YAĞIZ BARUT / İZ GAZETE - İzmir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nın (İzBBŞT) oyuncularını daha yakından tanımak, yaşam hikâyelerini öğrenmek ve tiyatro sanatının değerlerini topluma yansıtabilmek amacıyla başlattığımız söyleşi dizisinin beşinci konuğu İzBBŞT’nin tecrübeli oyuncularından Hatice Altan oldu.

İzmir Şehir Tiyatroları’nın 9 Aralık’ta ilk gösterimini yaptığı Tavşan Tavşanoğlu isimli ikinci oyununda Tavşan rolünü canlandıran Hatice Altan; Fransız yazar Coline Serreau’nun kaleminden yazılan ancak günümüz Türkiye’sinin ekonomik ve sosyal krizlerine de ciddi göndermeleri olan oyunu, “Sisteme karşı fantastik bir müdahale” olarak yorumladı. Altan, “Sahneye koyduğumuz oyunların insanlara bir şeyler söylemesi gerekiyor. Yoksa biz sadece Fransızlara hitap eden bir oyunu neden oynayalım. Sistem ahtapot gibi kollarını her yere attığı için aynı dert bizim ülkemizde de var” diyerek oyunun güncelliğine vurgu yaptı.
 

‘BABAMIN TİYATRO AŞKI’

Sizi tanıyabilir miyiz? Nasıl başladınız tiyatroya?

Ankara’da 1961 yılında doğdum. Babam Ankara’nın bir köyünden çıkıp gelmiş, 5 vakit namazını kılan dini bütün bir insandı. Bir sabah, radyoda konservatuara tiyatro bölümüne öğrenci alınacağını duyunca beni uyandırdı ve adeta sürükleyerek sınavlara götürdü. Yol boyunca ‘Baba yapamam, başaramam’ diye ağladım ama dinlemedi. Babam memurdu ve her ay bir tiyatroya gider, beni de yanında götürürdü. Bunları; böyle bir adamın tiyatroya olan aşkı sayesinde bugünlere geldiğim için söylüyorum. Tiyatroyu seviyordum; görünür olmayı, fark edilmeyi herkes ister ama hiç oyuncu olmayı hayal etmemiştim.

‘15 YIL SAHNE ALMADIM!’

Okulun hemen ardından devlet tiyatroları yıllarınız başlamış.

Konservatuvarda 4 yıl okuduktan sonra Bursa Devlet Tiyatrosu’nda 1 yıl stajda kaldım. Sonra Ankara’ya dönerek devlet tiyatrolarında çalışmaya başladım. Ben aslında 15 yıldır sahne yüzü görmüyorum. Bu, tiyatroyla ilgilenmediğim anlamına gelmiyor tabii. Oyunlar, rejiler yapıyorum ama sahne üzerinde oyuncu olarak bulunmuyorum.

Devlet tiyatrolarında 27 yılımı tamamladığımda İstanbul’a tayin için kuruma dilekçe verdim. O zamanın genel müdürü, tayini hak ettiğimi söylemişti. Hazırlıklarıma başladım ve bu arada 2 çocuğum da okul tercihlerini İstanbul’dan yana kullandı. İstanbul’a geldim ve bir yıl sonra ben tekrar Ankara’ya çağrıldım. Bu arada resmi olarak oyun verilmemesine rağmen ikramiyemi kesmeye kalktılar. Dava açtım; çünkü bana verilmiş oyunu reddetmiş değildim. Hem oyun asmıyorlar hem de oynamıyorum diye ikramiyemi kesiyorlar. Davayı kazandım. Aslında kurum içindeki duruşumla ilgili politik sorunlar yaşadım. Çünkü biz yıllarca kurumun demokratikleşmesi ve özerkleşmesi için mücadele eden ekiptendik.

‘TİYATRODAN KOPMADIM’

Ne yaptınız sahneye çıkmadığınız dönemlerde?

