SEVAL DENİZ KARAHALİLOĞLU / İZ GAZETE - Başta İzmir Devlet Opera ve Balesi olmak üzere çok sayıda opera, bale ve tiyatro oyununun sahne tasarımına imza atmış ve çok sayıda ödülü kucaklamış sıra dışı bir sanatçı Tayfun Çebi. Devlet Tiyatrolarında sahneye koyduğu oyunlarla ve yurt dışında ses getiren işleriyle tanıdığımız Tayfun Çebi ile sahne tasarımının önemi üzerine konuşuyoruz.

‘SAHNE GERİSİNİ SEVDİM’

Neden sahne tasarımcısı olmak istediniz?

Aslında ben ilk önce atom mühendisi, sonra uçak mühendisi olmak istedim. Spor akademisine girdim. Daha sonra 1980 yılında konservatuarda okumaya başladım. Aynı dönemde, Devlet Tiyatrosunda İstanbul Efendisi adlı müzikal için seçildim ve oyunda figüranlık yapmaya başladım. Tiyatroyu o kadar sevdim ki okulu bıraktım. Sahneyi çok sevdim. Ama oyunculuğu değil, daha çok sahnenin gerisini sevdim. Konservatuarı bırakıp Güzel Sanatlar Fakültesi sınavlarına hazırlandım. Sahne Tasarımı Bölümüne girdim ve Talay Toktamış gibi büyük bir ustanın atölyesinde eğitim gördüm.

‘SAHNE HİZMET EDER’

Sahne tasarımı nedir?

Sahne tasarımı, olması gerekenin sahne üzerinde sizin yorumunuzla sunulmasıdır. Benim hocam Talay Toktamış’ın bir lafı vardır; “Bezemeci olmayın” der. Sahne tasarımcısı bezemeci değildir. Sahneye süs olsun diye eserde kullanılmayan bir şey koyarsanız yapılan iş vitrin dekorasyonu gibi olur. Vitrin dekoratörü işi süsler amacı yaptığı işi satmaktır ama sahne tasarımcısı eserin kendisine hizmet etmek zorundadır. Dekor yönetmene, rejiye, kostüme, oyuncuya hizmet etmeli, sahnede onlarla birlikte oynamalıdır. Brecht “oyunda silah varsa patlar” der. Yani sahneye bir şey koyuyorsanız, o koyduğunuz şey oyunda kullanılmalıdır. Sahneye süs olsun diye oyuna hizmet etmeyen fazladan bir şey koymanın anlamı yok.

‘YÖNETMENE KARŞI…’

Bir sahne tasarımcısı olarak, size mesleki açıdan kimler ışık tuttu?

Meslek hocam Talay Toktamış benim için bir numaradır. Talay Toktamış’tan sonra Mehmet Ergüven’le gözümüzü açtık. İyi ki de öyle olmuş, bize çok şey öğretti. “Yönetmene karşı ayağa dikilmemizi öğreten” kişidir. Yönetmen, masa, sandalye, bacayla geldi mi orada “hop bir duralım” diyeceksin. “Bir bakalım, çalışalım bu konuda. Siz burada, masa, sandalye istiyor olabilirsiniz ama ben oraya masa koymak istemiyorum” demeyi biz Ergüven’den öğrendik. Gözümüzü açmayı, pencereyi genişletmeyi, dönem çalışmalarını Mehmet Ergüven’le öğrendik.

‘YAPILAN İŞ, RUHUN SAHNEYE DÖKÜLMESİ’

Bir eser nasıl ortaya çıkıyor?

Yönetmen yeni şeyler yapabilmek için müzikten, resimden, heykelden, dekordan, kostümden anlayacak. Eseri araştıracak, ardından yorumunu yapacak. Yorumunu kendine saklayacak. Sonra tasarımcılarıyla konuşacak. Bu şartların aynısı tasarımcılar için de geçerli. Yönetmen, sahne tasarımcısı, ışık ve kostüm bir araya gelecek, fikirlerini bir araya getirecekler ve ortak bir çalışma çıkacak. Günümüzde ekip çalışması çok önemli. Ben ışık tasarımcımı bilirim. Yönetmen beni bilir, ben yönetmenimi bilirim. Kostümcü hepimizi bilir. Bu kadar kısa sürede, ortaya bir şeylerin çıkması bir ekipte çalışanların birbirini çok iyi tanımasıyla olur. Yani ekip birbirini tanıdığı için iş hızlı ilerler. Sonuçta yapılan iş bir ruhun sahneye dökülmesidir.

‘EKOL ÇOK ÖNEMLİ’

Defalarca sahnelenen ve konusu çok bilinen eserlerin sonunda ne olacağını herkes biliyor. Peki, bu durumda oyunu nasıl çekici hale getiriyorsunuz?

