12 yaşında yazmaya başlayan, toplumsal olaylar ve kadın meseleleri üzerine yazdığı şiirleri ile tanınan ödüllü şair Gülçin Sahilli, son dönemde çocuklara yönelik yaptığı çalışmalarıyla da adından söz ettiriyor. Aynı zamanda edebiyat öğretmeni olan ve Eski Türk Edebiyatı Anabilim dalında yüksek lisans yapan Sahilli, bu alanda çocuklara yönelik atölyeler yapmaya başladı. Türkiye’de çocuklara yönelik ilk uzun dönem şiir atölyesini açan kişi olma özelliği de taşıyan Sahilli ile hem şiirleri hem de gerçekleştirdiği atölyeler hakkında konuştuk.

12 yaşında yazmaya başlamışsınız. O sürecin nasıl geliştiğinden biraz bahseder misiniz?

Özellikle o yılları düşünürsek erken bir yaşta başladım. O zamanlar için aslında bir destek de yoktu. Teyzemin bir kitaplığı vardı. Daha çat pat okumayı çözerken oradaki yetişkin kitapları okumaya başlıyordum. Şunu da yadsıyamam harika bir Türkçe öğretmenim vardı. O beni çok destekledi. Farkındaydı her şeyin. Çocukların neye yeteneği olduğunu ayırabiliyordu. Bana pek çok görev verirdi derslerde. Daha o yaşta öykü çözümlemeleri falan yapardım. Açıkçası bu kitap hevesi biraz öğretmen desteğiyle de farkında olmadan gelişti.

Şiirlerinizde genelde toplumsal sorunlara yer veriyorsunuz ve kadın sorunlarına değiniyorsunuz. Duygu anlamında zor oluyor mu?

Beni çok sarsıyor. Normalin üzerinde sarsıyor. O yüzden haber izlemem. Çok ağır travma yaşatıyor. O halden günlerce çıkamıyorum. Duyguyu o kadar yoğun yaşıyorum ki ondan kurtulamayınca tabii ki ister istemez dışa şiir olarak çıkarıyorum. Çünkü dışa çıkmazsa ya sizi psikolojik olarak yorar. Biz yazarlarda da yazı şeklinde akıyor. Yazarak atıyorum. Örneğin; Mavi Esme Boran’da çok belirgindir. Gezi Direnişi’nde yaşananlar, insanların yaşadıklarını gördükten sonra yazdığım şey çok fazlaydı. Sonra bunu Gül Kedisi takip etti. Yağmur Sayma Makinası’nda yavaş yavaş kadın olaylarına doğru gitmeye başladı. Çünkü aslında var olan olaylardı ama çok fazla su yüzüne çıkmaya başladı. Hatta Masumiyet Cambazı tamamen bu konular üzerine olacak.

‘Özgecan’ için yazdığınız şiirden örnek verecek olursak çok acı bir olayı kaleme alırken girdiğiniz o duygudan çıkmanız zor oluyor mu?

O dönemde o haberi okuduğumda o kadar yıprandım ki, empati insanda güçlü değildir derler ya hayır güçlüdür. Kendinizi o kişinin yerine koyuyorsunuz. Kadın olduğunuzda hele daha çok koyuyorsunuz. Çünkü eteğinizin boyuna, rujunuza, saçınızın rengine karışan bir toplumda yaşıyorsunuz. Davranışlarınız sürekli kontrol altında. Siz de genç kız olmuşsunuz, otobüslere binmişsiniz. O hissiyata gidiyorsunuz. Gece karanlıkta tek başımıza da kalıyoruz. Bunları hepimiz yaşıyoruz. Bire bir o duygunun içerisine oturduğumda o kadar yoğun sarstı ki, öyle bir acı hissettim ki o şekilde döküldü. Açıkçası ağlaya ağlaya yazılmış şiirlerdir bunlar. Kadın sorunları ile ilgili şiirler beni yıpratarak ortaya çıktı. Çünkü başımıza ne zaman bir şey geleceğini bilemeyiz. Hepimizin evinde birer saatli bomba var. Her an bir ‘Emine’ye dönüşmeyeceğimizin garantisi yok. Eğer sırtınızı dönerseniz, günü birinde onu sevmediğinizi söylerseniz başınıza bunun gelip gelmeyeceğini bilemezsiniz.