İstanbul’da veya Ankara’da hiçbir zaman sadece devlet tiyatroları oyunculuğuyla yetinmedim. Her zaman kurum dışında eğitim ya da oyunlarla ilgili çalışmalarımı yürüttüm. Okullarda çalışıyorum, şiir rejileri yapıyorum; şiirlere dokunmadan onlarla ilgili oyunlar yapıyorum. Bu kıymetli bir şey benim için. Bahçeşehir Üniversitesi’nde de bir süre yüksek lisansta sunum ve hitabet dersleri verdim. Kıbrıs’a birçok kez misafir sanatçı olarak gittim. Hâlâ Kıbrıs’ta oyun yapıyorum. Yani tiyatrodan hiç kopmadım.

Sizin için büyük bir özlem olmalı sahneye çıkmak.

Elbette. Yeniden sahneye çıkmayı hep istiyordum. Çünkü oyunculuğu öğrettikçe de öğreniyorsunuz. Yıllar şunu gösteriyor; ‘ah şimdiki aklım olsa’ ya da ‘şu rolü şimdi oynasam’ gibi şeyler düşünmeye başlıyorsunuz. Bu yüzden birkaç tiyatroya da oynamak istediğimi haber vermiştim. Geçen yıl da İzmir Şehir Tiyatroları’nın sınav duyurusunu gördüm ve buraya geldim.

‘EN KIYMETLİ ŞEY YAPILDI’

Nasıl bir tiyatro kuruldu İzmir’de?

Her şeyden önemlisi özerk bir tiyatromuz var. Tiyatrolar illa ki kurumlardan bir desteğe ihtiyaç duyarlar. Fakat Türkiye’de ‘Parayı veriyorum o halde ben ne kadarına izin verirsem o kadarını yaparsın’ şeklinde bir anlayış var. Bu direkt sanata müdahaledir. İşte İzmir Şehir Tiyatroları’ndaki özerkliğin ne kadar kıymetli olduğunu bizler biliyoruz. Evet, sanatı sanatçılar yapmalı, tiyatroyu tiyatrocular yönetmeli. Bu anlamda İBB Başkanı Sayın Tunç Soyer, sanatçılara güvenmiş ve bizim için en kıymetli şeyi yapmış. O yüzden bizim de çok hassas olmamız gerekiyor. Görüyorum ki 36 kişilik oyuncu kadromuzla küçük bir aile olduk. Bu ocağı daha kaliteli tutmak için de ailemizi geliştirmemiz, birbirimize yardımcı olmamız gerekiyor. Bu noktada ben de ihtiyacı olan her arkadaşıma elimden gelen desteği vermeye çalışıyorum.

‘SİSTEME KARŞI ÇIKIYOR’

Daha önceki söyleşilerde söylemiştim; Azizname ve Tavşan Tavşanoğlu oyunları bu özerklik vurgusuna denk düşüyor bence. Oyun seçimlerini nasıl değerlendirirsiniz?

Genel Sanat Yönetmenimiz Yücel Erten, politik duruşu olan bir insan ve seçtiği oyunlar da politik oluyor. İzmir Şehir Tiyatroları’nın Azizname’yle açılması çok önemliydi. Yıllardır oynanan bir oyun olsa da oyunun verdiği mesajların hiçbir zaman gerçekliğini yitirmediğini hatta daha da katlanarak büyüdüğünü görüyoruz. Dolayısıyla Azizname iyi bir seçimdi. Tavşan Tavşanoğlu da elbette yine sisteme karşı çıkan bir oyundur. Zaten sanatın görevi budur; kötüye karşı koymak ve daha iyisini istemek. Tavşan Tavşanoğlu da yeni dünya düzeninin orta sınıflar üzerinde yarattığı baskıyı anlatması açısından çok önemli. Oyunda anlatılan bir ailenin çöküşü de buna örnek. Yazar Coline Serreau, bu yeni dünya düzeninin despotluğuna ve faşizmine işaret ediyor. Bundan kurtulmanın çarelerini aramaya yönelik bir oyun yapıyor. Ancak tek tek bireyler ve tek tek aileler yine sistem tarafından avlanıyorlar. Sistem, krize girdiği anda bir darbe yaparak varlığını sürdürmeye devam ediyor. Örgütsüz toplumların bu sisteme direnmesi çok zordur. Biz, Tavşan Tavşanoğlu ailesini biraz da böyle yakalıyoruz. Oyun o zaman diyor ki insana; sizin işiniz dışarıdan bir müdahaleye kaldı, çünkü siz başka türlü iflah olmazsınız. Sisteme fantastik bir müdahale diyebilirim Tavşan Tavşanoğlu için.

