TUGAY CAN / İZ GAZETE- Bu yıl 13’üncüsü gerçekleşen Türkiye Tiyatro Buluşması birbirinden önemli isimleri bir araya getirdi. Sanatçı Orhan Aydın da 13. Türkiye Tiyatro Buluşması’na gerçekleştirdiği atölye eğitimi ile destek verdi.

Orhan Aydın ile İzmir ve İzmir çevresinde yer alan Antik Kentlerden, Türkiye ve İzmir siyasetine ve geçtiğimiz ay Urla’da yaşamış olduğu gözaltı sürecine dairbirçok konuda keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.

Ülkemiz Antik Kent ve antik tiyatro açısında çok zengin. İzmir’de bu konuda başı çeken şehirlerden bir tanesi. Siz bu açıdan özellikle İzmir’i nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kendi ülke insanlarımın bundan habersiz olduğunu görüyoruz. Çünkü eğitim sistemi bunun üzerine değil. İnsanlar yaşadığı toprakların düne dair neden kıymetli olduğu ve ne kadar uygarlıklar zenginliğini taşıdığından habersiz. Bütün Smyrna bölgesi, Aydın bölgesi, Muğla bölgesiolduğu gibi insanlık tarihinin uygarlık tarihinin ortaya çıktığı andan itibaren onlarca kültürel varlığa ev sahipliği yapıyor ve bu bölgeler dünyanın en fazla açık hava tiyatrolarına sahip olduğu bölgeler.

Muğla, İzmir ve Aydın'ı içerisine alan bölge içerisinde toplam 46 tane açıkhava tiyatrosu bulunuyor. Bunların yaşayanları, ayakta duranları var. Efes Antik Kenti ve Kaş'ta bulunan olduğu gibi yaşıyor. Ama Kaş'tan biraz daha aşağıya doğru Antalya bölgesine doğru gittiğiniz zaman Aspendos'un da yaşadığını görüyorsunuz. Ancak Side ne yazık ki ölmek üzere. Çünkü sistemler bunlarla ilgisiz. İzmir'de de Varyant'ta Smyrna Antik Kenti'nin tiyatrosu ortaya çıktı. O bile başlı başına düne dair bu coğrafyada uygarlıkların sanatsız yaşayamadıklarını, insanların bu nedenle barışık ve sevgi dolu olduklarını gösteren bir yer. Çünkü kentin tarihi limanına da bakan bir alanda bulunuyor.

‘SOYER’İN KATKILARI İLE’

Benzeri şey Seferihisar için geçerli. Teos Antik Kenti insanlığın ilk oyuncu birliği ve oyunculuk merkezi. Burada üç farklı kazı gerçekleştiriliyor. Bu antik kentin ortaya çıkmasını sağlayan kazının şimdilerde Büyükşehir Belediye Başkanı olan dostumuz arkadaşımız Tunç Soyer’in katkıları ile olmuş bir iştir. Birleşmiş Milletler ve UNESCO tarafından projelendirilmeye çalışıldı. Biz bu konuda yazdık, çizdik, bağırdık ama halen karınca adımları ile gidiliyor. Bir an önce hayata katılması gereken yerlerden bir tanesi. Benim ülkemde oyunculuk eğitimi veren, sanat tarihi veren okullarda adı geçer yalnızca. Oysa bu işin arka planına kimse inmiyor. Dünyanın pek çok yerinden birçok sanatçı, tiyatro oyuncuları buraya turlar ile geliyor. Ancak benim ülkem bu konuda kurak bir atlas halinde olduğu için umursamıyorlar, taş yığını olarak bakıyorlar.

Demokratik ülkelerde kültürel kalıplar üzerinde beton yığınları göremezsiniz. Bu açık biçimde kendi topraklarına hainliktir. Bunun gibi binlerce örnek var Türkiye’de. Mesela Fethiye’de antik tiyatro manzaralı yazlık evler satılıyor. Çevresi kuşatılmış. Tiyatronun oturma bölümü bitiyor arada bir miktar yürüme mesafesi var ardından ise evler başlıyor.

'AKP DERİN YARALAR AÇTI'

Sizce bu süreç içerisinde yerel yönetimlere neler düşüyor?

