SEVAL DENİZ KARAHALİLOĞLU / İZ GAZETE - Aynı gerçekliğe açılan evrenin kapıları Rüyet ve Rüya da kesişir. Rüya ve gerçek arasında ince bir çizgi vardır. Bu çizgi an gelir bulanıklaşır, bizi farklı bir evrene sürekler. Bazen bu evrenin kapıları bir kitabın sayfalarına, bazen de bir filmin akan karelerine doğru açılır. Rüyet kitabının sayfalarında ya da Rüya filminin içinde kaybolduğunuzda hikaye sizi yine aynı bilinmezliğe çıkarır. Rüyet; görmek, bakmak anlamına gelir. Bu sıradan düz bir bakışın ötesinde, gerçeğin ardında asıl var olanı görmeye çalışmak olarak algılanmalıdır. Her şey bu var olanı bulma arayışının bir parçası olarak yapılır. Rüyalar, gerçekler, sözcükler, filmler, sonsuz bir aleme doğru yönelen bakışlar hepsi birbiri içinde eriyerek topluca aynı yere doğru akarlar ve bizi çeşitli sorular sormaya yöneltirler. Biz de bu soruları Rüyet kitabının yazarı ve Rüya filminin yönetmeni Derviş Zaim’e sorduk.

Neden Rüyet?

Rüyet kalp gözüyle görmek anlamına geliyor. Rüyet aynı zamanda pusulanın olmadığı yerde, gece kapalı havalarda denizcilerin yolunu bulma kabiliyetine ilişkin bir gönderme yapar. Bu zengin çağrışımların kitapta anlatılanlara destek olup onları daha da zenginleştireceği ihtimalini düşünerek kitaba bu ismi verdim.

Rüyet kelime anlamı olarak, görmek, bakış diye geçiyor ama bu sıradan bir bakış değil. Rüyet’in anlamı bir bakıştan daha öte bir şey olmalı değil mi?

Kalp gözüyle görmenin düz bir görme olmadığı ve başka görme biçimlerinin var olduğu konusunda ipuçları veriyor ve bu düşünceyi kışkırtıyor.

Rüyet üzerinden gidersek, Rüyet’i rüya ve uyanıklık arasında algılanan farklı bir gerçekliğe, düz gerçeğin ardındakini anlamaya ve içselleştirmeye yönelik bir bakış olarak değerlendirebilir miyiz?

Romanın başkarakterlerinden biri olan Sine uykusuzluk hastalığına yakalanmıştır. Uyku ile uyanıklık arasında yaşadığı renkli çağrışımların, deneyimlerin, düşüncelerin kahramanımız için deneyim alanı sunduğu bir gerçek. Bunun ara bölgede deneyimlerini sürdüren bir kahramanın hikayesi olduğu söylenebilir.

Rüyet kitabını yazma fikri nasıl ortaya çıktı?

Rüya filmini çektikten sonra filmin bana çağrıştırdığı ve kafamda dolaşan bir takım sorular vardı. Bu soruların kışkırtmasıyla karakterler birbirleriyle konuşuyorlardı ve bu kitap ortaya çıktı.

Rüyet kitabının karakterleri ile Rüya filminin karakterleri arasında bir benzerlik var mı?

Kitap filmin bir devamı gibidir. Kitaptaki karakterlere bakarsanız, o karakterleri incelerseniz filmdeki karakterler olduğunu görürsünüz.

Rüyet kitabı Rüya filmin tamamlayıcısı mı oluyor? Neden ikinci bir devam filmi çekmediniz? Onun yerine farklı bir disiplinde, edebiyat alanında devam etme gereği duydunuz?

Çünkü bunun bir roman biçimiyle ortaya çıkması gerekiyordu. Bu hikaye romanın kumaşına sahip. Hikayenin edebiyat türünde, romanın kendi olanakları içinde anlatılması gerekiyordu. Bunun özellikle romanda yer alan ve anlatmak istediğim Şeyh Galip’in Hüsn-ü Aşk Mesnevisiyle bir ilgisi var. Hüsn-ü Aşk’a değinirken edebiyatın kumaşına ihtiyacım vardı. Oraya edebiyat dışında başka bir kumaş gerekmezdi.

Rüya filmine gelirsek, neden mimari eksenli bir film yapma gereği duydunuz?

