Sözlüklere bakarsanız Virginia Woolf’u ‘feminist, yazar, romancı ve eleştirmen’ olarak tanımlar. Söz konusu Virginia Woolf olunca bu tanımlamalar çok eksik, bir o kadar yüzeysel kalıyor. 28 Mart 1941’de aramızdan ayrılan bu sıra dışı, öncü yazarı başka bir kadın yazarla Gülce Başer’le konuştuk. Virginia Woolf’u ölüm yıl dönümünde, üzerimizde bıraktığı duygusal izleri, bir kadın yazarın gözünden değerlendirerek anmak istedik.

Virginia Woolf’un adını ilk defa nasıl duydunuz?

Öfkeli bir yazar olarak, ilk defa annemden duymuştum.

Virginia Woolf deyince aklınıza hangi kelimeler geliyor?

Aklıma ilk olarak, bilinç akışı tekniği geliyor. Kendine Ait Bir Oda’nın son cümleleri geliyor: “Eğer yazar olmak istiyorsanız kendinize ait bir oda edinin ve erkeklerin ne diyeceğini düşünmeden yazın!” Ayrıca, üniversitenin kapısındaki “Kadınlar ve köpekler giremez!” yazısı geliyor.

Virginia Woolf sizin için ne ifade ediyor?

Bence berrak bir zihin, “haklı bir öfkenin” hakkının verilerek dile gelmesinin bedenlenmiş halidir Woolf. İnsan bir yazar, iyi, çok iyi bir yazar olabilir. Ama Woolf’un bunların ve kuşkusuz öncülük ettiği bilinç akışı tekniğinin katkılarının yanı sıra, kadın siyasetinin en önemli figürlerinden biri olabilmesi, üstelik siyasetini yazınsal kalibresinden ödün vermeksizin temsil edebilmesi de çok önemlidir. Woolf, pek çok kadın edebiyatçı gibi benim de ilham kaynaklarım arasındadır. Üniversite, yüksek lisans ve doktora diplomalarımı onun için de aldım.

‘UZUN SÜRE KENDİME SÖYLEDİM’

Aldığınız ilk Virginia Woolf kitabını ve kitabı nasıl edindiğinizi anımsıyor musunuz?

“Orlando” kitabı. Kitapevinde kitabı görünce düşünmeden aldığımı hatırlıyorum. Dediğim gibi, zaten ondan haberdardım. Ama hangi zamanda aldığımdan emin değilim. Gerçekten özel bir hikâyesi yok. Şu olabilir, Virginia Woolf Türkiye’de biraz geç basılmış olabilir ya da arada bir dönem basılmamış. Ya da daha mümkünü, İzmir’e pek gelmemiş. Çünkü 1994 Ayrıntı baskısını okumuşum. Bu durumda İstanbul’da ya da İzmir’deki İletişim’den satın almış olabilirim. Üniversitede okudum gibi geliyor zaten. “Bu kadar zaman neden okumadım?” diye düşündüğümü hatırlıyorum.

Virgina Woolf kitaplarıyla ilgili sizi heyecanlandıran bir anınız var mı?

Varlık’ta “Yeryüzü Kitaplığı”nda onunla ilgili bir haber bulduğumda heyecanlandığımı hatırlıyorum, ama haber neydi, hatırlamıyorum. Benim için önemli bir ayrıntı var ama. Yazmaya başladığımda, kendime uzun süre o lafı yineledim: “Kendine ait bir odan var; erkekler ne der diye düşünmeden yaz!” Sadece doğru değil, önemli bir cümle.

Virginia Woolf’u bir kadın yazar olarak, erkeklerin egemen olduğu bir dünyada bu kadar ön plana çıkaran nedir? Bütün olumsuzluklara karşın bu kadar dirençli olmasını sağlayan etken ne olabilir?

