Seval Deniz Karahaliloğlu / İZ GAZETE - Elektronik müziği doğanın içinden çekip çıkaran ve çağdaş müzik olarak farklı bir dünyanın pencerelerini önümüze açan sıra dışı müzisyenler Ufuk Dördüncü ve Bahar Dördüncü kardeşler yaşadıkları Cenevre’de çalışmaya devam ediyorlar. Yeni eserler üzerinde çalışan Ufuk Bahar Dördüncü kardeşler dünya çapında çok özel, sıra dışı piyanistler olarak tanınıyorlar. Sosyal medya paylaşımlarında sanattan, üretmekten, umuttan ve yaşamanın değerinden bahseden sanatçılarla müziğin nasıl hayat felsefesine dönüştüğünü konuştuk.

‘DİNLEDİKÇE SEVDİM!’

Yaptığınız müziği nasıl tanımlıyorsunuz? Ve bu müziği yapmaya nasıl karar verdiniz?

Bu gezegendeki doğal sesleri piyanoda yakalayıp elektronik müzik tınısında yansıtan eserleri seviyoruz, dinliyoruz ve çalıyoruz. Güçlü bir klasik müzik eğitiminden geliyoruz. Uzun süre aklınıza gelen bütün klasik eserleri çaldık. Sonra bir gün Bahar, ‘artık yeter!’ dedi. ‘Ben bu müzikleri artık çalmak istemiyorum’ deyip sırtını döndü ve çağdaş klasik müzikle, çağdaş caz müziği dinlemeye başladı. Bir yandan da beni çağırıyor. ‘Bak, gel dinledikçe seveceksin’ diyor. Ben de yavaş yavaş dinlemeye başladım ve gerçekten de dinledikçe sevdim. Ve bir karar verdik. Biz konserlerde sadece ‘evimizde oturup çalacağımız eserleri’ seslendireceğiz dedik. Öyle de yapıyoruz.

‘ALGINIZ AÇIK OLMALI!’

Sizler çalarken sahneden salona çok zengin, derinlikli ve çok boyutlu bir müzik yayılıyor. Sizin müziğinizi farklı kılan nedir?

Müzisyenlik sadece piyanoya oturup önünüze konan notaları çalmak demek değildir. Bir çalışma ve bir hayat disiplininizin olması lazım. Müzisyenlik kültürel anlamda da sanatçının kendini doyurmasıdır. Her şeyden haberinizin olması, çok sayıda konuyla ilgilenmeniz lazım. Hayata karşı algınız hep açık olacak. Çok kitap okuyacaksınız. Edebiyatı, resmi, tiyatroyu, baleyi, operayı, mimariyi bileceksiniz. Bunlar bagajınızda olursa ancak sizin müziğiniz zengin olabilir. Bugün bir Mozart çalıyorsanız, Mozart’ın çağdaşı olan sanatçıları bilmek zorundasınız. O eserler hangi şartlar altında yazıldı bilmek durumundasınız. Debussy, Ravel çalacaksınız. Eğer o dönem hakkında hiçbir bilginiz olmazsa eserdeki bu ritimleri nasıl bulacaksınız? O dönemde hayat nasıldı? O dönemin resmi, edebiyatı, mimarisi nasıldı? Bilmezseniz, bestecilerin yazdığı o müziklerin ritmini, duygusunu, ruhunu yakalayamazsınız.

‘DEVRİME RİTİMLE BAŞLADI’

Çağdaş Müzik dışında hangi bestecilerin eserlerini çalıyorsunuz?

