TUGAY CAN / İZGAZETE - Masalların toplumsal cinsiyeti belirlemedeki rolünü ve siyasal iktidarın mekanizmalarının itaatkar, uysal vatandaş yetiştirmede ki payını anlatan Sezer,

“Ben İzmir fuarını çok seviyorum. Özellikle sabahları çok cıvıltılı geçiyor. Daha çok çocuklar geliyor ve kitapları takip eden, bilinçli çocuklar geliyor. Tabi arada komik şeyler de yaşıyoruz. Çocuğunu çok özgür bırakan veliler var. Ama bir yandan da sürekli çocuğu ittiren, çimdikleyen biz biraz daha dolaşalım diyen veliler var. Çocuğun seçimine saygı duymuyor. Sanki ayakkabı alacakmış gibi, biraz daha bakalım, tam ayağa uymadı ya da kızım büyük kitap al seneye de okursun tavrı içerisindeki insanlar da geliyor. Ya da çocuğa kitap ve yazarla ilşiki kurulması açısından görgü verilmemiş. Aslında en büyük sıkıntımız bu. Örneğin yazarı görüyor orada. Adı yazıyor, kitabı var. Adres soruyor, abla bu kaç para diyor. Benim için diğer bir komik olay da şu. Can Çocuk’tan çıkmış olan ‘Büyüklerle Dalga Geçme’ kitabı çocukların ve bazı yetişkinlerin ilgisini çekiyor. Hiç ummadığın insanlar kitabı özgürce alıyor. ama bir diğer tarafta öğretmenine sor olur mu diyor, aile bakıyor olur mu olmaz mı diyor. Yani anlayacağınız kitabın çevresinde bir kurul oluşturdu. Bu kitap alınabilir mi alınamaz mı diye.”dedi.

“MİZAH İLE ZİNCİRİ KIRABİLİRİZ”

“Çocuklukta yaşanan travmatik olaylar kişilik gelişiminde etkili olabiliyor.” diyen Sezer, “Örneğin ben de gidip başkasının annesi olacağım. Bu cümleden daha travmatik bir cümle olabilir mi? Ben de bunlarla nasıl başa çıkılabilir diye düşündüm. Bunu ancak mizah yoluyla bunu başarabileceğime karar verdim. Çünkü, acımızın içine düşersek gücümüz kalmaz. Ama mizah, dışardan bakmak, dalga geçmek, bizi güçlü kılıyor ve oradaki mantıksızlığı görebiliyoruz. Böylece zinciri bir yerden kırabiliriz. Ama bunun için kendi yaralarımızdan biraz uzaklaşmamız, onlara biraz mesafe koymamız gerekiyor. Kitap böyle bir kitap aslında. Ama kurullar oluşturuldu. Bunlar bana ilginç ve komik geldi.” ifadelerini kullandı.

"MASALLARI BİLİNÇ DÜZEYİNDE İFADE EDEMİYORUZ"

Sezer sözlerini şöyle sürdürdü:

“Bizler ezbere davranıyoruz. Algılarımız kapanıyor ve fark edemiyoruz. Örneğin masallar toplumsal cinsiyeti belirliyor. Hep verdiğim bir örnektir. Pamuk prenses bir ölüdür. Prens tutar bir ölüyü öper. Bir ölünün öpülmesi bizi dehşete düşürmez, hatta romantik buluruz. Ortada izinsiz yapılmış bir şey vardır. Peki sen uyurken tanımadığın birisi seni öperse ne diyeceksin? Ah ne kadar yakışıklıymışsın, haydi evlenelim. Kitabın orjinal metninde, oradaki hareket öpüşme değil, tecavüzdür. Bir ölü öpücüğe karşılık veremez. Ama masalda ne diyor. Öpünce boğazda soluk borusunu tıkayan elma hareketlendi, ağzından dışarı çıktı. Böylece prenses hayata geri döndü. Bir ölüyü öpmek ile bir duvarı öpmek arasında nasıl bir fark var? Bu hareket olabilir miydi, yoksa sarsıntı gerektiren bir eylem mi vardı?

Masalın orjinal metninde zaten tecavüz var. Çünkü klasik masal, çocuğu yetişkinlik basamağına taşımayı amaçlıyor ve erginliği geçişi konu ediniyor. Erginliğin de iki temel ölçütü var. Bağımsız kalmak ve cinsel birleşme. Peki biz neden bir ölünün öpülmesini romantik buluyoruz? Çünkü klasik masallar bilinçaltı simgeleriyle, duyulan hikayenin altına ikinci bir hikaye yerleştiriyor. Biz aslında prensesin ölü olmadığını biliyoruz. Camın, aynanın, kırmızının neyi simgelediğini biliyoruz. Ama bilinç düzeyinde ifade edemiyoruz. O nedenle de körleşiyoruz.”