Erkekler, kadın yazarları, ama en çok da kadın şairleri kolay anlayamazlar. Çünkü metafor dünyamız farklı. Ve onlar bizim dilimizi öğrenmeye istekli değillerdir. Ne de olsa, dünya henüz halen onların dünyası. Editör ve eleştirmenlerin erkek olmasını da bu bilgiye eklerseniz, bir kadın edebiyatçının başına neler geleceğini tahmin etmeniz güç olmaz. Daha da acısı, kadın okur da egemen olduğundan belki, ya da kısaca gücün merkezi, erkeklerin kurduğu dile tabi okurlardır bir çoğunluk olarak. Yeni gelen kuşağı bu noktada ayrı tutmak gerek. 1970’lerde doğanlarda kırılma ufak ufak başladı, ama okuduğu romanda özdeşleşmek için olumlu ve pırıltılı kadın karakter arayan kız çocukları azınlıktaydı. Ben azınlıktandım. Şiirdeyse kadın okur, aksi kendini dile getirecek değil, kendisine yazıldığını hayal edeceği şiiri arar ne yazık ki. Yeni kuşakta yine azalan bir eğilim. O Balzamin’dir, o Pia’dır. Feminist tarafta olmak ister ama erkek hayranlığından kendini alamaz. İşte o anlarda Woolf elinizden tutar ve sizi diplomalarınızın başına götürür. Onun da mücadelesi sayesinden birkaç diplomanız olabilmiştir. Oturur, ‘Erkekler ve erkek yazar hayranı kadın okurlar ne der?’ diye düşünmeksizin kendi dilinizi aramayı sürdürürsünüz. Virginia Woolf, dil sahibi bir yazardır, üstelik bir romancı olarak. Siz de dil sahibi olunuz.

‘SİZE DE BİR ŞEYLER DİYOR’

Virginia Woolf’un edindiğiniz ilk kitabını okumaya başladığınızda, sizde bıraktığı ilk izlenimler neler oldu? Kitap sizi nasıl etkiledi?

Çok eğlenceli ve çok parlak bulduğumu anımsıyorum. Bu da bir yöntem, diye düşünmüştüm. Tabii o zaman alt metinleri fark edememiştim.

En sevdiğiniz Virginia Woolf kitabı hangisidir? Neden?

En sevdiğim değil de başlama kitabı olarak “Kendine Ait Bir Oda”’yı bütün kadınlara hararetle tavsiye ediyorum.

Size göre, bir yazar olarak Virginia Woolf’u bu kadar özel yapan nedir?

Woolf hayatta iki kere okunur: Yolun başında, keyif ve cesaret için. Bir de yol daraldığında, yazarsanız yazar, okursanız okur ufkunu genişletmek için. Mümkünse İngilizce okunur, dili de özel olduğu için. Mümkün değilse Türkçesi İlknur Özdemir'den, Tomris Uyar'dan okunur. Woolf, hayata boyut katan yazarlardandır. Menzili genişletir.

Bir Virginia Woolf kitabını okuduğumuzda, insanı şaşırtan, heyecanlandıran, aynı kitabı her okuyuşta, her seferinden farklı şeyler keşfetmemizi sağlayan özellikler nelerdir?

Katmanlı metinler genellikle böyledir: İlk okuduğunuzda üstteki maceraya kendinizi kaptırırsınız. Üstte gezen sözcüklerin peşine takılır, gidersiniz. Sonra döner bir daha okursunuz. Okursanız, görürsünüz: Arkada bir sahne daha vardır. Metinlerin arka tarafında dönen bir başka hikâye daha vardır. Belki Woolf size de bir şeyler diyordur, anlarsınız.

‘ZORLUĞU ALT METİNLERDE’

Virginia Woolf kullandığı “bilinç akışı” tekniği hakkında neler söyleyebilirsiniz?

Bazıları için takibi kolay değil, elbette. Bilinç akışına insan ancak kendini bırakarak, zihnindeki köşeleri tıraşlayarak alışır, zevk alır. Arada olaydan kopabilirsiniz. Olabilir, geri dönün, ya da dönmeyin, belki orada hissettiğiniz, gerçekte olup bitenden daha önemlidir. Malina'yı okurken de Bachmann'a kırılabilirsiniz. Ama bir şey göğsünüzü sıkıştırır, sıkıştıracaktır, o da deneyimin asıl öneminin sizde bıraktığı iz olduğu gerçeğidir. Gerçi itiraf etmek gerekirse, Orlando, takibi çok daha kolay bir kitaptır. Onun zorluğu alt metinlerin deşifre edilmesidir.

Virginia Woolf dünyaya bakışıyla sizi nasıl etkiledi? Okyanus dalgalarının kıyıyı usul usul dövmesi gibi ruhumuzu döven bu dalgalanmalar bir okur olarak hayata bakışınızı zaman içinde nasıl güncelledi?