19. yüzyıl ve 20. yüzyıl bestecilerini seviyoruz. Debussy, Ravel, Rahmaninov, Stravinsky ve Shostakovich ilk aklımıza gelenler. Mesela Stravinsky modern bir besteci ama devrimci. Devrimci kimliği ile yapmak istediklerini yapmış, hiçbir korkusu olmadan, düşüncelerinden hiç ödün vermeden modernizmi ‘tak’ diye ortaya koymuş bir besteci. Devrime ritimlerle başlamış. İnsanlar ne düşünür hiç umurunda değil. Konservatuardan atılmış. Öğretmenlerin ona sorduğu kurallara karşı çıkmış, kuralların dışında hareket etmiş ve ‘artık bu kuralların dışına çıkmalıyız’ deyince de konservatuarda Stravinsky’e güle güle demişler. Mesela ‘Bahar Ayini’ parçası seslendirdiğinde yuhalanır ama hiç umurunda değil. Bu, ‘budur’ dedi. O kadar! 1912’li yıllar Fransa’da kültürel devrim yaşanıyor. Stravinsky’nin müziğinin bundan etkilenmemesi mümkün değil. O nedenle, büyük bestecilerden biri. Ritim konusunda Starvinsky bir devrim yapmıştır. Modern çağın kapılarını açan bir besteci ama Paris’te olmasının bir avantajı var. Shostakovich’e nazaran çok daha özgür. Etrafında Serge Diaghilev, Chanel gibi çok özel insanlar, sanatçılar, ressamlar, edebiyatçılar var. Müziğini yaparken bu özel insanlardan besleniyor.

‘UMUDUNU YİTİRMEMİŞ!’

Devrimci besteciler deyince benim aklıma Rusya’da Dmitriy Dmitriyevich Shostakovich geliyor.

Shostakovich bizim için en büyüklerden biridir. O dönem Rusya’sının ağır hayat şartlarını düşünün. Bir bestecinin o şartlarda, o baskıya rağmen ayakta kalması ve müziğini kendi bildiği gibi inandığı gibi yapması çok büyük bir cesarettir. Hiçbir zaman yılmamış, inançla, müziği için çok savaşmış bir bestecinin o inancını müziğini dinlerken hissediyorsunuz. O inanç, o güç müziğin içinden yayılıyor. Bunu senfonilerini dinlerken, o inançtan kaynaklanan ‘gücü’ ruhunuzda hissediyorsunuz. Armonileri, orkestrayı kullanma biçimiyle müzikte büyük bir devrim yapmıştır. Mesela, ısrarla üzerine bastığı bir ‘do’ notası vardır. O ‘do notası’nı o kadar vurgulu biçimde kullanır ki adeta bir çekiç vurur gibi kullandığını hissedersiniz. O çekiçle, o zamanın Rusya’sını inşa eder. Temel ritimlerle yeni bir dünya inşa ediyor. Müzikte o mimariyi görüyorsunuz. O dönem Rusya’sını, o zorluğu görüyorsunuz. Stalin’in istediği gibi beste yapmayan bir besteci. Diktatöre karşı çok büyük bir duruş sergilemiş, hiç yılmamış ve umudunu hiç yitirmemiş büyük bir sanatçı.

‘DİSİPLİN KAZANDIRDI’

Bu inançlı, devrimci duruş bizi müzik felsefesine götürüyor. Müzik felsefenizin oluşmasında katkısı olan isimler deyince ilk olarak aklınıza kimler geliyor?

Konservatuarda piyano hocalarımız olan Elif ve Bedii Aran’ın çok büyük etkisi var. Elif Bedii Aran bize çok sıkı çalışma disiplinini kazandırdı. Amerika’dan Ankara’ya gelince sınavla öğrenci seçmişlerdi. Her ikimiz de onların öğrencileri olduk. Onlardan çok şey öğrendik ama en önemlisi bize yaptığımız işe ‘saygı’ duymayı öğrettiler. Bugün Türkiye’de ben bu eksikliği görüyorum. Biz gerçek manada saygıyı, diğer insanların zamanına saygı duymayı Elif Bedii Aran’dan öğrendik. Şimdi dönüp baktığımda aslında ne kadar çok önemli olduğunu anlıyorum. Çalışma disiplininiz olmazsa hiçbir şey olamazsınız.

‘CENEVRE’Yİ SEÇTİK…’

Konservatuar yıllarından bahsedince, piyanoyu nasıl seçtiniz?