İyi bir şair ya da yazar olmak için iyi bir okuyucu olmak gerekli mi? Sadece yetenek ile de yazar olunabilir mi?

Hiç yeteneği olmayan biri istediği atölyeye gitsin, ne yaparsa yapsın sadece metoda yönelik, içi kuru ve boş yani dümdüz bazı kurallar çerçevesinde şeyler yazar. Ama özgün olamaz. Birinin taklidi olur. Bu yüzden yetişkinlere yönelik atölye yapmıyorum. Açıkçası büyük resme şöyle bakıyorum: ben 50-60 yaşına gelmiş birine, o yaşa kadar hiç şiir, roman, öykü yazmamış birine yazarlıkla ilgili ne verebilirim? Elinde biraz kalem faaliyeti vardır, onları geliştirebiliriz. Ama benim amacım o değil. Küçülten var olan yeteneği keşfetmek istiyorum. O yüzden çocuklarla çalışıyorum. Nasıl ben 12 yaşında yazmaya başladım. Demek ki ben gelirken bununla geldim dünyaya. Hepimiz farklı yeteneklerle doğuyoruz. o çocuklar da öyle. Kalabalığın içerisinde onları çıkarıp geleceğin yazarlarına destek vermeye çalışıyorum. Ben yazar yapmıyorum. Elimde bir makine de yok. Bunu iddia eden hiç kimde de yapamaz. Anca kendi üslubunu benimsetir, yazarların genel olarak yaptığı bu. Kendi gibi motomot yani onun üslubuyla yazan hatta daha kuru bir şey yaratırsınız. Bir makineden, tornadan çıkmış gibi bir şeydir bu. Ama çocuklara yazdırdığınızda öyle değil. Öyle harika hayal dünyaları var ki bambaşka şeyler yazıyorlar. Sizin çok üzerinize çıkıyorlar zaten. O yüzden yetişkin atölyelerini desteklemiyorum. Yapana sayı duyuyorum ama ben daha çok çocuklara yönelik, yolun başındayken bilinsin yola öyle devam etsin. Bunun taraftarıyım. Başka meslekler yapar ama kalemi de elinde olsun diye yapıyorum.

Çocuklar için masal atölyeleri, yaratıcı yazı atölyeleri ve gazetecilik atölyeleri yapıyorsunuz. İlgi var mı? Yaş ortalaması kaç?

8 ile 14 yaş arasında değişiyor. Hepsinin yaşına iniyorum. Yani biraz bireysel ilgileniyorum. Atölyeler 15 kişiyi geçmiyor. Bu sayede o bir saatte çocuklara bir şeyler verebiliyorsunuz. 14 yaşındaki çocuk sizden başka bir şey bekliyor. 8 yaşındaki çocuk daha farklı bir şey bekliyor. İkisini de desteklemeniz gerekiyor. Ayrı zamanlar olmuyor bu yüzden birlikte toplamanız gerekiyor. Mesele hepsine inebilmek ya da çıkabilmek, ulaşabilmek. Ve bunu da başarıyoruz. Çok eğlendik. Daha yeni başladık. Bir kere yaptık. Devamını da yapacağız. 8 yaşındaki biri Gülten Akın araştırdı, Cemal Süreya araştırdı. O çocukların hayatında nasıl büyük bir şeydir bu. Kitaplara yaş sınırı koyuyorlar ya ona çok karşıyım. Çocukları sınırlamamak lazım. Cinsellik ya da şiddet gibi şeyler içermiyorsa o çocuk her şeyi okuyabilir. Her şeye açık olmalılar. O yüzden hiçbir şeye sınır koymayı sevmiyorum. 8 yaşında da şairleri, yazarları bilsinler.

Toplumsal şiirler dışında bireysel şiirlere de yer veriyorsunuz. Peki, hangisi çoğunlukta?

Toplumsal şiirler daha çok. Yani ister istemez daha fazla oluyor. Bireysel şiirlerde de illaki bir toplumsal olay saklıdır. Birinin bir acısı benim yakınımdan muhakkak geçmiştir. Bireysel bir şey yazarken bile etkileşim halindeyiz. Başka bir şansımız yok zaten.