Ben daha önce “Cenneti Beklerken” filminde Osmanlı Minyatür sanatından hareket ederek filmi inşa etmeye çalışmıştım. “Nokta” filminde Osmanlı Hat sanatı vardı. Daha sonra “Gölgeler ve Suretler” geldi. Orada da Gölge Sanatı merkeze alınıyordu. Bu sözünü ettiğim geleneksel sanatlar filmin içeriği ve biçiminin belirlenmesinde önemli bir rol oynuyorlardı. Ancak içlerinde hep bir eksiklik vardı. Eğer gelenekle ilgili bir iş yapıyorsam, üstelik üç film yaptıysam, on yılı aşkın bir süreçtir bu, düşünüyorsun. “Filler ve Çimenler” de kısmen ebru ile ilgilidir. Belli dönemlerde farklı konular ilgimi çekiyor. O konuya doğru gidiyorum. Onlara giderken farkında olayım olmayayım başka şeyler düşünüyorum. Değişiyorum. Bu akmakta olan bir süreç. Yaptığım şeyle birlikte gelişeyim istiyorum.

Film de sanki halkalar ve kolye üzerinden paralel evrenler kuramına da bir gönderme var gibi değil mi?

Filmde halkalar ve kızın annesinden kalan bir kolye var. Kız bu kolyeyi yapacağı cami için arazide keşif yaparken kaybediyor. Bu kolyenin desenleri caminin ana mekanın kubbesi haline dönüşüyor. Bu kubbe de aslında iç içe geçmiş, tam daire olmayan halkalar olduğu için göğün yedi katlarını belirliyor. Göğün yedi katları anlamında kullanılıyor. Camilerde o kubbeye bu tip bir yapının yedirilmesi, giydirilmesi gibi bir temenni vardır. Orada da başka bir formda bu gök, göksellik meselesi ifade edilmeye çalışılmıştır. Klasik bir Osmanlı Cami Mimarisi formu yerine böyle bir yapı düşünülmüş. Burada konuşulması gereken konulardan bir tanesi kızın kayıp olan kolyesinin “düşlerde geri gelmesidir”. Kızın annesinin kolyesi olması ve bunu da caminin bir parçası yapması düşünülmesi gereken bir noktadır.

Filmdeki aynı karakterler, aynı anda, aynı mekanlarda birbirlerine hiç dokunmadan, birbirlerini hiç görmeden bulunuyorlar. Bu bir çeşit zıtlık oluşturmuyor mu?

Filmlerde anlatılar zıtlıklar üzerinden gider. Bu filmde de zıtlıklar var. Karakterlerin aynı anda bir sokakta bulunmaları farklıdır. Bu farklılıklar biçimlerinin ve gittikleri yolların gittikçe farklılaşmasından kaynaklanır. Karakterlerin birbirlerinden bağımsız olarak sokakta, camide, bir araba park yerinde yürüyüp geçip gittiklerini görürüz. Bu karşılaşmalarda, hep ötekilerin bakış açısıyla söz konusu edilen bir sekans filmin ileriki bölümlerinde muhakkak gelir kızı bulur. Bu manada film, değişik bakış açılarının bir araya getirildiği kübik bir yapıya sahip olur. Film, bu manada bir minyatürün çatısını kaldırmaktadır. Minyatürde çoklu bakış açısı ve kübizmde olduğu gibi çoklu derzler birbiriyle eş zamanlı olarak kullanılır. Bu filmin yapısı da böyle bir yapıya sahiptir.

Bu filmde kızların hangisi gerçek?

Burada “gerçek” sorusu doğru bir soru mu emin değilim. Şöyle ki betonu su ve çimento oluşturur. Beton, beton haline geldikten sonra onun suyunu ve çimentosunu birbirinden ayıramazsınız. Artık beton bir bütündür. Burada beton bir geştalttır. Beton artık onu oluşturan parçalara indirgenemez. Bu karakterler hep beton gibi bir bütündürler, aynı karakterin verdiği kararlar doğrultusunda ayrı varyasyonlarıdır. Biz de kendi hayatımız hakkında konuşurken, “ah o zaman şöyle yapmış olsaydım, hayatım daha farklı olurdu” deriz. Sizin birkaç varyasyonunuz olsaydı, verdiğiniz kararlarla hayatınız çok farklı yönlere giderdi.

Filmin başlangıç ve bitiş noktasının aynı olması insanda “geldik yine hikayenin en başına” duygusunu uyandırıyor. Bu bana kuyruğunu yutan yılanı anımsattı. Bunu nasıl açıklıyorsunuz?