Ben küçük yaşta baleye başladım. Annem balerin olmam için değil, zarif bir duruşum olsun diye beni baleye yolladı. Ama bir süre sonra bale hocamla konuşunca benim baleye çok da uygun olmadığım ortaya çıktı. Ben de o sıralar bale sınıfında ne öğrenirsem eve geldiğimde kardeşime de öğretiyordum. Bale dersi sırasında, eşlikçi olarak bir hoca piyano çalardı ve bu benim müthiş ilgimi çekmişti. Eve gelince bale dersi sırasında piyano çalan bayanı taklit ederdim. Kardeşim benim öğrettiğim bale figürlerini yaparken ben de masanın üzerinde hayali bir piyanoyu çalar gibi yapıp oyun oynardık. Bu oynadığımız oyun annemin çok dikkatini çekmiş ve “ben bu kızlara bir piyano alsam acaba nasıl olur” diye düşünmüş. Böylece bizim evimize bir piyano girdi. Sonra kardeşimle birlikte piyano dersleri almaya başladık ve piyanoyu çok sevdik.

Ankara Konservatuarını bitirince annemle birlikte masaya oturduk. Önümüze Avrupa haritasını aldık. Ben kesinlikle, Viyana ve Berlin Konservatuarı’na gitmem dedim. Biz dört el piyano çalıyoruz. Ve o dönem İtalya, İngiltere’de iki piyanistin eğitimine uygun hocaların sayısı çok azdı ve bu ülkelerdeki konservatuarlar bu konuda zayıftı. Fransa’da Paris Konservatuarı’na yaş sorunu nedeniyle giremiyorduk. Ufuk bir yaşla konservatuarı kaçırıyordu. Biz ikimiz birlikte eğitim almak istiyorduk. Bize en uygun Cenevre konservatuarıydı. Çünkü Cenevre; Avrupa’nın ortasında, başka ülkelerden konservatuara gidip gelebilmek çok kolay. Cenevre çok zengin bir şehir. Dolayısıyla Cenevre Konservatuarı istenen ücretleri ödeyip en iyi hocaları okulun kadrosuna alabiliyordu. Bu nedenle Cenevre’yi seçtik.

‘AMAÇ SESİN DOĞALLIĞI’

Çağdaş eserleri çalmadan önce piyanoyu özel olarak yeniden hazırlıyorsunuz sanırım. Öyle değil mi?

U.D. - John Cage’in sonatlarını çalmıştım. Konserden önce piyanoyu dört saat boyunca hazırladım. Piyanoyu dönüştürüyorsunuz. Her telin arasına bir materyal koydum. Böylece piyanonun sesi, kesinlikle piyano olarak çıkmayacak. Bütün teller için 100 halka, 50 tane küt vida, uzun 5 milimetrelik vida diyor. Uzun bir liste hazırlıyor. Bu telin üzerine şu kadar cm’den sonra halkayı ve vidayı koyacaksınız diyor. Besteci doğuda Tayland’a gördüğü bir müzik aletinin sesini çıkarabilmek için bu hazırlığı yaptırıyor. Bütün bu işlemler bittikten sonra hakikaten de Tayland’daki o müzik aletinden çıkan tiz sesleri elde ediyorsunuz.

B.D. - Biz çağdaş müzik yapmaktan hoşlanıyoruz. Bazı eserleri seslendirebilmek için piyanoyu konserden dört saat boyunca yeniden düzenliyoruz. Piyanoyu dönüştürüyoruz. Yani, piyanoyu eseri çalabilecek hale getiriyoruz. Bu eserlerin notalarında piyanoya nasıl müdahale edilmesi gerektiği yazar. Bir çalışma için nalbura gidip tellere takılmak üzere çok sayıda demir halka, aralara koymak için çiviler almam gerekiyor. Dışarıda İsviçre’de bunları bulmanız, yaptırmanız mümkün değil. Buraya gelip, demircilere bunları özel olarak yaptırttık. Amaç doğada duyduğumuz sesleri en doğal biçimde yakalayabilmek. Besteci bu özel müdahaleleri özellikle istiyor. Bir keresinde, bir eseri çalışırken daha tok bir ses elde edebilmek için tellerin arasına silgiler koymuştuk. Çok başarılı bir sonuç aldık.