Her şeyi de yerel yönetimden beklememek lazım. Bu bir kültür politkasının parçası olduğu zaman işleyebilir. Demokratik bir devletin kültür sanat politikaları olmalı. Özellikle bizim gibi tüm dünya insanlarının kültürel mirasının bulunduğu bir ülkede Kültürel varlıklara karşı farklı bir siyaset izlenmesi gerekir. Yalnızca bununla bu ülke kalkınabilir. O kadar zenginiz diye düşünüyorum. 132 tane açıkhava tiyatrosu olan bir ülkede yüzlerce uygarlığın Frigya’dan Roma’ya kadar bütün uygarlıkların yaşadığı bölgede bunu başarabilmek turizm açısından çok fazla katkı sağlar. Turizm denen şey sadece deniz, kum ve güneş değil. Asıl turizm budur. Bunu yerel yönetimlerden beklememek lazım ancak merkezi yönetim yapmıyor diye de yerel yönetim el sürmüyorsa o da hata eder. Burada bunun güzel bir örneği var. Seferihisar’da Sığacık Teos Antik Kenti gibi bir çalışmayı Seferihisar’a Tunç Soyer gibi bir belediye başkanı gelene kadar kimse düşünmemişti nedense.Demek ki bir akıl gerekiyor. Kültürel varlıkları hayata katmanın bir zenginlik olduğunu algılamak ve saygı duymak gerekir öncelikle. Taş yığını diyerek ötelemek değil, gavur kültürü diyerek düşmanlaştırmak değil onu hayata katıp dünya insanlarının ortak mirası gözüyle bakıp onun üzerinden bir getiri elde etmek gerekiyor. Kaldı ki bu alanda AKP’nin açmış olduğu çok derin yaralar var. Müze girişlerini özelleştirmiş, 80 lira olmuş giriş kapısı. Bu gelmeyin gitmeyin anlamı taşır. Çünkü ekonomik anlamda giderek dibe vuran bir Türkiye’de hangi yurttaş müzeye ve 80 lira verebilir ki?Bu başlı başına bir sorun. Dünyada da müzeler pahalıdır ancak onlar müzedir. İçerisine girdiğin zaman kültürel birçok kalıp görebilrsiniz. Bizde değerli anlamda müze diyebileceğimiz yerler bir elin iki parmağı kadardır. Müze tanıtımı ne yazık ki sadece broşür basarak gerçekleştirildi.

Bir ülkenin ortak aklı olan ortak geçmişe dair kültürel varlıkları da devletin işletmesi gerekiyor, peşkeş çekmemesi gerekiyor. Devletin malı halkın malıdır. Halka sormadan tek santimini satamaz. İzmir bölgesi bu açıdan çok öenmli. Efes Antik Kenti Meryem Ana meselesi ile de bağlantılı olarak dünya insanlığının en büyük Antik Kentleri’nden biri olarak varsayılıyor. Efes Antik Kenti’ne giriş fiyatları 80 lira, su 10 lira... Bunlar tuhaf, aptalca ve anlamsız şeyler. Bu tür alanları kültür sanat etkinlikleri için de açmak gerekiyor. Büyük Senfoni Orkestralarının gerçekleştireceği konserler, tiaytro gösterilerinin bu alanlarda gerçekleştirilmesi buraların yaşamasını da sağlar. Bu kültürel politika olmalıdır.

‘SANAT SİYASETTİR’

Siz sanatın politikadan ayrı düşünülemeyeceğini savunan sanatçılardan birisiniz. Yerel seçimlerin ardından ülke siyasetini nasıl yorumluyorsunuz? Geçtiğimiz günlerde Urla’da katıldığınız Tiyatro Festivali’nin ardından gözlatına alınmıştınız. Tüm bunlar hakkında ne söylemek istersiniz?