Filmin içinde “ouroboros” var zaten. Kendi kuyruğunu yutan yılan ya da ejderha şeklinde resmedilen semboldür. Kızın çalıştığı bilgisayarda ouroboros’u görürüz. Başladığımız yere geri dönme konusu filmin içersinde vardır. Mitolojik hikayelerde kahramanlar başladıkları yere geri dönerler ama yolculuğun kendisi onlar için başlı başına bir hazinedir. Yolculuğa çıkmış olmanın verdiği kazançla, yolculuğun kendisinin onlara kazandırdıklarıyla artık aynı insan olmadıklarını fark ederler. Yolculuğun başlangıcındaki insanla yolculuğun sonundaki insan artık aynı insan değildir. Yolculuk insana çok şey katmıştır. Dolaysıyla başladığı yere gelmiş olmak “sıfıra sıfır, elde var sıfır” demek değildir. Başka birine dönüştüğü için yolculuğun kendisi en büyük hazinedir.

Filmi bu yüzden çektiniz değil mi? Bir çeşit yolculuk olduğu için..

Bu filmi bir yolculuk olarak değerlendirmek mümkün. Her yolculuk zordur. Yolculuğun kendisi zordur. Durakları, istasyonlarıyla bir bütündür.

İnsanın rüyasını gerçekleştirmesi adına verdiği mücadele filmin çıkış noktalarından biri olabilir mi?

Elbette mimar kızın bazı rüyaları var. Rüyalarını da aşan ütopyaları var. Filmde Yedi Uyurlar menkıbesi nasıl yorumladığıyla ilgili bir şey sorulduğunda, “bu bir ütopya felsefesi. Adamlar üç beş yüz yıl uykuya yatıyorlar. Çünkü zaman kötü ve zaman istedikleri zaman dönüşünce uyanıyorlar” şeklinde açıklar. Biz “Yedi Uyurları” ütopyaların gerekliliği ve korunması gerektiği şeklinde yorumluyoruz. Bunun yanı sıra rüya olgusu doğu ve batı kültüründe çok farklı yelpazeye yayılan zengin bir anlam içeriyor. Herkes kendi anlayışı doğrultusunda rüya olgusunu yorumlayabilir. Filmi benim düşüncelerimden bağımsız olarak yorumlayabilirsiniz. Bu da kötü bir şey değildir ve hatta benim hoşuma gider.

Rüya filminin felsefesi nedir?

Rüya filmini bir geştalt olarak görmekte fayda vardır. Geştalt konusunda biraz önce konuşmuştuk. Daha önce dediğim gibi, geştalt beton gibidir. Betonu onu oluşturan suya ve çimentoya indirgenemez. Onları aşan, onları da içeren ama onlardan da ibaret olmayan bir tarafı vardır. Rüya filmi de onu oluşturan felsefesi bağlamında bir geştalttır. Rüya filmini benim yorumladığım gibi yorumlamak ve benim gösterdiğim şekilde algılamak zorunda değilsiniz. Rüya filmi farklı dönemlerde, farklı biçimlerde yorumlanabilecektir. Bu da beni çok mutlu ediyor.

Adalet bağlamında filmde yargıç rolünü oynamanızı nasıl açıklıyorsunuz? Üstelik filmde hakim kötülerden yana verdiği kararla kamu vicdanını yaralıyor.

Yargıç rolünü oynatmak istediğim kişinin o gün bir işi çıktı ve gelemedi. Etraftaki herkesin filmde bir rolü vardı. O gelemeyince mecburen yargıç rolünü ben oynamak zorunda kaldım. Bu ilginç bir durum oldu. Filmde karar verici ve tayin edici bir karakteri oynuyorum. Hakim karakterinin ağzından çıkan “evet ya da hayırla” filmin gideceği yön çok farklı bir hale gelebiliyor. Böyle hükmedici bir karakteri yönetmenin ya da yazarın kendisinin oynamasının getirdiği bazı sorunlar var. En basiti yönetmene ya da yazara güvenilebilir mi? Hayır güvenilemez. Çünkü yarattıkları karakterle ilgili olarak adalet duygusuyla ilgili en ters durumları oluşturuyorlar.

Film adalet ve vicdan kavramlarını da irdeliyor. Rüya filmi vicdan kavramını nasıl ele alıyor?

Vicdan konusu benim bütün filmlerimde var. İnsanı insan yapan en önemli melekelerden birisinin vicdan olduğunu düşünüyorum. Vicdana doğduğumuz anda sahip miyiz? Ondan pek emin değilim. Vicdan büyütülmesi, beslenmesi, korunması, üzerine titrenmesi gereken insanı insan yapan bir melekedir. Adalet konusuna gelince, “Cenneti Beklerken” filminde Vezirin Eflatun’a yolculuğa çıkmadan önce söylediği “bu dünyaya hem adalet hem güzellik lazımdır” sözünün yaptığım bütün filmler için geçerli olduğunu düşünüyorum. Bu filmler ve kitaplar, bu dünyaya “daha fazla adalet ve daha fazla güzellik katmak” için yapılıyorlar.

Editör: Haber Merkezi