Dijital teknolojinin geliştiği ve insanlar arası etkileşimin (!) -sanal düzeyde- epeyce arttığı kültür ortamında sık duymaya başladığımız terimlerden biri de ‘sinefil’. Özellikle bu çağın nimetlerinden yararlanma açısından aşırı ballı olan Z kuşağı temsilcilerinin keyifle sahip çıktığı, bazen de popüler olma yollarından biri olarak kullandıkları bir sözcük.

Kavramın orijinali aslında Fransızca Cinéphilie birleşiminden geliyor. Ciné, malum ‘sinema’nın kısaltılmış hâli.  Philie de etimolojik kökeni biraz belirsiz, Yunancada karşımıza çıkan philos sözcüğünün torunu. Anlamı; sevmek, tutkulu bağlılık, aşk. Yunanca kökenli pek çok terimde bu sözcüğe rastlıyoruz. Felsefede olduğu gibi (Philosophia).

SİNEMA MEFTUNLARI

Bu hâliyle sinefil, film izlemeye tutkuyla bağlı, film delisi, film âşığı, sinemaya meftun olmuş kişi demek. Tabii zaman içinde kavram genişliyor ve çeperlerinde çok başka varyantlar oluşmaya başlıyor.  Bir yanıyla ironi de içeren bir kavram bu. Gerçekte var olmayan ve sinefili denmiş bir hastalığı da işaret ediyor. Dolayısıyla filmler söz konusu olduğunda günlük ihtiyaçlarını askıya alan, yemeden içmeden kesilen, sinemasız yapamayan bağımlı kişiler kast ediliyor. (Çevrenizde böyle birine rastladınız mı bilmem ama açıkçası ben tanınmış bazı isimler haricinde bu tip sinefillerle karşılaşmadım.)

Sinefil sözcüğünün bizde bu kadar rağbet görmediği zamanlarda filmlerle yatıp kalkan kişilere film delisi, film manyağı, sinemakolik deniyordu. Tabii bu tabirler de doğal olarak Türkçe değil. İngilizcede ise terime karşılık olarak ‘movie buff’ kullanılıyor. Buff’ın bu anlamda ilginç bir yönü var; temel anlamı ‘açıklamak’ olan sözcük belli bir konuya meraklı ve o konuda çok bilgisi olan anlamına da geliyor. ‘Sinefil’ de zaman içinde sinemayla ve filmlerle ilgili en ilginç ayrıntıları bilen bir kişiyi tariflemekte kullanılmış. Günümüzde Z kuşağı arasında daha sık görmeye alıştığımız bir sözcük de “geek”. Sosyal medyada gezinirken mutlaka rastlamışsınızdır. Dijital teknolojik gelişmelerin gemi azıya aldığı günlerden bu yana bu sözcük kabaca, bir hobi ya da entelektüel arayışa takıntılı uzman ya da meraklıyı ifade ediyor. Günümüzde sinefilin daha geleneksel tanım ve eğilimleriyle ‘geek’in birleştiğini söylemek mümkün. Herhangi bir alanda (çizgi romanlar, Marvel filmleri, belli bir film türünün tüm ayrıntıları vb.) delicesine ve çoğunlukla gereksiz bilgi yumağını heybesinde taşıyan kimseler aklımıza gelebilir.

KİM BU SİNEFİLLER?

Peki, her yaptığımızı insanların gözüne sokarcasına paylaştığımız bu çağ öncesinde filmlere aşkla bağlı bu insanlar kimlerdi ve onları yakın çevreleri dışında tanımak mümkün müydü? Aslında kavrama ilişkin tutumları ikiye ayırmakta fayda var: Birinci grupta sinemayla beslenen, onunla nefes alıp var olan ve oradan aldıklarını yeniden ya akademik yolla ya da doğrudan sinema yoluyla kitlelerle paylaşanlar var. Sinefilin dünya çapında tanınmasına da aslında bu grubun yol açtığı söylenebilir. İkinci grup ise sinema için beslediği özel hisleri, gözlerden uzakta, film izlemek ve okumak için kurduğu naçizane arşivinde kendi hâlinde yaşayan, çevrenin biraz tuhaf (bugünkü yabancı tabirle nerd) bulduğu tipler. Bu kimseleri; ancak ailesi, arkadaşları ve eğer koşullar uygun düşerse sinemayla yatıp kalkan bu garip tipleri haberleştiren bir yayın organı tanı(t)mış oluyor.