Sanat siyasettir. Keşke siyaset de sanat gibi yapılabilse. Kendi ülke gerçekliğinden, dünya insanlarının gerçekliklerinden uzak, suya sabuna dokunmayan insanların ürettiklerinin adına sanat demek başlı başına bir sorun teşkil eder. Dolayısıyla ülke emekçilerinin, işçilerinin, yoksullarının ülkedeki adaletsizliğin, eşitsizliğin karşında üretmeyenlerin, bunu kalbinde hissetmeyenlerin yaptığı işe bir sanatsal faaliyet demek de aslında suya sabuna dokunmayan insanlara destek anlamına gelir. Ben 47 yıldır bu anlamda ‘Toplumsal Gerçekçi’ sanatın, yani halkın sorunlarını dile getiren, ona çözüm önerisi getiren değil onların önünü açan ve ortak akıl yaratmaya çalışan üretimlerde bulundum. Türkiye’nin bu bahsettiğim anlayışa evrilmesi zor görünüyor. Çünkü çok sancılı bir süreç içerisinden geçiyoruz. Benim ülkem ne yazık ki bir de darbeler ülkesi. Hem 12 Mart’ta hem de 12 Eylül’de önce bu demokratik kültürün önü kesilmiştir. Tiyatrolar kapatılmış, filmler sansüre maruz kalmıştır. Aydınlar, yazarlar ve çizerler haklarında davalar açılarak cezaevine atılmıştır. Tıpkı bugünlerde olduğu gibi susturulmaya çalışılmıştır. Ancak her iki darbe döneminde de insanlık kültür ve sanat ile başını kaldırmayı başarabilmiştir. Benim Urla’da yaşadıklarım az önce bahsetmiş olduğum düşmanlığın bir parçası aslında. Yedi buçuk saat gözaltında tuttular. Ancak yalnız olmadığımızı anladılar. Gece 3’ten itibaren 118 medya grubunda –ki bunun içerisinde uluslararası yayın kuruluşları da var- canlı yayınlar yayınlandı. Türkiye’de yandaş basın bile kullanmak zorunda kaldı. Ana muhalefet partisinin lideri ve tüm milletvekilleri, parlementoda bulunmayan sosyalist damar ÖDP ve Türkiye Komünist Partisi, parlamentoda olan HDP’den, tüm STK ve odalar dahil olmak üzere binlerce insandan ‘geçmiş olsun’ ve destek mesajları aldım. Bu da yaşamış olduğum şeyin bir hukuksuzluk olduğunun belgesiydi. Bunun üzerine fazla konuşmak gerekmiyor. Ancak şunu bilmek gerekiyor ki ‘Eşitlik özgürlük barış ve kardeşlik mücadelesi sanat yoluyla yürütenler de bu bu coğrafyada yalnız değiller’ bunu bir kez daha anlamış oldum.

Tunç Soyer sizce İzmir’e kültürsanat dünyası açısından nasıl bir boyut kazandırabilir?

Tunç çok heyecanlı ve çok yaratıcı bir arkadaşımızdır. Ekolojik hayat ile barışık yaşamayı ve ekolojik hayatı insan hayatının bir parçası görmek için de elini toprağa süren biridir. Bunu Seferihisar’da ‘Tohum Takas Şenliği’nde, burada oluşturduğu ormanda gördük. Seferihisar ‘Sessiz Kent’ ilan edildi. Bunu kendisi ilan etmedi. Sığacık’ta yapmış olduğu çevre düzenlemesi ve resterasyonlarla, kültürel varlıklara olan katkısını gördük. Az önce de bahsetmiş olduğum Teos Antik Kenti’nde çabalarını gördük. Kapısı halka açık bir geldiği için biraz da bunu söylerken fazla övücü duruma geliyoruz belki ama bunu sonuna dek hakkımzı olduğunu düşünüyorum. Tunç bizim meslektaşımız, bir tiyatro oyuncusu. Ankara Sanat Tiyatrosu’nda oyunculuk yaparak buraya gelmiş bir arkadaşımız.Dolayısıyla dünyadaki sanat akımlarının durumlarını ya da ülkemizdeki sanat düşmanlığının ne boyutlarda olduğunu çok iy bilen bir arkadaşımızdır. Seferihisar’da gerçekleştirmiş olduğu bütün çalışmalar İzmir’de ne yapacağına yönelik işaretlerdir. Çünkü başından beri İzmir için çok büyük projeleri hep düşleyen bir isimdi. Biz buna tanığız.

‘İZMİR’DE DEMOKRASİ KENDİSİNİ KIŞKIRTIR’

İzmir’de demokrasi kendi kendisini kışkırtır. O damar öyle bir damardır. Barışı, özgürlüğü herkes için istiyorsak o zaman herkes için yapabileceğimiz sanatsal etkinliklerle göstermeliyiz. Çünkü şiir herkes içindir, tiyatro herkes içindir. İzmir’de herkesin bir araya geleceği alanlar yaratmak zorunda. İzmir’in en temel sorunlarından biri salonlar. Kültür sanat etkinliklerini merkez ilçeler gibi çevre ilçelere de yaymak gerekir. 45 sene evvel oyun sahnelediğim Kültürpark’ın artık bir sanat parkı haline getirilmeli ve orada onlarca salon olmalı. İşte o zaman bu topraklarda yaşayan eski kültürel kalıplara ve uygarlıklara saygı da yaşanır. İzmir’de eğer bir değişim yaşanacaksa bırakalım sanayinin gelişmesini, asıl damarın toprakta olacağını düşünüyorum. Ama sanat alanlarını destekleyen bir politika güdülmelidir. Sanat organizasyonlarını belediye adına yönetecek olanların da sanat emekçileri olması gerekiyor.

Editör: Haber Merkezi