‘Mavi Esme Boran’ ve ‘Yağmur Sayma Makinesi’ kitaplarınız ödül almış. Ödül almış bir yazar olarak ödüllere bakışınız nasıl?

Motive etmek açısından önemli olduğunu düşünüyorum. Yani ilk başlangıç için öyle. Ama kalanı için değil. Yani ilk başta tetikleyici oluyor. Bir de tanınırlık olması açısından önemli. Eğer sizin kaleminiz iyiyse, bireysel konularda değil de toplum için yazıyorsanız bunu daha çok kişiye ulaştırmak için ödül önemli. Çünkü sesinizi böyle duyuyorlar. Kitap için ‘Bu ödül almış bir bakayım nasılmış?’ diye merak ediyorlar. Biraz da böyle bir toplumuz.

İzmir’in edebiyat ile ilişkisini nasıl buluyorsunuz?

Bence daha yeni yeni gelişiyor. İstanbul’a bakarsak emekleyerek ilerliyor diyebilirim. Çünkü orada gerçekten çok ilerledi. Atölyeler öyle bir boyut aldı ki dallara falan ayrılmaya başladı. Bunu ben de yapıyorum. Geçen sene şiir atölyesini böldüm. Aforizma atölyesi yaptım. Bu da ayrı bir şeydi. Aforizma ne oldu? Lise öğrencilerine yaptım. Bayıldılar. 35 konu seçtim. Onlar da aforizma nasıl bir şey diye başladılar ve çok eğlendiler. Aforizmaların örmekleri dünyada var genelde, bizde çok yok. Bize biraz uzak bir tür. İzmir faaliyetler güzel evet ama daha geliştirilebilir. Daha çok olabilir. Daha farklı yaş gruplarına göre yapılabilecek çok fazla şey var. Bazen diyorum ki bıraksalar da bir edebiyat öğretmeni olarak bir belediyede kültür müdürü olabilsem, o kadar farklı hallere getireceğim ki. Çünkü şu an bireysel savaş veriyorum. Tek başınıza bu kadar gelebiliyorsunuz. Öte yandan da bir hayatınız, çocuğunuz var. Kenardan bu kadar gidiyor. Oysa belediyeler benim gibi kendi başına çaba sarf eden insanları alıp, daha çok desteklese çok daha farklı ilerler. Çünkü bilinç düzeyi çok önemli.

İzmir’de yaşayan bir şair olarak, şehrin avantajları ve dezavantajlarından bahsedebilir misiniz?

Özellikle belediyelerin yeni yeni yaptığı etkinlikler var. Onlar avantajları oluyor. Dezavantajı yok. İzmir dezavantajını kendi yaratıyor. Aslında biraz daha bilinç ve görünürlük olsa daha iyi olur.

Genç ve yeni kuşaklara yazma konusunda ne önerirsiniz?

Özellikle 20’li yaşların başındaki yazarlar, şairler bizden biraz daha farklılar. Sanırım sosyal medyanın da etkisiyle herkes herkese istediğini söyleyebiliyor. Biz çekinirdik. Hele ki usta birine bir şeyler söylemek mümkün değildi. Usta-çırak ilişkisi şimdiki nesilde çok fazla göremiyorum. Tamam, serbest nazımda yazıyoruz ama amiyane tabirleri kullanmak bence şiir değil. Belden aşağı sözcükler bence şiir değil. Biraz daha şiiri şiir gibi yazmak gerekiyor. Daha edebiyatın içinde olarak kurmak gerekiyor. Kızgınlıklarınızı anlatabilirsiniz ama bunu sokaktaki insan da küfür ederek anlatabilir. Şairin farkı olmalı. En azından kendi öğrencilerimden o dili kullanarak yazmalarını istiyorum. Sıradan herhangi bir edebiyat öğretmenin yaptıracağı, ‘al bu kompozisyonu yaz’ şeklinde değil de edebiyatın genel tarihiyle ilgili onların yaşına uygun bilgilerle birlikte sosyal medyanın konuşma dilinden uzak tutmaya çalışıyorum.