Piyanoyu hazırlarken karşılaştığınız sürprizler oldu mu? Besteciyle birlikte ortaklaşa esere müdahale ettiğiniz çalışmalarınız oldu mu?

B.D - Stefano Gervasoni’nin bir eserini seslendirecektik. Çok değerli bir bestecidir. Çok güzel renkleri olan bir sanatçıdır. Başka bir eseri çalmak için özel bir metal yaptırmıştık. Piyanoda tuşa basıyorsunuz, o metali de tellerin üzerinde hareket ettiriyorsunuz. Çok ince, tiz bir ses çıkıyor. Doğadaki “balina sesini” kusursuz yakın bir şekilde duyuyorsunuz. Kendisi esasında böyle bir ses düşünmemiş. Bu ses herhalde bu eser için güzel olur diye düşündüm. Besteci sesi duyunca hiç düşünmedi, çok beğendi ve “kızlar bunu kullanacağız” dedi. Ona da bu şekilde katkıda bulunduk. “Kızlar madem böyle oyunları seviyorsunuz, ben bu tellere başka şeyler koyacağım” dedi ve çocukların renkli oyun hamurlarını birkaç telin üzerine yerleştirdi. Tokmağın vurması gibi tok bir ses elde ettik. Sonra Çinlilerin kullandığı metal taslar vardır. Bu metal tasları tellerin üzerine koyup çaldığınızda ekoyla yankılanan ve giderek uzayan sesler çıkıyor. Bir süre sonra, piyanonun içi oyun bahçesi gibi oldu. Aslında bütün bu söylediğimiz müdahalelerin notasyonu var. Yani, bütün bunlar notalarda yazıyor. Besteci ne yapmamız gerektiğini tek tek açıklıyor.

‘OBJELERLE İLETİŞİM KURUYORUZ!’

Çalışmaları yaparken doğadan kullandığınız materyallerin tabiatını da öğreniyorsunuz. Nasıl ses çıkardıklarını, yapılarını biliyorsunuz. Öyle değil mi?

Kullandığımız bütün doğal materyallerin tabiatını öğreniyoruz. Nasıl sesler çıkardıklarını biliyoruz. Hamurun doğasını bildiğimiz için hamurdan nasıl sesler alabileceğimizi çok iyi biliyoruz. Toprağın tabiatını biliyoruz. Mesela, bir eserde besteci tellerin arasına hamur koyun diyor. Biz silgileri kesip aralara koyduğumuzda daha iyi bir ses alacağımızı biliyoruz. Bunu objelerin tabiatını anladığımız ve onlardan ne tür sesler elde edeceğimizi bildiğimiz için yapabiliyoruz. Günlerce hangisi daha güzel duyuluyor diye üzerinde çalışıyoruz. Bir süre sonra objelerle konuşmaya, onlarla iletişim kurmaya başlıyoruz. İşimizi en iyi biçimde yapabilmemiz için onları çok iyi anlamamız lazım.

MÜZİKLE YAŞIYORUZ’

Siz çalarken, müziği yaşadığımız bu gezegenin doğal bir parçası gibi hissettim. Rüzgarın sesi, akan suyun sesi, havanın dalgalanması gibi piyanodan çıkan sesler de sanki bu doğanın bir parçası gibi duruyordu.

Bu söylediklerinizi piyanoda çalıyoruz. Zaten bu sesleri çıkarmak için çalışıyoruz. Hep bu sesler kafamızın içinde var. Kafamda hep müzik var. Bazı insanlar müziği meslek olarak görür. Müzik benim için bir meslek değil. Ben müziğimle yaşıyorum. Bu müzik olmasa ben yaşayamam. Bunu böyle görmezseniz yaptığınız iş sıkıcı bir şey olur. Yaptığınız müzik ruhunu kaybeder.

Editör: Haber Merkezi