İZGAZETE - İzmir Halk Tiyatrosu oyuncusu Yunus Kara sorularımızı yanıtladı. Kara, “Çok sevdiğimiz sokaklara geri döneceğiz ve o zaman tiyatro seyircisine, seyirci de tiyatrosuna kavuşacak” dedi.

Yaşadığımız olağanüstü süreç bildiğimiz tüm ezberleri bozdu. İnsanların büyük bir çoğunluğu evlerinde izole bir şekilde hayat sürüyorlar. Bundan tiyatro da etkilendi. Tiyatro salonları boş kaldı, oyunlar iptal edildi. Koronavirüs tiyatroyu ne şekilde etkiledi bu süreçte? Sizin ertelenen oyununuz oldu mu?

Biz de İzmir Halk Tiyatrosu olarak üç farklı oyun ile devam ettiğimiz sezonda planladığımız oyunları iptal etmek zorunda kaldık tabii bu virüs sebebiyle. İki yetişkin, bir çocuk oyunu hazırladık seyircimize sunmak üzere. Yetişkin oyunlarımızın içinde ‘Aziz Nesin Kabare’ yoğun bir ilgiyle karşılandı, seyircinin teveccühüne mazhar oldu ki en son oynadığımız oyun da bu oyundu. Son olarak 13 Mart akşamı Bostanlı Suat Taşer Açıkhava Tiyatrosu’nda seyirci karşısına çıkabildik. Bir diğer yetişkin oyunumuz olan ‘Elveda Saraybosna’yı çok daha az oynayabildik zira bu oyunu sezon açıldıktan çok sonra sahnelemeye başlamıştık. Bir de ‘Keloğlan ile Ali Cengiz’ isminde çocuk oyunumuz var idi; hepsinin oyun takvimini iptal etmek zorunda kaldık. Böyle süreçlerde tabii ki öncelik sağlıktır. Genelde sanat, özelde tiyatro üzücü ve zor zamanlarda hep ilk iptal edilen etkinliklerdir salt eğlence aracı olarak görüldüğü için. Tabii ki sadece eğlence aracı değildir lakin öyle kabul etsek bile eğlencenin de bir insani ihtiyaç olduğunu ve ne kadar önemli olduğunu da öğretiyor aslında bir yanıyla yaşamakta olduğumuz bu süreç. Eğlencenin ötesinde baktığımız zaman da bir kültür faaliyetinin yanı sıra bir sosyalleşme imkânı da sağladığını uzak kalınca daha iyi gördük ki bu kavramlarında insan hayatının ve psikolojisinin güzelleşmesi ve iyileşmesi için ne kadar önemli ve vazgeçilmez olduğunu da hep birlikte deneyimliyoruz kişisel karantina hayatlarımızda. Genel anlamda tiyatronun nasıl etkilendiğine gelecek olursak da tiyatro tarih boyunca insana en yakın sanat olagelmiştir toplumsal açıdan ve insanın etkilendiği her durumdan insanla birlikte ve insana en yakın biçimde almıştır payına düşeni. Bugün yaşadığımız bu sosyal izolasyon ya da kişisel OHAL sürecinin sonunda da bu böyle olacak. Bu süreci atlatmak tabii ki çok zor olacak lakin sağlıklı bir dünyaya kavuştuğumuz zaman bugün yaşadıklarımız, gelişen yaratıcı yönünüz, psikolojik travmalarımız, eğlenceye olan ihtiyacımız ve en önemlisi kişisel ve toplumsal kayıplarımız tiyatroda da canlanacak elbette. Biraz daha somutlamak gerekirse teknolojiyi kullanarak (zaten toplumsal olan) derdini toplumla paylaşabilen ve çok doğru bir yerden bu dert ile isyan ettiği için toplumsal sorumluluğunu yerine getirmeyen iktidarın korkmasına sebep olup gözaltına alınan Malik Yılmaz bir tiyatro oyununda yeniden çıkacak karşımıza ve biz “Ama beni bu virüs öldürmez, senin düzenin öldürür” cümlesinin neden bu kadar güçlü ve birileri için korkutucu olduğunu daha iyi anlayacağız.