Tavşan’ın, ‘Bu dünyadaki herkes kötü değil, iyi insanlar da var, ben onları seviyorum’ gibi bir repliği vardı. Aslında bu, bahsettiğiniz ‘Başka türlü iflah olmazsınız’ mesajına da işaret ediyor. Yani iyi insanlar olsa da sistem kötünün elinde.

Evet, yani burada sistemi kötülüyor. Irkçılık, kötülük, kirlilik var bu dünyada ama bunu tek tek insanlardan soramayız. Irkçılık, kirlilik sistematik bir şeye dönüşmüş ama suçlusu bizmişiz gibi sistem, kendimizi kötü hissedeceğimiz şeyler de yapıyor. Biz burada ancak düzenin elinde olan şeyleri sorgulayabiliriz. Dolayısıyla oyun şunu diyor; bu insanların nesi var, tek tek aslında ne kadar iyi ve tatlılar; ne kahramanca işler yapıyorlar.

Sistem bu noktada iyi olanı da dönüştürüyor. Tıp öğrencisi Bebert böyle bir karakter.

Bebert hiç şüphesiz olumlu bir karakter. ‘Başka çare bırakmadılar’ gibi bir repliği var. Yani başka çaresi kalmadığı noktada eline ilk geçen şeye sarılmış; yeter ki bu sistemle mücadele etsin. Bebert ile aynı durumda olsak biz ne yaparız onu da bilmiyoruz.

‘SİSTEM AHTAPOT GİBİ’

Oyun Fransız bir kalemden çıksa da oyunda Türkiye’deki ekonomik ve sosyal krize de çok güçlü göndermeler görüyoruz. TV’den sürekli insanlara ‘Her şey yolunda’ mesajının verilmesi ve oradaki seslendirmenin bize tanıdık gelmesi burayı işaret ediyor.

Şüphesiz öyle. Sahneye koyduğumuz oyunların insanlara bir şeyler söylemesi gerekiyor. Yoksa biz sadece Fransızlara hitap eden bir oyunu neden oynayalım. Sistem ahtapot gibi kollarını her yere attığı için aynı dert bizim ülkemizde de var. Dolayısıyla bu söylemler bizi de kapsıyor.

‘BATTIM GALİBA DEDİM’

Tavşan rolüyle ilgili neler söylersiniz?

Bir seyirci, ‘Bu rolü neden siz oynuyorsunuz ki’ diye sormuştu bana. Oyunun metnini ilk elime aldığımda Tavşan’ın farklı bir rol olduğunu anladım ve biraz karalar bağladım. Ancak oyuncu kadrosu açısından Yücel Erten’e çok güvenirim. Tavşan rolüyle ‘Bir bataklığa battım galiba’ diye düşündüm. Fakat oyuncu olarak bunca tecrübemle şunu biliyorum; bir bataklığa düştüğünüzü hissettiğinizde oradan bir an önce çıkmaya çalışmak, koşarak çıkmaya çalışmak sizi daha da batırır. Onun için sakin olmak gerekir. Tavşan’la ilgili Yücel Erten şöyle bir yorum yaptı; ’14 yaşındaki çocuk gibi davranacak birini koysam çok basit olurdu’. Yani bu rol Tavşan’ın dünyadaki farklı varlığıyla ilgili bir şey olacağına göre o farkı belirtmek gerekiyordu. Seyirci, ‘Bu Tavşan’da bir farklılık var ama ne?’ diye düşünmeliydi. Kadın mı erkek mi, yaşlı mı genç mi, bu dünyadan mı değil mi gibi bir şeylerin sorgulanması isteniyor. Bütün bunların hiçbiri olmayacak ama hepsi birden olacak. Böyle katman katman bir şey koyunca oyuna, tabii rolün de zorluğu açığa çıkmış oldu. Beni Tavşan’a seçmiş olmasının nedenini biraz da buraya bağlıyorum. Bu büyük bir sorumluluk oldu bende. Her defasında o bataklıktan yavaş yavaş çıkmaya çalıştım ve Yücel hoca da her defasında bana tutunacağım bir ip attı. Ben de onları tuttuğum kadar yukarıya çıktım. Tabii ki seyircinin takdiri ama o bataklıktan dans ederek çıktığımı söyleyebilirim. Aslında tüm oyuncu arkadaşlarımın harika iş çıkardığını düşünüyorum, bunun seyirci tarafından bize yansıması da çok iyi oldu; bir oyuncu daha başka ne ister ki.

