Sinemaya ilginiz nasıl başladı?

Yazlık sinemadan başlamıştı. Çocukken yazlık sinemaya karşı bir sevgim vardı, çok ışıltılı, çok farklı bir dünya gibi geliyordu bana. Ben ilk sinema afişini Maltepe’de bir yazlık çay bahçesinde gördüm. Tarık Akan’ın bir filmi vardı, annemle birlikteydik. Anneme, oturalım seyredelim, dedim. “Yok.” demişti. “Bu bize göre değil.” Annem, sinemanın başka bir kesime ait olduğunu düşünüyordu, çünkü öyle öğretilmişti. Ama eminim, o benden daha çok istiyordu. Hiç unutmuyorum, sinemaya ilk 20 yaşında gittim.

Sinema yolculuğunuz bir kursa gitmenizle başlamış ama sinema kursuna değil öykü kursuna gitmenizle.

Ben çocukluktan beri ufak ufak öyküler yazıyordum. Öykü dilini geliştirmek için hangi atölyeye gitsem, ne yapsam diye düşünüyordum. Hala yayın yapan bir radyoda “öykü saatleri başladı” diye bir anons duydum. Atölyeye başladığım gün Kadıköy’de, “Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak” filmini izlemiştim, çok etkilendim. Ahmet Uluçay’ın hikâyesi, beni çok etkiledi. İnanıyorum, Ahmet Uluçay’ın dediği gibi; evet, karpuz kabuğundan Titanik de yapılır. O söz bana teselli, bir yol olmuştu… Kursa gittim, amacım öykü yazmak aslında; öykü için kayıtlar kapanmış. “Ama sinema atölyesi devam ediyor. Şu anda ders başlayacak, bir bak istersen, Uğur Kutay Hoca’nın dersi” dediler. Sinema deyince ben durdum, hiç aklımda yok ya sinema. O film olmasa belki ben derslere girmeyecektim. Peki, dedim, sınıfa girdim. Hoca bir film anlatıyor. Sonra filmi açtı, çıktı gitti. “Sonsuzluk ve Bir Gün” adlı film. İzliyorum… İzliyorum da hiçbir şey anlamadım filmden. Bitince geri döndü hocamız, bir saat bu filmi anlattı. Buradan ne anladınız, şuradan ne anladınız… Film analiziymiş bu. O gün orada öğrenmiştim analiz ne demek diye. Hocamız, bana dedi ki; “Sen yenisin, bir şey anladın mı?” “Hayır, ben bir şey anlamadım.” dedim. “Bunu git evde bir daha izle.” dedi. Filmi tekrar izledim yine bir şey anlamadım, çok sıkıcı geldi. O filmi iki yıl sonra izlediğimde ne kadar güzel olduğunu anlamıştım… Uğur Kutay Hocam çok severek dinlediğim, çok etkilendiğim, çok güzel bir hocam. Kendisinin birçok sinema kitabı var. Benim için çok önemli bir insan.

‘ÇOK ZORUMA GİTTİ’

İlk filminiz “İplik Hayatlar” ile sinema yolculuğunuz başladı.

Atölye dokuz ay sürdü. Bitmek üzereyken bir gün… Ben markette, bakkalda gazete başlıklarını okumayı çok seviyorum. Yine başlıkları okuyordum, bir baktım, manşette Bursa’da bir yangın olmuş, kenarda çok küçük bir yazı ile “5 kadın hayatını kaybetti” Hürriyet gazetesiydi. “Yangın”ı çok büyük yazıyordu; “yangın” çok büyük ama “5 kadın hayatını kaybetti” çok küçük yazılmıştı. Çok üzüldüm. Beş kadının ölümünün öyle küçük verilmesi çok zoruma gitti. Bir arkadaşla paylaştım. Gideyim, çekeyim dedim. Böyle bir kamerayla hayatımda ilk defa Bursa’ya gittim.

Olaydan ne kadar sonraydı?

Bir ay olmuştu ama olay daha sıcaktı. Bir avukat arkadaş bana çok yardımcı oldu, hatta filmde de konuştu. Ölen kadınlardan birinin, 13 yaşında Ayşe adlı bir kız çocuğu olduğunu, fabrikada çalıştığını, o gece mesaiye kaldığını öğrendim. Beş kadın; biri çocuk, biri hamile olan beş kadın; yılbaşından bir gün önce mesaiye kalıyorlar, kilitli kapıyı açamadıkları için yanarak ölüyorlar. Ayşe’yi anlatmak istedim. Babasına ulaştım. Aile çok sıcak davrandı. Ayşe’nin yazılarını gördüm. Bir kız arkadaşıyla çok samimiymiş, hep birlikte dolaşırlarmış, fabrikada da çalışırlarmış. Yılbaşı hediyeleri almışlar birbirlerine. İkisi de yanarak ölmüş. Ayşe Denizalan 13 yıl boyunca hiç oradan çıkmamış. Hayatı okul, ev, fabrika mezarlık. Tek başına bir sinema öyküsü Ayşe. İşçilerin insan yerine konmadığını anlatan bir hikaye. Çocuk işçiler, kadın işçiler, yasadışılık pek çok hikâye barındırıyor aslında. Ben Ayşe üzerinden anlatmak istedim.