Toplumsal olaylarda yaşanan gelişmeler sanatı da dolaylı olarak etkilemekte. Bu sürecin etkileri ne yönde olacak? Tamamını olmasa da bir kısmını öngörmemiz mümkün olur mu?

Öncelikle yaralarımız belki de ilk defa derinliğine bakılmaksızın ‘hepimize’ aynı acıyı yaşatacak. Bu süreci hayatta kalarak atlatabilenler için işin en kolay kısmı fiziksel tedavi olacak. Bu anlamda sanat üretimi için toplumsal anlamda çok çok hassas bir süreç yaşayacağımızı ve fakat bir yandan da insanların toparlanmak için de en çok sanata ihtiyaç duyacaklarını bilerek bu süreci takip etmek gerekiyor. Can derdine düşen insanlar yalnız bırakılırken, aşağılanırken, zulüm görürken hatta gözaltına alınırken öfkeleri ve yönetenlere karşı umutsuzluğu; dile gelmese bile isyanı büyür. Bu öfke, umutsuzluk ve isyanı kimse görmese bile tiyatro görmek zorundadır. Ülkeyi yönetmesi için yetki verdiği iktidardan bu kadar hayati ve ciddi bir süreçte bir el uzatmasını, hayatta kalmasını kolaylaştıracak desteklerde bulunmasını beklerken o iktidarı halktan destek ister ve bütün sorumluluğu halkın omuzlarına yükler halde buldu ki aynı iktidar bir yandan da ihalelerle ve sermayenin vergilerini affetmekle meşgul. Dolayısıyla yeni süreçte sanat halkın derdi ile şekillenirken bu derde rağmen seyirciyi eğlendirmeyi nasıl başaracağım derse aradığı hiciv çok uzakta olmayacak.

Sosyal medya üzerinden yapılan tiyatro gösterimleri hakkında ne düşünüyorsunuz?

Çok önemli ve çok değerli buluyorum. Ana akım medyanın meşguliyeti malum vaziyette iken ve insanlar sosyal izolasyon ile birbirlerinden uzaklaşmışken birbirimize bakabildiğimiz, dokunabildiğimiz ve belki de hayata bağlanabildiğimiz tek yer şu an sosyal medya. Mecburiyetten ve sürekli olarak evde kalmak insanı hem zihnen hem de fiziken tembelleştiren bir durum. Fiziksel tembelliği aşabilmek için önce zihin tembelliğimizi aşabilmemiz gerekli ve bunun için sosyal medyada kültürel, sanatsal ve özellikle mizahi üretimlerin paylaşılmasının vazgeçilmez değerde olduğunu düşünüyorum. Ayrıca sanat üretenler açısından da bu paylaşımların büyük bir önemi var; sanatçılarda hem üretim açısından tembelleşmekten kurtulacaklardır hem de zor ve kısıtlı bir şekilde devam eden hayattan kopmayacaktır. Her zaman olduğu gibi bu süreçte de sanatçı için hayatta kalmak yetmez. Hayatta kalan diğer insanlar nasıl hayatta kalıyorlar? Neler yapıyorlar? Neler yaşıyorlar? Neden üzülüp nasıl kendilerini teselli ediyorlar? Kısa zamanlarda bile mutluluğu, neşeyi yakalayabiliyorlarsa bunu nasıl yapıyorlar? Neler söylemek istiyorlar? Neler duymak istiyorlar? Daha sorulabilecek yüzlerce soru var ve sanatçılar bu üretim ve paylaşımlar ile seyircilere ulaştığı sürece bu soruları bazen sorarak bazen de sormadan cevaplandırma ve bu süreçte de insanları anlama imkânını yakalayacaklardır.