En çok sahnelenen oyunlardan biri Romeo ve Jülyet’tir. Salondaki herkes Jülyet’in yalandan zehirlendiğini bunu gören Romeo’nun kendisini öldürdüğünü ve sonunda Jülyet’in de intihar ettiğini bilir. Yani eserin sonu başından bellidir. Eğer yaratıcı kadro olarak, seyirciye “bunu nasıl yapacaklar?” diye merak ettirebiliyorsak olay bitiyor. Olayın keyfi burada oluyor. Örneğin seyrettiğim bir Romeo ve Jülyet’te konu Moskova’da komünist dönemde geçiyor. Jülyet bürokrat sınıfa ait bir ailenin kızıydı. Romeo da sokaktaki direnişçilerin başıydı. Sahnede kızıl bayraklar falan geziyordu. Orada leydiler, asiller filan yoktu. Shakespeare oyunlarının alt yapısı çok güçlüdür. Eğer onu iyi kullanırsanız, her şey olur. Hikayeyi sonunu değiştirmeden, “acaba nasıl olacak” mantığıyla sunuyorsanız, seyirci bunu merakla bekliyorsa, doğru iş yapıyorsunuz demektir. Bazen seyircilerimiz bana şunu söyler. “Tayfun, eğer bu oyunu sen yapsaydın, çok merak ediyorum, acaba nasıl yapardın diye oyun boyunca düşündüm” diyor. Bu çok hoş bir şey. Oyunu ben yapmamışım ama tesadüfen oradayım, izleyici ile karşılaşmışım bana bunu söylemesi çok hoş. Sonuçta ekol çok önemli. Benim Hocam Talay Toktamış’ın hocası Almanya’da Teo Otto, Brecht’in dönem arkadaşı. Benim Hocam Teo Otto’dan öğrendiklerini aldı bize getirdi. Şimdi biz aldık, bizden sonrakilere bu bilgileri devrediyoruz. Bu bir ekol. Tabii ki gelişiyor ve çağa ayak uyduruyor ama işin esprisi bu. Eğer birisi bunu sana söylüyorsa, bu çok güzel bir şey. Yoksa hepimiz, duvarlar, pencereler yapalım bitsin.

‘ORTAK AKIL OLMALI’

Sahne tasarımı konusunda bir idolünüz var mı?

Tarzını çok beğendiğim insanlar var. Direkt isim vermeyeceğim çünkü sahne üzerinde yapılan iş ortak akılla sunulduğu zaman önemlidir. Ortak akıl diyorum çünkü tasarımcının kafasındaki fikirleri sahneye yansıtması çalıştığı idari kadroya, yönetmene, ekibe bağlıdır. Bu nedenle Robert Wilson, Julie Taymor ve Christoph Waltz gibi sahne insanları farklı işler çıkarabiliyorlar. Oyunculuğunu da çok sevdiğim Christoph Waltz’un direktörlüğünü yaptığı Fidelio Operası Viyana Chevalier’de. Youtube’dan izlenmeli. Ne demek istediğim o zaman anlaşılacaktır. Lütfen sadece seyretmeyin oyun hakkında yorumları ve yönetmenin düşüncelerini de okuyun. Neyi neden yaptığını anlayarak seyredin. Böylece gerçek bir sanat eserinin, amacına uygun olarak, korkmadan eleştirmenin verdiği rahatlıkla, nasıl doğduğunu görebilirsiniz.

‘BÖYLE BÜTÇE VAR MI?’

Sahne tasarımını önemine dair başınızdan geçen sıra dışı bir olay var mı?

Mehmet Balkanla birlikte Portekiz Devlet Balesi’ne anahtar teslimi gibi bir iş yaptık. Portekiz Kültür Bakanlığı’nın siparişiydi. Buradan ağzına kadar dolu iki tır malzemeyi yüklendik, dekoru kurduk ve teslim ettik. İlk gittiğimde, Portekiz Balesinin Genel Müzik Direktörü hanım bana “bu yıl ki eser için bütçemiz 600 Bin Euro” dedi. Kadın 600 Bin Euro deyince ben koltukta şöyle bir hafifçe kıpırdadım. Sonra gözümü tavana dikip 600 Bin Euro ne kadar Türk Lirası olur diye hesaplamaya çalıştım. Yanlış herhalde diye düşünüyorum kendi kendime. Kadın demez mi “Düşünmekte çok haklısınız. Çünkü geçen sene, Uyuyan Güzel Balesi 800 Bin Euro idi” diye. Ben çarpım tablosunu iyice kaybettim. Genel olarak, bizim böyle bir bütçemiz var mı acaba diye düşündüm. Orada, tabii deyip geçiştirdim.

