YAĞIZ BARUT/ İZ GAZETE- İzmir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nın (İzBBŞT) oyuncularını yakından tanımak, yaşam hikâyelerini öğrenmek ve tiyatro sanatının değerlerini topluma yansıtabilmek amacıyla başlattığımız söyleşi serisinin 17’nci konuğu, Mor Şalvar oyununda ‘Müjgan’ karakterini canlandıran Nazlı Benan Özkaya oldu.

Sanatla iç içe güzel bir çocukluk geçirdiğini, gençlik yıllarında ‘Okul bitince iş bulamazsın’ önerisine rağmen oyunculuğu tercih ettiğini ve bir dönem ufkunu genişletmek amacıyla 14 ay New York’ta dersler aldığını aktaran Nazlı Benan Özkaya, geri döndüğünde ise her şeyi daha iyi anladığını ifade etti. İstanbul’da mesleğiyle hayatta kalabilme derdindeyken pek çok işin içinde yer aldığını da aktaran Özkaya, bu süreci bir hız treninde olmaya benzeterek “Bir aşağı bir yukarı… Daha çok yolumuz var” sözleriyle anlattı.

‘ÇOCUKLUĞUM GÜZEL GEÇTİ’

Nazlı Benan Özkaya kimdir; kısaca kendinizi tanıtır mısınız?

Denizli’de doğup büyüdüm. Aslında annem Erzincan Kemahlı, babam Uşaklı. Babam, Türkiye’nin ilk jeotermal santraline kurucu mühendis olarak atanınca, ben doğmadan önce Denizli’ye taşınıyorlar. Annem Türkiye İş Bankası çalışanıydı. Çocukluğumun ilk dönemleri santral bahçesinde oynayarak, ev ve banka arasında koşuşturarak, yaz tatillerinde şube önünde sakız satarak, eczanede çıraklık yaparak geçti. Bir ağabeyim var, iyi de anlaşırız. Çocukluğumuzda o kitapların, ben adrenalinin peşindeydim. Aklıma eser sihirbazlık numaraları öğrenir, mahalleden topladıklarıma gösteri yapar, aklıma eser bisiklet üzerinde akrobatik hareketler dener, düşe kalka eve gelirdim. Tiyatro, anne tarafından akrabalarımız sayesinde neredeyse hep hayatımızın bir parçasıydı. Bir araya gelinince biri bıyık uydurur, öbürü tülbent bağlar, diğeri yastıkları orasına burasına tıkar anlatır, anlattırır, gülerdik. Babam dürüst ve idealist bir adamdır. 1995 senesinde, santralin atık suyu ile komşu ilçenin ısıtılabileceği ihtimalini ortaya çıkartınca sürülüverdi. Elinde çantası, dokuz senelik bir süreç başladı. Bu apayrı bir hikâye ama bunun dışında güzel bir çocukluk geçirdim diyebilirim.

‘JEOLOJİYİ DE KAZANDIM’

Ailenizin de zannediyorum sanata yönelmenizde önemli bir etkisi olmuş.

Ailem sanata ilgime hep destekti. Piyano çaldım, bir dönem babamın mandolinine, bir dönem ağabeyimin gitarına el koydum. İlkokuldayken şiirlerim, yazılarım hocalarımca takdir gördü, elden ele dolaşıp akrabalarca okundu. İlk sahneye çıkışım beşinci sınıfta taklit yaparak, ilk yazılı metni oynayışım ise orta hazırlıkta İngilizce sene sonu gösterisiyle oldu. Ortaokulda tiyatro ve edebiyat kollarında görev aldım. Lisede ise derslerden başka bir şeye vaktim olmadı. Denizli gibi, o zaman küçük şehir olan bir yerde ‘Ben büyüyünce oyuncu olacağım’ demek pek mümkün olmayabiliyor. Üniversite sınavlarına iki kez girdim ama dershane netlerimin çok altında kaldım. Babam, ‘Anlaşıldı senin derdin ders çalışmakla değil, sistemle. Ne yapmak istiyorsun?’ diye sordu. Oyunculuk sınavlarını denemek istediğimi söyledim. Beni Ankara’ya, üniversite dönemi Şeker Yurdu’ndan arkadaşı rahmetli yazar Hasan Uysal’ın yanına götürdü. ‘Yapma kızım, okul bitince iş bulamazsın, intihar edersin’ dedi, Hasan Amca. Ne demek istediğini çok sonra anlayacaktım ama o an kendisini bir şekilde ikna ettim. O da, önündeki kitaptan bana bir şeyler okuttu. Sonra babama, ‘Bu kızda iş var, Hacettepe’nin sınavlara hazırlık kursu var ona yazdır’ dedi. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü Oyunculuk Ana Sanat Dalı sınavları beş aşamalıydı, ‘hayatta kazanamam’ diyordum. Sınavlar devam ederken, Ankara Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği bölümünü kazandığım belli oldu. Yol ayrımındaydım. Dil ve Tarih’in kazananlar listesinde adımı görünce başladım ağlamaya. Çok ağlamışım, sınıf arkadaşlarım sınavı kazanamadım sanmış. Böylelikle oyunculuk eğitimim başladı.