FİLM YAPMAYI SİNEMADA ÖĞRENENLER

Bizi ilgilendiren kısım ise aslında birinci grup. Çünkü onlar sinemasal eğilimleri değiştiren, sinemaya ciddi biçimde bakılması, filmlerin sanat mertebesine yükselmesini sağlayan çok önemli isimler. Doğal olarak sinemanın ilk yıllarından 50’li, 60’lı yıllara kadar filmler üzerine güçlü bir akademik birikim inşa edilmemişken filmlerle ilgili her şeyi yine filmler yoluyla öğreniyorlardı. O zamanın şartlarında dünya sinemasının farklı örneklerini bir arada, festivallerde ve şanslıysak sinematekler dışında bulmak neredeyse imkânsızdı. Sinemanın gramerini öğrenirken, farklı film yapma yollarını da yine sinemanın kendisinden edindiler. Bu alanda akla gelen en ilginç örneklerden biri daha ilk filmi Yurttaş Kane’le (Citizen Kane, 1941) büyük başarı yakalayan genç deha Orson Welles’in yaptığıydı. Bu filmi yapmmak için yapımcıyla anlaşan sanatçının isteği, arşivdeki bütün filmleri izlemek için kendisine izin verilmesiydi. Kapanıp o güne kadar yapılmış en önemli filmleri izleyen Welles, sinemaya dair sağlam bir perspektif kazanmış ve efsanevi filminin senaryosunu Herman Mankiewicz’e hazırlatmıştı.

1950’lerde ortaya çıkan Yeni Dalga hareketini de unutmamak gerek.  Özellikle pek önem verilmeyen B sınıfı Hollywood filmlerine ve ana akım ticari filmlere, başta Hitchcock olmak üzere, müthiş bir ilgiyle yaklaşan bir avuç genç sinema âşığı, o ünlü Cahier du Cinema dergisinin birikimini, art arda çığır açan filmlerle taçlandırmıştı.

Bunların başında elbette tam bir sinefil olan François Truffaut geliyor. Entelektüel açıdan akımı yükselten Jean Luc-Godard, Eric Rohmer, Agnes Varda, Claude Chabrol, Alain Resnais  gibi efsane isimler, filmler hakkındaki birikimleriyle sinema okuryazarlığını değiştiren işlere imza attılar.

Bu dalganın devamında dünya sinemasını etkisi altına alan yeni Hollywood yönetmenler kuşağı ortaya çıktı. Çoğunlukla okullu, sinema büyüsüne film izleyerek kapılmış ve bu uğurda yaşamını kurmuş önemli isimler: Martin Scorsese, Steven Spielberg, Francis Ford Coppola, Robert Altman, Brian de Palma, George Lucas gibi bu isimlerin bir kısmı sinemanın endüstriyel patlamasını yaratırken bir yandan da bu sanatın gereklerini yerine getiren köşe taşı filmlere imza attılar. Ayrıca kıyıda köşede kalmış, unutulmuş filmlerin restore edilmesini ve değer görmesini sağladılar. Martin Scorsese’nin bu konudaki çok önemli çabalarını ve Fatih Akın’la Susuz Yaz’ı yenilediklerini de unutmayalım.

GENÇ KUŞAKTA DURUM

Genç kuşağa gelince, son yıllarda bütün bu mirası yüklenmiş, sinema tarihine referanslarla dolu filmler üretiliyor. Bunlar arasında kuşkusuz yeni kuşakların sinefil tabirini öğrendiği isim Quentin Tarantino oldu.

80’li yıllarda büyüyen ve çalıştığı video dükkânında tüm vaktini filmlere harcayan bu genç ve tuhaf adam, 90’lı yıllarda sinemaya yeniden şekil veren, filmleri postmodern yapı içinde konumlandıran bir yönetmene dönüştü. Hâliyle sinema okuluna gitmeden bir video dükkânında izlediği filmlerle en ünlü isimlerden birine dönüşmesi onu genç kuşakların idollerinden biri hâline getirdi. Bugün sinemacılık hayali kuranlar büyük ölçüde Tarantino’nun rüzgârından etkileniyor. 2000’ler boyunca pek çok Tarantinesk film izlememiz de hem sektörün hem yönetmen adaylarının bu alandan beslendiğinin kanıtı. Tabii sinefilliğiyle bilinen ve geniş kitleleri etkileyen genç kuşaktan düzinelerce isim sayılabilir: Wes Anderson, Nicholas Winding Refn, Paul Thomas Anderson ve daha niceleri…