‘BELGESEL MUHALİF OLMALIDIR’

“İplik Hayatlar”dan sonra “Camdan Köprüler”de kameranızı mevsimlik işçilere çevirdiniz. Köprülerin camdan değil de candan olmasını isteyen bir film çektiniz. Ardından güneşin, yağmurun, toprağın insan üzerindeki etkilerini irdelediğiniz “Rüzgarın Şarkısı” geldi. Belgesel filmler hepsi. Sizin için belgesel sinema neyi simgeliyor? Kibar Dağlayan kamerasıyla nerede duruyor?

Ben belgeselin derdi olan insanla ilgili olduğunu düşünüyorum, bir yaşam biçimi gibi. Bir derdin varsa anlatıyorsun, yoksa bir hobi olarak yapamazsın belgeseli, belki kısa film yapabilirsin ama bir belgesel olmaz. Belgesel bence muhalif olmadır. Ben sinemanın hissettirme sanatı olduğunu düşünüyorum, gösterme değil. Bir şeyi gösterirsin. Dersin ki; bu insanlar yoksul, insanlar işyerinde eziliyorlar. iş cinayetleri oluyor, gösterebilirsin. Göstermek sanat değil, hissettirmek sanat. Sinemanın da hissettirme, farkındalık ve aynı zamanda empati yapma sanatı olduğunu düşünüyorum. Eğer ben bir filmi yaparken karşı tarafa hissettiriyorsam bu film iyi olmuştur, hissettirmiyorsam olmamıştır.

Belgeselle amacınızın vicdanları harekete geçirmek olduğunu söyleyebilir miyiz?

Söyleyebiliriz. İnsanın en güzel yanı kendi vicdanıdır. Ben belgeselci olarak bir ideolojiye inanmıyorum, ırklara inanmıyorum. Vicdanın bir ideoloji olduğuna inanıyorum. İnsanın da bir ırk olduğunu düşünüyorum. İnsan tek bir ırktır. Başka bir ırk olduğuna inanmıyorum. Hiç inanmadım. Etiketlere de inanmıyorum. Vicdan, insan, başka bir şey yok. Öbürleri hep yalan. iyi ve kötü var. Başka bir şey yok yani. Öyle düşünüyorum.

‘BENCE BİR DEVRİM’

“Mahallemizin Kadınları Sinema Yapıyor” adlı bir projeniz var. Yaşamda Kadın ve Sanat Derneği ile Seferihisar Belediye Başkanı Tunç Soyer destek oldular. Koordinatörü de olduğunuz bu proje 2018 Ekim ayında Sığacık’ta hayata geçti. Bu düşünce nasıl doğdu? Neden kadınlar?

Sebebi nedir biliyor musunuz? Ulaşmayan kadına ulaşma hikayesi. Sinemaya ulaşmayan kadının hikayesi, yoksa başka derdimiz yok. Neden sinema? Sinema, her kesimin ulaşabileceği ve insanı insan yapan duyguları öne çıkartan bir hissettirme sanatı olduğu için… Neden kadınlar ve çocuklar diye sorarsanız; çünkü kadınlar ve çocuklara ben çok inanıyorum. Kadınlar, bir şeyi değiştirme yönünde çok iyiler.

Son günlerde kadınlardan daha çok umutluyum. İstanbul Sözleşmesi olsun, taciz olayları olsun, kadınlar artık farkındalar. Kendilerinin farkında olma hali bence çok güzel bir duygu. 2020’nin, pandeminin çok korkunç tarafı var, yalnızlaştık. Bununla birlikte 2020’nin en güzel tarafı da Türkiye’de ve dünyada kadınların farkındalık bulma halleri. Kendi bedenleri ve duyguları üzerinden daha iyi bir mücadele veriyorlar. Ben bunu devrim olarak düşünüyorum. Şu anda kadınların tacize karşı duruş şekilleri bence bir devrim. Bu devrimde yalnız olmadığımızı çok iyi biliyorum. Birbirimizi hissetmeye başladık. Bu, tacizlere karşı durma hali, en güzel kadın hareketi.

SEFRİHİSAR’IN HİKAYELERİNİ ANLATIYORLAR

Proje ile amacınıza ulaştınız mı?

Ulaştık. Altı film çıktı atölyemizden. Tamamen burada, Seferihisar’da yaşayan kursiyerlerin yaptığı filmler; hatta biri, Hande Yelke’nin çektiği, italya’da en iyi film adayı oldu. 13 festival gördü Türkiye’de ve dünyada… Abartısız söylüyorum, belki de tek proje şu anda. Seferihisar’ın hikayelerini anlatıyorlar.

‘YAŞAMLARINI ANLATMA HİKAYESİ’

Kadın hikayelerinin anlatıldığı filmler ile Seferihisar’ın kültürünün, toplumsal yaşamda kadınların duruşlarının da bir belgeseli çekildi.

Hem Seferihisar’ın belgeseli hem Seferihisar’da yaşamış insanların kendi yaşamını anlatma hikayesi. Zeytini anlattı birisi. Diğerleri sabunu, ekmeği, balığı,yardımlaşmayı. Hepsi buranın hikayeleri. “Yağmur’da Kalanlar”, “Örfene, Ateş ve Su”, “Cihanşümul”, “AdımYalnızlık”. Bu arada Necla İmancı ikinci, Hande Yelke üçüncü filmini yapıyor, Aytül’ün bir projesi var. Ben ilk gün söylemiştim atölyede “Ben yaptım, siz de yapabilirsiniz” diye.

(EMEL KADÖR)

Editör: Haber Merkezi