“KÜÇÜK KARA BALIK DEVRİMCİDİR”

“Simurg çok ilginç, çok güzel bir masaldır. Ama kimse bilmez. Ancak felsefe kitaplarında adı geçer. Ben bazen çocuklarla etkinlik yaptığımda, Simung’u anlatıyorum. Sonra Kül Kedisi’ni ve Pamuk Prenses’i inceliyoruz. Çocuklara hangisini daha ilginç bulduklarını soruyorum. Eksiksiz hepsi Simurg’u daha ilginç buluyor. Peki biz neden öğrenemedik bu güzel masalı? Çünkü hep aynı masallar bize sunuldu. Çünkü Simung, bir krala ihtiyaç duymanın nedenlerini sorgular. Aynı şekilde Küçük Kara Balık da çok ilgi görmüştür. Ama bir dönem yasaklanmıştır. Bu kadar ilgi gören bir kitabın kapitalizm tarafından çok tutulması gerekirdi. Ama yaygınlaşması tercih edilmedi. Küçük Kara Balık kendi düşüncelerinin peşinden gider. Devrimci bir balıktır. Peki ama neden Sindirella, Pamuk Prenses, Kuyuya Düşen Kız masallları tercih edilir? Çünkü, bunlar bizim algılarımız kapatır. Bizi itaatkar, uysal vatandaş olarak yetiştirirler. Böylece hiçbir şeye tepki göstermeyiz.”

“KLASİK MASALLAR BİZLERİ İTAATKAR VATANDAŞ YETİŞTİRİRLER”

'Kuyuya Düşen Kız' isimli Anadolu masalını anlatan ve değerlendirmesini yapan Sezer şu ifadeleri kullandı:

“Bu tip masallarda genellikle birbirinden hiç ayrılmayan üç kadın karakter vardır. Kötü üvey anne, en az onun kadar kötü kızı ve altın kalpli öz kız. Bu üçü yalnız yaşamaktadır. Üvey anne kızı, hizmetçisi hatta kölesi olarak kullanır. Kız yetersiz beslenir, ona hiçbir şey alınmaz. Kız sürekli çalışır. Ama çok garip bir şey yapar üvey anne. Bedava kölesini dışarı atar. Kız ormanda tek başına giderken, bir kuyuya düşer. Bağlar, bahçeler ve bir ev vardır. Bu tek başına gezen kızın karşısına ya yaşlı bir adam ya da yaşlı bir kadın çıkar. Yaşlı kadın çıkan versiyonuna bakalım. Ninenin yüzü irinlerle doludur ve irinler akmaktadır. Ama nine, kızın irinlerini öpmesini ister. Kız da hiçbir tiksinme belirtisi göstemermeden öper. Nine kıza çok ters davranır. Sürekli ev işleri yaptırır. Sonra, kızı boş bir odaya getirir ve nine, üç tane çuval getirir. Birinde arpa, birinde buğday, birinde de bulgur vardır. Bu çuvalların hepsini ortaya başaltır ve bunları ayıklayacaksın der. Kız hiç sesini çıkarmaz. Usandırıcı ve anlamsız buyruğu yerine getirir. Sorgusuz her şeye itaat eder. Nine sınavlarını bitirmiştir. Kıza "kuyudan çıkınca karşına bir çeşme çıkacak. Çeşmeden üzerine su dök" der. Kız üstüne su döker, zaten güzeldir ya, akıl almaz ışıltılı bi güzelliğe kavuşur. Dökülen sular da altına dönüşür. Ama kız, bunca güzelliği, gençliği ve servetine rağmen tutar, kovulduğu eve gider. Üvey anne şaşırır. Bu nasıl oldu, der. Kız da hiç sıkılmadan hikayeyi anlatır. Kadın bu sefer kendi kızını kuyuya götürür. Ama bu kızın tepkileri farklı olur. Nine yine irinlerimi öp der, kız "daha neler" diyerek reddeterek. Hiçbir iş yapmaz. Çuvallar dökülünce de çok saçma der. Ben bununla uğraşmıyorum, gidiyorum, der. Bize bu kızı aşağılamamız, bu kızı çok kötü görmemiz için, nefret etmemiz için yönlendiriliriz. Nefret de ederiz. Onun ne kadar kötü, ne kadar tembel, ne kadar huysuz olduğunu düşünürüz masalın yönlendirici diliyle. Ama hangi kızın yaptığı daha mantıklı? Kötü kızın yaptığı daha mantıklı. Kız da aynı çeşmeye gider suyu döker ve katrana bulanır. Bazı versiyonlarda da dökülen sular altın yerine siyah siyah yılanlar olur ve onun peşinden gelir. Böylece masal şunu söyler; itaat et, sorgulama, her şeyi yap, ödüllendirileceksin. Sorgularsan, ceza alacaksın ve senin ne kadar kötü olduğunu söyleyeceğiz herkese. Şimdi bu, birçok masalda zaten söylenen şeylerdi ama uç noktalar var. Nedenle irinli yüz öpülmesi gibi korkunç mantıksız şeyler talep ediliyor? Çok basit aslında. En anlamsız olan şeyi yap, en sağlıksız şeyi yapmayı kabullendiriyor sana. Böylece sonrasında hiçbir şeyi sorgulamıyor, uysal vatandaşlar haline geliyorsun. Siyasi iktidar ne yaparsa yapsın, ona tapmayı, onu sorulamamayı, tüm bahaneleri kabul etmeyi sürdürüyorsun.”

Editör: Haber Merkezi