Eski dönemlere nazaran kadınların edebiyatta yer alma sayısını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Çok daha iyi. Artık biraz tepkimizi verebiliyoruz. Ama daha bireysel tepkilerdeyiz. Henüz toparlanıp birleşemedik. Erkekler her zaman bundan kazanıyorlar. Kas gücü yüzünden değil. Bir erkek diğerini ne yapsa koruyor. Maalesef kadın kadına bunu yapmıyor. Bir de hala şunlarla uğraşıyoruz; bizde kadın doğası böyle. Kaşı öyle, gözü böyle diye takılıyoruz. Erkek bunu yapmıyor. Dış görünüşü, kaşı, gözü, erkek bunu umursamıyor. Ama şöyle de bir şey var. Özellikle İzmir için söyleyeyim. Bir kadına bir şey olsun. On kadın toplanıp adamın canına okur. O konudaki birliğe bayılıyorum. Birbirimize sahip çıkıyoruz. İş konusunda da omuz omuza dirsek temasında bir bulunabilsek hiçbir şey önümüzde duramayacak. Şunu kabul edelim biz kadınların beyni çok daha girift, çok daha farklı çalışıyor. Çok daha zekiyiz. Bu bir gerçek.

Bir söyleşinizde kadın dergisi çıkarmak istediğinizi söylediniz. Bu fikirde ortaklaştığınız kadın yazarlar oldu mu?

Kadın edebiyatçılardan oluşan kadın dergisi çıkarmak istiyorum. Birkaç yerde dile getirdim ancak söylemde kaldı. Maalesef kimseden destek de gelmedi bu konuda. Ama hiçbir şey yapamazsam tek başıma çıkaracağım. Çıkardıktan sonra da kadınlara davette bulunacağım. Çünkü bu başka bir şey olacak. Tamamen kadın elinden çıkmış bir edebiyat dergisi. Bu fikir hep aklımda.

Yeni projeleriniz var mı?

Evet var. Masumiyet Cambazı dördüncü şiir kitabım ve henüz çok yeni. Peri Akademisi var. Dört kitaplık bir seri. Fantastik seri, ilk gençlik romanı. Orada da şuna değiniyorum; sadece kuru bir fantastik değil, Türk mitolojisine dayanıyor. Hikâye kurgularında da benzer şeyler var. Çocuklara biraz mitolojiyi, bu bağlamda da tarihi sevdirmek için yazılmış bir roman.

Şair olarak idol aldığınız isimler var mı?

Sevdiğim çok şair var. Ama ben kendi hayalimi gerçekleştirmek istiyorum. Nasıl ki Gülten Akın bizden önceki kadın şairlerin arasından ayrılmış, adı tanınmış, bilinmiş, Gülçin Sahilli de umarım bundan 30 sene sonra belki ben hayatta yokken hatırlanmak, bilinmek isterim. Nasıl ki Cemal Süreya, Nazım Hikmet biliniyorsa ben ve diğer kadın şairlerin de adı tarihe geçsin istiyorum. Bunu kalpten istiyorum. Biz kadınlar yazın alanında da en üstte yer alalım istiyorum. Bunun için eğitim donanımımız var, kalem yeteneğimiz de var. Neden bizim isimlerimiz de sonraki nesillere kalmasın.

Son olarak her yazarın farklı bir cevabı vardır. Siz ‘neden yazıyorsunuz?’ desek cevabınız ne olur?

Kadın sorunlarıyla ilgili, toplumsal sorunlarla ilgili yazıyorum. Sanırım bunları birinin doğru bir şekilde dile getirmesi gerekiyor. Bu sorunları şiir diliyle aktarmak istiyorum. O yüzden yazıyorum. Olaylar insanların aklında kalsın istiyorum. İçsel bir kafiye ile hatırlanabilir olsun diye yazıyorum. Toplumsal olayları şiir diliyle anlatıp akılda kalıcılığı artırmak istiyorum. Çünkü bir gazete haberinde biri gider yarın başka biri gelir. Çünkü hayat devam ediyor. Ama şiir yüzyıl sonraya da kalır.

Editör: Haber Merkezi