‘NEW YORK’TA 14 AY…’

Neler yaptınız tiyatroya dair, ne tür çalışmaların içinde yer aldınız?

Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi, zor bir okul ve çok da aktif bir üretimhaneydi. Okulda devam eden projeler dışında, arkadaşlarımdan Serhat Erekinci’nin Ayrancı’da bir apartman bodrumunda kurduğu Domus Sanat Çiftliği’nde Albert Camus’un ‘Yabancı’sı üzerine yoğunlaşarak ‘Kaygı’ isminde bir fiziksel performans sergiledik. Zihin açıcı ve gününün ötesindeydi. Yine okul arkadaşlarımla bir süre sokak tiyatrosu da yaptım. Mesela ‘Metalevizyon’ televizyon bağımlılığıyla ilgiliydi. Seyirci üzerindeki etkisine hayran kaldım. Selda Berk Öndül, Nurhan Karadağ, Süreyya Karacabey, Beliz Güçbilmez, Erkan Ergin, Levent Suner, Kadir Çevik, Gülayşe Erkoç, Ünsal Coşar, Durukan Ordu, Devrim Yakut henüz yolun başındayken aklımı, ruhumu, bedenimi eğiten hocalarım oldu. Okul bitmeden Ankara Devlet Tiyatroları’nda önce yönetmen asistanı olarak, sonrasında da mezun sanatçı olarak çalıştım. Hocalarımdan Devrim Yakut’u defalarca sahne arkasında izleme, onunla aynı sahneyi paylaşma ve uzun sohbetler etme fırsatım oldu. Çok şey öğrendim. Sonra New York’a taşındım, ufkumu genişletmek istiyordum. İnanılmaz bir on dört ay geçirdim. Eric Morris, Anthony Vincent Bova, Anna Ivara, Sam Groom, Michael Blake’ten oyunculuk, kamera oyunculuğu, sahnede dans üzerine yoğun dersler aldım. Ayşe Eldek Richardson’un kurduğu TARTE bünyesinde rol alarak Off - off Broadway’i deneyimledim. Yine TARTE ile ödüllü yazar Ed Stevens’ın ‘Bellini and The Sultan’ oyunundaki tek kadın rol için çalışmaya başladım. İtalyan basınında yer aldık, süreç yavaş ama iyi gidiyordu.

‘DAHA YOLUMUZ ÇOK’

Ardından Türkiye’ye geri döndünüz… Buradaki süreç sizin adınıza nasıl gelişti?

Türkiye’ye dönmek zorunda kaldım. Gezi Olayları oldu. Bıraktığım ülke başka, döndüğüm ülke başkaydı, afalladım. Birkaç ay sonra telefon geldi, ‘New York Fringe festivaldeyiz, provalara başlıyoruz, gel…’ diye. İstanbul’da mesleğimle hayatta kalabilme derdindeydim, pek de iyi hissetmiyordum, gidemedim. Okul arkadaşlarımın kurduğu Theatre Deng u Bej’in ‘Korku ve Sefalet’ oyununda rol aldım. Rahmetli opera sanatçısı Arda Aydoğan ile Şişli Belediyesi sanat biriminde çalıştım. Meltem Cumbul’un referansı ile Craft Atölye’de temel oyunculuk dersleri vermeye, proje bazlı oyuncu koçluğu yapmaya başladım. İZEV Vakfı’na kısa film yazarak, seslendirme yaparak gönüllü destek verdim. Meltem Cumbul’un yönettiği ‘Blu’ oyununda rol aldım. New York’ta tanıdığı canlı, heyecanlı halime dönmemi istediği için uzun saatler benimle sohbet etmişliği de oldu. Teşekkür ederim, kendisinden çok şey öğrendim. Oyuncu yetiştirmenin yorucu ve sorumluluğu çok olan yanı sebebiyle eğitmenliğe ara vermek istedim. Uzun süre işsiz kaldım. Bahçeşehir Üniversitesi Film & TV Yüksek Lisansı’na başladım. Disiplinli bir okuyucu olan ağabeyimin çocukluk zamanlarımızda işaretlediği yolun önemini fark ettim. Bakış açım genişledi, güncellendim. Bir süre İstanbul Devlet Tiyatroları’nda rol aldım. Bir yandan Bahçeşehir lisans sinema öğrencilerine İngilizce olarak Kamera Oyunculuğu ve Oyuncu Yönetimi dersleri veriyordum. YÖK karar çıkardı doktorası olmayan ders veremez diye. Yine işsiz kaldım. Bahçeşehir’den hocalarım Savaş Arslan ve Nilay Ulusoy’un yüreklendirmesi ile doktoraya başvurdum, sözlü ve yazılı sınavlar sonrasında kabul gördüm, hâlâ öğrencisiyim. Bu süreç hız treninde olmak gibiydi, bir aşağı bir yukarı… Şimdi düzeni de daha iyi anlıyorum, ülkeyi de. Daha çok yolumuz var…

Beyaz perde ve televizyon deneyimleriniz de olmuş; bunlardan bahsetmek ister misiniz?

