YAĞIZ BARUT / İZ GAZETE- İzmir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nın (İzBBŞT) oyuncularını yakından tanımak, yaşam hikâyelerini öğrenmek ve tiyatro sanatının değerlerini topluma yansıtabilmek amacıyla başlattığımız söyleşi serisinin 13’üncü konuğu Mor Şalvar oyununda ‘Eylül’ karakterini canlandıran Dine Altıok oldu.

Bir oyuncuyu oyuncu yapan unsurun sadece sahnede yer almak olmadığını dile getiren Dine Altıok, tüm canlılığı, yaratıcılığı ve benliğiyle hayatın içinde olmanın ve sürekli sorular sorarak cevaplar bulmaya çalışıp yolda kalmaya devam etmenin oyunculuk için önemli olduğunu vurguladı.

POLİTİK BİR AİLE

Öncelikle sizi tanımak isteriz… Tiyatro ile ilk karşılaşmanız, sizi bu kariyere yönlendiren etmenler nelerdi?

1987 yılında Ankara’nın Yenimahalle ilçesinde dünyaya geldim. Memur bir anne ile babanın ikinci çocuğuyum. Aslen Kayseriliyim ve Çerkez’im. Seksenli yıllarda oldukça yara almış, politik bir ailenin içinde babamın kitaplarını okuyarak büyüdüm diyebilirim. Şiir kitapları bunların arasında en sevdiklerimdendi. Her çocuk gibi yaratıcılığı önceleri arkadaşlarımla oyun oynarken, evde şarkı söylerken, bebeklerim için kıyafetler dikerken keşfettim. Ama ortaokul yıllarına kadar tiyatroya bile gitmemiştim. Ortaokulda korodaydım ve şarkı söylemeyi çok seviyordum. Tam bu yıllarda okulda oynanacak bir tiyatro oyunu için seçmelere katıldım. ‘Töre’ adlı oyunda ‘Zühre’ karakterini oynayarak ilk sahne tecrübemi edindim. Lise hazırlık sınıfındayken yine okulda tiyatro seçmeleri olduğunu duydum ve hemen katıldım. Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nin tez hazırlayan son sınıf öğrencileri, bize kendi okullarının sahnesinde Nurhan Karadağ karşısında oynama fırsatı verdiler. Değerini o zaman tam anlamasam da şu an efsanelerim arasındadır. Aristophanes’in Lysistrata’sını oynamıştık. Neredeyse oyuncu olmak isteyecek kadar çok şey öğrenmiştim onlardan…

Tiyatroculuğu profesyonel bir meslek olarak ele alma süreciniz nasıl oldu?

Bir meslek olarak tiyatronun aklıma düşmesi 18 - 19 yaşlarımda gerçekleşti. O sıralar siyaset felsefesi ile ilgilenerek uluslararası ilişkiler okumaya karar vermiştim. Fakülteyi kazandıktan sonra arkadaşlarım vasıtasıyla Hacettepe Üniversitesi Tiyatro Topluluğu ile tanıştım. Hiç unutmuyorum amfilerde, merdiven altlarında oyunlar oynayıp bir temsil çıkartmak için gece gündüz birlikte çalıştığımız dönemleri… Kendi alanlarında çok başarılı ve tiyatroyu bu kadar gönülden yapan insanlar her halde bugün bile en değerli ilham kaynaklarımdandır. Hatta Dejan Dukowski’nin ‘Barut Fıçısı’ adlı oyunuyla İzmir’e festivale gelmiştik. Yıllar sonra İzmir’de profesyonel bir oyuncu olacağımı bilmeden, bu kenti çok sevmiştim. Yine aynı yıllarda bir arkadaşımın yönlendirmesiyle Ankara Sanat Tiyatrosu’nun seçmelerine katıldım ve kursiyer olarak kabul edildim. Mehmet Akay’ın dersleri bana, tiyatro dilinde düşünmeyi öğretmiş ve mesleki anlamda da bu işin sorumluluğunu alıp alamayacağımı düşündürtmüştür. Ankara Sanat Tiyatrosu’nda çocuk oyunlarında sahneye çıkarak o havayı soluma şansı buldum. Bu süreçte iyiden iyiye oyuncu olmaya karar vererek İstanbul’a gitme fikrimi netleştirdim. Tabi okuduğum okulu üçüncü sınıfta bırakarak İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarını kazandım. Yani mesleğimle bilinçli olarak tanışma yılım 2009 yılıdır diyebilirim.

PEK MUTLU OLMADIM

Bugüne kadar ne tür çalışmalarda ve hangi tiyatrolarda izleme fırsatı buldu seyirci sizi?