“Kendine Ait Bir Oda” ve “Orlando” hariç, kendi adıma Woolf'u biraz geç okumuş biriyim. Onu okuduğumda, özellikle onu kendi dönemi içinde yıkıcı kılan meselelerle ve kadın meselesiyle karşılaşmış biriydim. Benim asıl faydalandığım, onun metin kurma yöntemleriydi. Bilinç akışının inceliklerini onun metinlerinde inceleme fırsatı bulduğumu kabul etmeliyim. Ancak bunun yanı sıra, İlknur Özdemir'e katılmamak mümkün mü? Delilik/sağlıklık meselesini ele alış biçimimizi kökten etkilememiş midir Woolf? Özellikle modernitenin getirdiği “yaşamla başa çıkma” biçimlerinden biri olarak Guy Debord'un vurguladığı deliliğin zeminini hazırlayanlardan biri de Woolf değil midir? Hatta deliliğin kısmen modern bir tanımla hayatımıza girişini tartışmamızın nedenlerinden biri de Woolf değil midir? Foucauldiyen bir yaklaşımla, yeni üretim biçimine uyum sağlamakta isteksizlik gösterenleri ya hapse ya akıl hastanesine tıktığımız saptamamızın önünü açanlardan biri Woolf değil midir?

Size göre, Virginia Woolf, kendisinden sonra gelen yazarları nasıl etkilemiştir?

Bence Woolf edebiyatta algılama biçiminin ne kadar önemli ve ne kadar tayin edici olduğunu ortaya koyan öncülerdendi. Kadın meselesinde İngiltere'ye özel bir parantez açmam gerekiyor. İngiltere'de kadın olmak, aslen sözgelimi Fransa'da kadın olmaktan daha az kötü bir şeydi. Bir defa İngiltere, kraliçe topraklarıdır. Yani bir kadının tek başına en yüksek figür haline gelebildiği bir yer. Elbette üniversiteye girebilmek de bir İngiliz kadının öncülük edebileceği bir tartışma olacaktı, bu bağlamda. Fransa'da bir Colette vardı. Ama büyük adım İngiltere'den geldi. Hiç de rastlantı sayılmayacak şekilde, Jane Austen'in ötesinde, Mary Shelley de İngilizdi. İngiliz edebiyatında öncü kadın fikri mümkündü ve gerçeklik oldu. Dolayısıyla birçok konuyu tartışabilmek de İngiliz kadın yazarlardan birine nasip olacaktı, bu Woolf oldu. Bizim Halide Edip'in Dam de Sion'dan değil, Amerikan Kız Koleji'nden gelmesi de bu bağlamda bir rastlantı sayılmaz. Woolf, yalnızca kadınları değil erkekleri de etkiledi. Cesaret öncüsüydü. Anlatı öncüsüydü. Öznenin aslında ilk şahikalarından biriydi ve 1970'lerde özne kaybolmaya başlayana kadar Woolf izlenenlerden biri oldu.

‘EDEBİYATÇI İNTİHARLARI DÖNEMİ’

Virgina Woolf’un Bipolar (duygu durum bozukluğu) hastalığından dolayı acı çekmesi onu yaratım süreci açısından nasıl etkilemiş olabilir? Ve intiharla sonlanan yaşamı göz önüne alındığında, kendisinden sonra gelen yazarlar Sylvia Plath, Türk edebiyatının özel ve çok değerli kalemleri olan Tezer Özlü ve Nilgün Marmara gibi yazarların hayata bakışlarını, hayat felsefelerini nasıl etkilemiş olabilir?

Woolf bir yazardı, bir tercihte bulundu, herhalde bir bildiği vardı. İntihar, ayrı, uzun bir konu. Ama evet, o dönem kadın edebiyatçı, hatta edebiyatçı intiharları dönemidir. Bu başlık altında gerçekte tartışılabilecek isim Tezer Özlü. Yani, Sylvia Plath'i tartışacaksak, Anne Sexton'ı (birlikte intihar planları yapmışlardır) da işe dahil etmemiz ve Nilgün Marmara'yı bu pencereden okumamız gerekiyor. Nitekim Nilgün Marmara, Sylvia Plath'i tartıştığı bitirme tezini “Çünkü kişi ölümü bir eylem olarak seçme yoluyla kendi varlığını gerçekleştirir ve böylelikle kendi varoluşunu hiçlikle tanımlar” cümlesiyle bitirmiştir. Yani, o felsefeyi benimseyen kadınlar, intiharı bir var olma biçimi olarak tercih etmişler, görünüşe göre de bir başarı edinmişlerdir. Ben, Woolf'un biraz daha farklı baktığını düşünüyorum, çünkü onun bipolar bünyesinin dışında intihar için gerekçesi yoktu. Herkeste kadınlık travması var ama tezahür biçimleri farklı, bence. Tabii buna itiraz edilebilir, benim kişisel görüşüm. Bir kıyaslamaya girmemeyi tercih ediyorum.

Editör: Haber Merkezi