Sinema söz konusu olduğunda bir sinefil olarak ikinci grupta yer almaksa günümüzde hem kolay hem de zor. Kolay çünkü (neredeyse) istediğiniz her filme ulaşabiliyorsunuz. Zor çünkü (neredeyse) istediğiniz her filme ulaşabiliyorsunuz. Geleneksel sinefillerin nitelik konusunda belirgin ilkeleri olduğunu ve görece daha az filme ulaştıklarını düşünürsek 60’lar ve 70’lerde sinefil olmak çok havalı bir şeydi. Bugünse dijital patlamanın neden olduğu bu müthiş üretim ve tüketim çöplüğünde hangi filme zaman ayıracağınızı düşünmek saatler alıyor. Daha da fenası filmler hakkında üretilen okuma-tartışma kültürü de alıp başını gitmiş durumda. Hangi birine yetişeceğinizi şaşırıyorsunuz. Adım başı film seminerileri, film okuma eğitimleri, zoom toplanmaları, youtube videoları, podcastler gırla gidiyor. Sinefillerin sanal dünyanın nimetlerinden faydalanıp biraz para kazanma arzusu, nitelikli niteliksiz herkesin söz almak istediği bir keşmekeş oluşturuyor. Böyle kaotik bir ortamda sinemanın büyüsüne âşık olmak ve yolunu bulmak için sinemaseverler sinema tarihinin mihenk taşlarına, bu alanda üretilmiş temel yapıtlara bakmalı. Yoksa filmler yoluyla hava atmaya çalışan bir kitlenin rabarbası arasında kaybolmak işten bile değil.


DİKKAT ÇEKENLER

NETFLİX’İN MİZAH SEVİYESİNİ YÜKSELTEN DİZİLER

Geçen hafta kendine has bir hayran kitlesine sahip The Office dizisi, tüm sezonlarıyla Netflix kütüphanesine eklendi.  Bu platform daha önce de Friends ve How I Met Your Mother gibi çok popüler dizilerin tüm bölümlerine yer vermişti. Sinema Gezgini’ni takip edenler bilir, Netflix’in ürettiği içerikleri ve duruşunu beğenmiyorum. Fakat zaman zaman sinemanın değerli ürünlerine alan açması ve az da olsa nitelikli dizilerin üretilmesi adına tebrik etmeden geçmeyelim.

The Office’in kütüphaneye alınması kanımca platformdaki mizah seviyesini yükseltiyor. Dünya çapında dizinin geniş bir hayran kitlesi var ama başta saydığım sitcom diziler kadar bilinmiyor. Bu sayede, özgün mizahıyla gönüllerde taht kuran The Office daha çok insana ulaşabilir. Belki mevcut sistemi, yönetimi ve kocaman bir şirkete dönmüş ülkemizi anlamak adına bize de bir şeyler katabilir.

The Office’in en önemli erdemi, sitcom tarzını belgeselvari bir anlatımla birleştirmesi. Kâğıt üreticisi bir şirketin ofisinde yaşananları merkeze alan dizi, karakterlerin ironik duruşlarıyla modern hayat ve çalışma adı altında yumurtladığımız zırvalıklara yakından bakıyor. Özellikle son dönemde Türkiye’de üretilen komedi filmlerini izleyip gülen kesimlere pek bir şey ifade etmeyebilir fakat The Office’in çok ince bir komedi anlayışı var. Absürt komedi ile toplumsal eleştiriyi birleştiren, karakterlerin tip özelliklerini senaryoya başarıyla yedirmiş bir çalışma. Yüzeysel Hollywood filmlerinde tam performans gösteremeyen Steve Carrel başta olmak üzere tüm oyuncular oldukça iyi.

Tabii işin mutfağında epey sivri, muhalif bir komedyen olan Ricky Gervais’in bulunması kaliteyi artıran unsurların başında geliyor. Bu isim ayrıca Netflix’te üçüncü sezonu geçen hafta yayına giren Afterlife’ın da yaratıcısı ve oyuncusu. Afterlife, komediyi daha nahif biçimde ele alan, dramatik yönü etkili bir dizi. Eşini kanserden kaybeden bir gazetecinin dönüşümünü ele alıyor. Kimseye rol yapmamaya, insanlara içinden ne gelirse öyle davranmaya başlayan ana karakter Tony yoluyla toplumsal yaşamda karşımıza çıkan abuklukları, nezaket adı altında maruz kaldığımız ikiyüzlülükleri göz önüne seriyor. Final sezonuyla gösterime giren dizi geçen haftadan beri sosyal medyada da epey konuşuldu, ses getirdi.

Nitelikli mizahtan hoşlanıyor ya da bu tür bir mizahı tanımak istiyorsanız bu iki dizi gerçekten çok şey vadediyor. Bu alanda bizde çekilen diziler arasında Gibi’nin de bu tip bir anlayışa yakın olduğunu ekleyelim.


SAYFANIN TAMAMINA ULAŞMAK İÇİN TIKLAYINIZ