İstanbul’dayken hem maddi kaygılar hem de okuldayken çalışmamıza izin verilmediği için çocuk oyunlarında oynadım... Tabi karakterimden ötürü sanıyorum, çocuk oyunlarında oynamaktan aldığım zevkin de etkisi var bu süreçte. Birkaç dizi ve sinema tecrübem de oldu. Özel bir tiyatroda reji asistanlığı yaparak ve mesleğimi ilgilendiren konularda workshoplara katılarak birkaç sene geçirdim. Oyunculuğumu gösterebilmek için bir mecra aradığım yıllar, sahnede geçirdiğim vakitten çoktur diyebilirim. Sonrasında da biraz bitkin düşüp Ankara’ya zorunlu bir dönüş yaptım. Orada Devlet Tiyatroları’nda oyuncu olarak görev aldım fakat pek mutlu olamadım açıkçası. Tekrar İstanbul’a oyunculukla ilgili uzun soluklu bir eğitime katılmak için dönüş yaptığım dönemden kısa süre sonra pandemi süreci başladı.

Bu süreci göz önüne alınca Türk Tiyatrosu’na dair eleştirileriniz var mıdır?

Türk Tiyatrosu’na bir isyanım olamaz. Çünkü o biziz. Bizim edimlerimizden oluşuyor. Ancak isyanımı yapmakta olduğum her işe katabiliyorum. Böylelikle her şeyin dönüşebileceğini düşünüyorum. Sanat üreticilerinin korkusuz olma gibi bir lüksü var. Tiyatronun da, edebiyat gibi sihirli ve bağırmadan da etkili olabilen bir anlatım gücü var. Bu gücü sonuna kadar kullanalım.

AKLIM BAŞIMDAN GİTTİ!

İzmir Şehir Tiyatroları ile yolunuzun kesişmesi nasıl oldu? Burada yer almak istemenizin nedenlerini sorsam neler söylersiniz?

İzmir’e başka bir nedenle geldiğim sırada, sınav tarihimin açıklandığına dair bir mesaj geldi. Beş gün içerisinde hazırlanmam gerekiyordu. Aklım başımdan gitmiş gibi yaşadım o süreci. Ancak sınavda sahneye çıktığım anda şunu anladım ki; ben bu sınava yıllardır hazırlanıyormuşum. Yıllarca kendine ‘Oyuncu’ demeye utanmış ya da utandırılmış biri olarak söylüyorum ki; oyuncuyu oyuncu yapan sadece sahnede olmak değil. Belki de hayatın içinde canlılığıyla, yaratıcılığıyla, benliğiyle olmak; sürekli soru sorarak cevaplar bulmaya çalışıp yolda kalmaya devam etmek denebilir oyunculuğa. Ben buna inandım. Okulda ve sonrasında metodolojisini öğrendiğim hocalarıma çok teşekkür ederim. Kendim oyunculuğu ararken en büyük araştırma alanım yolun kendisi oldu. Pandemi sırasında, İstanbul’dan ayrılarak yerleştiğim yerde çocuklarla birlikte birçok şey ürettik. Bu eğlenceli anlarla tekrar işimi yapmak konusunda büyük istek duydum. Duygularım çığlık attı adeta ve İzmir’e geldim. Yine ödenekli bir tiyatroda yer almak, işini yaparak geçimini sağlayacak olma fikri çok güzel geldi bana. İzmir’de yaşayacak olmak da bu tiyatroda yer almak istememde önemli bir neden. Tabii tiyatronun kurucu ekibi de önemli bir kıstastı. Baktığımda güzel insanların buranın temelini attığını görmüştüm. Sınava da geldiğimde kapıda duran mihmandardan jüri üyelerine kadar herkesin, bizimle ilgili gözlerinde inanç olduğunu fark ettim. Tüm bu değerlerin içinde olmak istedim.      

TOPLUMUN GERÇEĞİ…

Mor Şalvar oyununda rol alıyorsunuz. Bu oyunla ilgili kısa bir değerlendirme yapar mısınız?

30’lu yaşlarıma kadar, kadın olmanın gerçekleştirmek istediğim şeyler konusunda bir engel yaratabileceğini çok fark etmemiştim açıkçası. Bu yaştan öncesinde, Türkiye’de kadınlarla ilgili ‘Kadın olmak çok zor, oyuncu kadın olmak çok zor’ gibi birçok yargıya karşı şaşkındım. Bizim öğrencilik hayatımız biraz uzun sürdüğü için belki de hayata atılmamız ve birtakım gerçekleri pratik etmemiz de biraz geç oluyor. Biraz içinde yer aldığım ekiplerin arasından sıyrılıp ‘Dine’ olarak hayata karıştıkça ben de birtakım sorunlar yaşamaya başladım. Biz, Mor Şalvar oyunumuzda bu toplumda gerçekleşen realiteyi göstermeye çalışıyoruz. Kadınların, hayatta yaşadıkları nedeniyle neler yapabileceği üzerine duruyoruz. Niyetleri, çabalarını gösterme şekilleri farklı olsa da birbirini hiç bırakmayan, beş tane kadın var oyunda. Bu oyun kadınların arasındaki birlikteliği inceleyen ve umudun her zaman var olduğuna inanmamızı salık veren öğeler içeriyor.