Bir tane dizi tecrübem oldu. Sette istenileni tek seferde yapınca, yönetmenimiz heyecanlandı; geldi alnımdan öptü, sağ olsun. Rolün devamı yazılmadı, paramı vermediler, jenerikte de adımı yanlış yazdılar. Ayrıca reklam, müzik klipleri ve aralarında festival finalisti de olan birçok kısa film tecrübem oldu. Son olarak, sevgili kuzenim Tanay Abbasoğlu’nun yapımcılığını üstlendiği, Nehir Tuna’nın yazıp yönettiği, çekimlerin büyük bölümü İzmir’de tamamlanan ‘Yurt’ filminde rol aldım.

‘TİYATRO HAYATİDİR’

Peki şu an içinde bulunduğunuz İzmir Şehir Tiyatroları için ne söylersiniz?

Türkiye gibi modern demokrasi modellerine uzak yapılanma gösteren ülkelerde çözümler çoğunlukla kısa vadeli ve zaman kazanma odaklı oluyor. Bilinç düzeyinin geliştirilerek uzun vadeli kökten çözümlere gidilebilmesi adına sanatı geliştirmek, tiyatroya yatırım yapmak hayati. Bu yüzden sayın Tunç Soyer’e sanata verdiği önem için teşekkür ederim. İkincisi ve belki de daha önemlisi, ülkemizde tiyatro hakkında otorite sahibi olmasıyla birlikte dinlemeyi, duyumsamayı, bilgisi ile ezmek yerine mümkün olduğunca tariflemeyi, aktarmayı tercih eden kaç tane ahlaklı tiyatro insanı kaldığı ile ilgili… Bu yüzden Yücel Hoca ile çalışabildiğim için mutluyum ve hocama varlığı için müteşekkirim. Ekip olarak da kendisinin bilincinden ve sanatsal duruşundan beslenerek tiyatromuzu ve kendimizi ileriye taşımak, üretmek, üretken kalmak adına üzerimize düşeni azimle yapıyoruz.

UZUN SÜRE SONRA İLK…

Son olarak Mor Şalvar oyunundaki rolünüzle ilgili neler söylersiniz?

Sanırım uzun süre sonra ilk kez Türkiye’de bir kurum tiyatrosu LGBTİ+ bireye de yer veren bir metni sergilemeyi tercih ediyor ve bu çok değerli… Cinsiyet kimliği herkesin sözde fikir sahibi olduğu ama birçoğu kimsenin de yeterince bilgi sahibi olmadığı bir derinlik. Haliyle Müjgan, benim için de kolay bir süreç değildi. Kulise gelen bir mektupla Müjgan’a teşekkürünün kelimeleri arasına kendini sıkıştırmış bir seyircimizin hisleriyle de çok duygulandım. Anlayıp aktarabildiysem ne mutlu…

NAZLI BENAN ÖZKAYA’NIN ‘EN’ LERİ:

*Tiyatroya dair en büyük hayaliniz nedir?

Dişil doğaya uygun metinleri tatmin edici bir içeriğe ve sayıya ulaşmış, kendi eksik ve hatalarını kabul ederek bunların ötesine geçebilmiş, uygar bir Türk Tiyatrosu.

*Bugüne kadar oynadıklarınız arasında en sevdiğiniz rol ya da oyun hangisi oldu?

Birini söylesem öbürünün hatırı kalır, öbürünü söylesem diğerinin boynu bükük… Hepsinin yeri ayrı.

*Oynamadığınız ancak oynamayı en çok isteyeceğiniz oyun hangisi?

‘Cadı Kazanı’ oyunundaki ‘Abigail’ karakterini çok severim ama hadi ben onu istiyorum, bakalım o da beni o kadar istiyor mu? Hayatın getirecekleri bazen daha enteresan olabiliyor.

*Birlikte oynamayı en çok isteyeceğiniz oyuncu kimdir?

Al Pacino’yu sahnede izlerken gözlerimi alamadım. Juliette Binoche ise sinemada ayrıca hayran bırakıyor. Aynı sahne zor sanki ama ikisiyle de hayatımın bir döneminde üç beş kelime sohbet edebilsem çok mutlu olurum.

*Tiyatroya veya yaşama dair en çok ilham aldığınız isim kimdir?

Kadim, bilimsel, doğaya ya da gündeliğe dair, fark etmez, arı bilgi taşıyıcısı her insan ilham kaynağım olabilir. Tabii ki bir de annem…

Editör: Haber Merkezi