Bu dönemde sinemanın; insanların evlerinde vakit geçiriyor olmasına bağlı olarak tiyatroyu işlevsiz kılması mümkün müdür?

Herhangi bir sanat dalı, başka bir sanatı işlevsiz kılmaz bilakis tüm sanat üretimleri birbirini destekler. Teknik olarak da birbirini destekler sanat üretimleri lakin teknik konular ile okuyucuyu sıkmayalım. Teknik konuların yanı sıra zihinsel anlamda da çok fazla destekler birbirini sanatçıların üretimleri. Bunu çoğunlukla bilerek yapmaz tabii sanatçılar. Dur ben bir film çekeyim de tiyatrocular da bundan etkilensin demez bir yönetmen lakin o çektiği filmde söylediği bir cümle o filmi izleyen bir tiyatrocunun dimağında başka bir çağrışım yaratacaktır. Keza o yönetmende belki gördüğü bir heykelden etkilenerek o filmi çekmiştir. Seyircinin ilgisinin belli bir sanat dalına yoğunlaşmasından bahsediyorsak o da dönemsel bir durum. İlelebet evlerde kapalı kalmayacağız elbette, eninde sonunda çok sevdiğimiz sokaklara geri döneceğiz ve hayatlarımıza kavuşacağız. O zaman tiyatro seyircisine, seyirci de tiyatrosuna kavuşacak tabii ki.

Eklemek istedikleriniz neler?

Hepimizin can derdine düşmüş olduğumuzun elbette farkındayım lakin öncelikle şunu unutmayalım; kendi yaşadığımız kadarıyla tarihte ilk kez kendi canımız karşımızdakine dikkat ettiğimiz kadar güvende. Kendi OHAL’inizi ilan edin yani kendi başınızın çaresine bakın denen bir dönemde canlarımız birbirimize emanet. Hayatta kalmak için şu anda evde kalmak, sosyal izolasyon ve kişisel temizliğe her zamankinden daha özen göstermekten daha fazla yapacak bir şeyimiz yok şimdilik lakin evde kalamayanlarımız da var. Evsizlerimiz, evinde internet olmayanlarımız, elektrik, su faturalarını veya kiralarını ödeyemeyecek olanlarımız var. Kendi tedbirlerimize elbette uyarak etrafımıza biraz daha dikkatli ve özenli bakmakta fayda olduğunu düşünüyorum ben. Özenli demişken; özellikle yaşlılarımıza dikkat etme meselesi insanlık dışı muamelelere varmamalı mesela. Evet büyükşehir belediyesinin yardım ve destek hizmeti var ama bundan haberdar olamayabileceklerini unutmayalım. Ayrıca az önce bahsettiğim ekonomik zorunluluklar yüzünden insanlar hala çalışmaya yani sokağa çıkmaya mecburlar. Sokakta gördüğümüz insanlara zombi, öcü, pislik muamelesi yapmamalıyız. Unutmadan şunu eklemek isterim; bu izolasyon hayatlarımızda kendi dışımızda anlayacağımız iki durum daha var bence. Birincisi hayatta kalmak ve o hayatı güzelce yaşamak için belki de en önemli faktörün diğer insanlar olduğunu anladığımız bu sürecin diğer insanları öldürdükçe aslında kendimizi öldürdüğümüzü anlatsın isterim. Sadece geçen sene 474 kadın öldürdük biz bu ülkede. İkinci konuda şu ki; evet zorunluluktan ama sonuçta kendi iradelerimizle evlere kapanmış durumdayız biz şu an ve hayatımızın, psikolojimizin şimdiden ne hale geldiği hepimizce malum. Dolayısıyla hayvanat bahçesinde hapsedilen canları anlamaya en yakın haldeyiz. Ya onlar gibi ömür boyu kapatılmış olsaydık...

Editör: Haber Merkezi