‘KABUS YAPILAR!’

Sanat hayatınızda unutamadığınız anılar var mı?

Tatlı, acı biriktirdiğim çok sayıda anı var. Acı olanlar deyince akla çok amaçlı sahne adı altında yapılan kabus yapılar geliyor. Örneğin Muğla Sahnesini gördüğün zaman, “tamam işte bu olmuş” diyorsunuz ama maalesef öyle değil. Sonra sahnenin ortasındaki asansörün zemine indiğinde, hiçbir yere gitmediğini görünce yaşadığım şok inanılmazdı. İşin daha fenası, sahnenin bir dekor girişinin olmadığını duyunca hissettiklerimi asla unutamıyorum.

‘BİR FİKRE SAPLANILMIYOR’

Yabancı yönetmen Alexander Titel ile çalışmak sizin için nasıl bir deneyim oldu?

Aleksander Titel ile önce Moskova’da La Bohem ve Nabucco çalıştık. Daha sonra Antalya Devlet Opera ve Balesi için Figaro’nun Düğünü adlı eseri yaptık. Moskova’da, Aleksander Titel’e misafir oldum. Onunla çalışmak çok keyifli. Bir kere sizinle beraber ortak çalışıyor. Yani siz gelmeden tasarım adına hiçbir çalışma yapmıyor. Mutlaka kafasında reji adına bir planı var ama tasarım konusunda her adımı berber atıyorsunuz. Eğer Moskova’da 10 gün kalıyorsam, en az sekiz tane birbirinden farklı dekor tasarımı çıkabiliyor. Her olasılığa bakıyoruz. Bu tarzda çalışırsak işin ucu nereye gider diye birlikte düşünüp tartışıyoruz. Her fikri beraber değerlendiriyoruz. O zaman şu ortaya çıkıyor. Bu yaratıcı kadronun, kostüm, dekor, ışık ve rejinin ortak eseri. Yani bizim eserimiz. Birçok yönetmen şöyle yapar. Sağda kapı, solda divan, tavandan lamba sarkacak. Bu, benim yaptığım işte bunlar olmayacak demek. Şimdi Titel’de böyle şeyler yok. İnanılmaz saygılı. Bu fikri beğendik mi? Dokuzuncu gün oturuyoruz ve sekiz projeyi hep beraber, yaratıcı kadro olarak birlikte gözden geçiriyoruz. Tartışıp içlerinden birini seçiyoruz. Soruyoruz. Herkes beğendi mi? Beğendi. İş bitiyor. Aleksander Titel’a, St.Petersburg’dan Yuri Aleksandrov gibi adamlara ben çok değer veriyorum çünkü onlar çok okuyorlar, araştırıyorlar, kıpır kıpır sürekli hareket halindeler. Bir fikre saplanıp kalmıyorlar. Tek bir fikirle gelmiyorlar. Eminim Moskova’da bir ay kalma fırsatım olsa, 25 tane fikirle gelecekler.

Tiyatro, Opera ve Balede en çok sevdiğiniz sahne tasarımları neler oldu?

O kadar çok var ki. İyi bir yönetmen ve iyi bir ekiple yaptığım her işi seviyorum. İlk aklıma gelenler, Eskişehir Şehir Tiyatrosunda Ahmet Mümtaz ile Caligula’yı, Bursa Şehir Tiyatrosunda Ali Düşenkalkar ile ‘Hürrem’ oyununu, Yunus Emre Bozdağan ile İzmir ve Ankara Devlet Tiyatrosu ortak yapımı olan ‘Masanın Altında’yı yaptık. Bülent Arın’ı çok severim. Onunla, ‘Terzi’, ‘Bir Efes Masalı’ isimli oyunlarda birlikte çalıştık. En son Yunus Emre Bozdağan ile İzmir Devlet Tiyatrosu için ‘Guguk Kuşu’ oyununu yaptık. Alanya Belediye Tiyatrosu için Grönlhorn Metod’u oyununun sahne tasarımını yaptım. En son İzmir Devlet Opera ve Balesi için Barış Ormanı Çocuk Operasını hazırladım. Önümüzdeki sezon için şu sıralarda Yunus Emre Bozdoğan’la birlikte Alanya Belediye Tiyatrosu için Brecht’in “Kafkas Tebeşir Dairesi” oyununu hazırlıyoruz. Programda, Ekim ayında Kosova Devlet Balesi için Düğün’ü, Aralık ayında Romanya Sibiu Balesi için Kamelyalı Kadın için sahne tasarımı yapacağım.

Editör: Haber Merkezi