HER SAHNEDE FARKLI

Mor Şalvar’da oynadığınız Eylül karakteri; özellikle büyük şehirlerde yaşayan, iş yaşamının içinde olan birçok kadını anlatıyor. Başarılı, daha iyisini hak eden ancak önü kesilen biri… Özel hayatında da birçok sorun ile boğuşuyor Eylül. Bu rol size nasıl hissettiriyor?

Eylül karakteri, erkek egemen bir iş yerinde ve toplumda zorluklarla karşılaşıyor. Hamile ve çocuğu ile ilgili soru işaretleri var. Oyunda neredeyse tüm sahnelerimde iple bağlı şekilde rol alıyorum. En başta, karakterin yaşadığı olaylar karşısında ne gibi tepkiler verebileceğine dair çok fazla iz yoktu. Yönetmenimiz ve dramaturgumuz tarafından Eylül’ün yaşadıklarına ışık tutacak bir bölüm eklendi oyuna. Onlara çok teşekkür etmem gerekir, çünkü bu noktadan sonra çok rahatladım. Yine söylemek gerekir ki bu ülkede yaşayan birçok kadın; istemediği ilişkiler yaşıyor, ailesi tarafından tanımadığı insanlarla evlendiriliyor ya da henüz kendinin dahi farkında değilken evleniyor. Ve çocukları olacağı zaman her şeye rağmen, o çocuğa karşı bir dürtüyle sevgi besliyor. Eylül’ün oyunda çoğu hareketi, bunca yıl yaşadığı baskının bu dürtü ile ortaya çıkmasıyla hayat buluyor aslında. Eylül’e dair hissettiklerim de çok sabit değil açıkçası. Her sahneye çıktığımda farklı tonlar yakalıyorum onunla ilgili. Ancak ona baktığımda, onu henüz açmamış ancak her an açmaya hazır kokulu bir çiçeğe benzetiyorum.


 


DİNE ALTIOK’UN EN’LERİ

Tiyatroya dair en büyük hayaliniz nedir?

Birçok yetenekli ansambl oyuncu kadrosu ile iyi bir tiyatro oyununda yer almanın hayalini kuruyordum. Mor Şalvar ile bu hayalimin gerçekleşmesi için bir adım atmış olduk belki. Biz 5 kadın oyuncu, birlikte ‘En İyi Kadın Oyuncu’ ödülüne layık görüldük. Şu anda da İzmir Şehir Tiyatroları’nda yer alan tüm oyuncu arkadaşlarım ile birlikte bir müzikal yapmayı hayal ediyorum.

Bugüne kadar oynadıklarınız arasında en sevdiğiniz rol ya da oyun hangisi oldu?

Ben bir Tennessee Williams aşığıyım. Onun ‘Dikkat Çökme Tehlikesi Var’ adlı oyununda yer alan ‘Willie’ çok değerli bir rol benim için. Yine Anton Çehov’un ‘Vişne Bahçesi’ndeki ‘Dunyaşa’ karakterine hayat vermek de çok mutluluk vericiydi.

Oynamadığınız ancak oynamayı en çok isteyeceğiniz oyun hangisi?

Bertolt Brecht’in ‘Sezuan’ın İyi İnsanı’ adlı oyununda yer almayı çok isterdim. Yine William Shakespeare’in ‘Size Nasıl Geliyorsa’ isimli oyununu burada söylemek isterim.

Birlikte oynamayı en çok isteyeceğiniz oyuncu kimdir?

Şebnem Sönmez ve Esra Bezen Bilgin ile aynı sahneyi paylaşmayı çok ama çok istiyorum. Ve daha önce de söylediğim gibi İzmir Şehir Tiyatroları’nda oyunculuk yapan tüm arkadaşlarımla birlikte rol almayı hayal ediyorum.

Tiyatroya veya yaşama dair en çok ilham aldığınız isim kimdir?

İlham aldığım kaynaklar her zaman değişiyor aslında. Doğanın kendisi örneğin bir ilham kaynağı, karşılaştığım insanlar, şiir kitapları, okuduğum güzel bir söz, anlamlı ya da anlamsız bulduğum bir an ya da görüntü. Otobiyografik anlatılar, sessizlik içinde oluşan ani sesler, fısıltıyla iletilen bir düşünce, anılar… Aslında yaşamın ve doğanın içinde yer alan pek çok şey diyebiliriz. Bunlar beni hep titreştirir ve canım bir şeyler yapmak ister. İlham dediğimizin bu olduğunu sanıyorum.





 

Editör: Haber Merkezi