‘ANSAMBL BİR TİYATRO’

Oyunun iki perdesinde de sahne oldukça iyiydi. O akıcılık ve enerji seyirciye hemen geçiyor. Öyle ki arkada ciddi bir ekip olduğu da anlaşılıyor.

Oyunda bu dünya insanından farklı bir Tavşan’la karşılaşıyoruz. Bu dünyadan farkının gösterilmesi için de elbette farklı bir düzlemde reji anlayışı gerekiyordu. Oyunun tümü için farklı bir reji demiyorum ama Tavşan’ın oynadığı sahneler için farklı bir kurgu gerekiyordu. Sanat Teknik Direktörümüz Özlem Karabay olağanüstü işler çıkardı. Dekorumuz, aksesuarlarımız çok fazla ve arkada da muazzam bir trafik vardı. Büyük küçük rol demeden herkes canla başla oyuna sarıldı. Zaten burası ansambl bir tiyatro olma yolunda müthiş bir ilerleme kaydediyor. O birlikteliği, sıcaklığı kurduğunuzda oyun zaten kademe atlıyor her zaman. Hem Tavşan Tavşanoğlu hem de Azizname oyunu için bunu çok rahatlıkla görebiliyoruz. Bundan sonraki oyunların da böyle olacağını düşünüyorum.

‘KÜÇÜK ROL YOKTUR’

Aslında oyundaki ailede Tavşan dışındaki çocuklar yan rolmüş gibi görünse de oyunun komedi kısımlarını onlarla birlikte yaşıyoruz. Oyunda herkese büyük iş düşüyor yani.

Yücel Erten için küçük rol diye bir şey yoktur. Rollerin hepsi oyunculara olabildiğince rahat bir alan tanır. Siz oyuncu olarak yeter ki bir artıyla gelin. Yücel Erten’in elinde hiçbir rol küçük kalmaz. Her rol hakkında konuşulabilecek oyunculuğa dönüşür. Oyuncu çalıştığını gösterirse hocada da ufuk açıyor ve o da size bir tane daha şey katıyor. Rol böylelikle büyüyor ve göze görünür hale geliyor.


HATİCE ALTAN'IN EN'LERİ

Tiyatroya dair en büyük hayaliniz nedir?

Özerk bir tiyatroda, bir ansambl içinde bulunmaktı. O da burada gerçekleşti.

Bugüne kadar oynadıklarınız arasında en sevdiğiniz rol ya da oyun hangisi oldu?

Tavşan Tavşanoğlu şüphesiz.

Oynamayı en çok isteyeceğiniz oyun hangisi?

Bertolt Brecht’in Mutlu Son oyununda oynadım ama yeniden sahnelensin ve yeniden oynayayım, çok isterim.

Birlikte oynamayı en çok istediğiniz oyuncu kimdir?

Şu an Nazan Kesal’ı çok beğeniyorum. Tiyatroda izlemedim ama çok minimal ve samimi bir oyuncu olduğunu düşünüyorum.

En çok ilham aldığınız isimler kimlerdir?

İlham aldığım değil ama beğendiğim isimler var. Yabancı oyunculardan Olivia Colman ve Caitríona Balfe’yi beğeniyorum.

Editör: Haber Merkezi