştir ya da kişisel olarak kendini geliştirmiş icracılar, derlemeciler olmuştur. Nesiller arası müzikal köprülerdir bunlar. Mutlaka kayıt altına alınıp, genç kuşaklara aktarılmalıdır. Tarihi bir bina nasıl restore edilip orijinalliği korunuyor ise geleneksel müziğin taşıyıcılarının da ustalar tarafından doğru yönlendirilip, eserleri bozmadan, değiştirmeden icra etmeleri sağlanmalıdır. Geleneksel, yöresel, orijinal sebze ve meyve ‘ata tohumları’ nasıl önemli bir konu ise bu yerel müzisyenler konusu da aynı şekilde önemlidir.

‘TATSIZ HALK MÜZİĞİ’

Sizce halk müziği şuan ne noktada? Gençlerin rap-pop müziğe yoğunlaşması ile ilgili ne düşünüyorsunuz?

Halk ne noktada ise müziği de aynı noktadadır. Devlet tarımda yerli üretimi engelleyip, ithal ürüne yöneliyor. Aynı politika kültür sanat alanında da uygulamada. Halk Müziğini koruyup geliştirecek bir politika üretmeyip, halkımızın kulağına geleneksel müziğimiz yerine, tv kanallarından, internet üzerinden bizi anlatmayan sözler ve müzikleri pompalıyor. Konservatuarlar ise yöresel müziğimizi şehir merkezlerinde okulda öğretmeye çalışıyor. Oysaki geleneksel Halk Müziğimiz halkın içinde, köyünde yaşamaktadır. Eğitim o yörede, yerel sanatçılarla buluşturularak, birlikte yaşama imkânı sağlanarak verilmelidir. Aksi halde sera domatesi gibi kokusuz, tatsız Halk Müziği müzisyenleri yetişir. Zaten olan da bu. Çok hassas bir konudur bu yetiştirme teknikleri.

ŞİİRSEL ZENGİNLİK YOK!

Müzik yaparken sizce asıl dert/telaş nedir?

Müzisyenin geçim sıkıntısı olduğunda hedefi sapıyor, önceliği hayat zorluğuyla mücadele oluyor. İyi müzisyenlerin, iyi mekânlarda, iyi teknik imkânlar altında müzik yapması, kaliteli seyirciye çalıp söylemesi ve beğeni kazanması çok önemli. Bunların maddi boyutu da var, doğru müzik dinleyicisinin küçük yaşlardan itibaren oluşturulması da var. Bizde bir nesil, şehir içi minibüslerde dinlediği müziklerle büyüdü. Şiirsel zenginliği olmayan, insanın enerjisini alıp bitiren, yozlaşmış müziklerle tahriş edilen bir müzikal zevkimiz oldu. Bu, stratejik hedefleri planlanarak düzeltilmesi, yüceltilmesi gereken toplumsal sorunumuzdur.

Beni dertlendiren, telaşlandıran konular bunlardır. Kültürümüz, sanatımız gelecek nesillere, plansız, stratejisiz, hedefsiz, Allaha emanet bir şekilde aktarılıyor. Gençlerin doğru ve kaliteliyi seçmesi için devlet veya yerel yönetimler olarak etkili bir yönlendirme seçeneğimiz ve eylemimiz olmalı.

Teşekkür ederiz, bu keyifli söyleşi için…

Ben teşekkür ederim. Birlik, beraberlik ve umut dolu yarınlar diliyorum.

Editör: Haber Merkezi