Bundan tam 35 yıl önce 20 Eylül 1985’de Ruhi Su aramızdan ayrıldı. İnsanı insan yapan değerlerin altüst olduğu zor zamanlarda, Ruhi Su’yu daha çok arıyoruz. 18 Ekim 2006 günü aramızdan ayrılan Sıdıka Su ile İzmir Makine Mühendisleri Odasında, Ruhi Su Belgeselinin gösteriminin hemen öncesinde bir söyleşi yapmıştık. Ruhi Su ile 40 yılını paylaşan, demokrasiye aç genç Cumhuriyetin o sancılı yıllarını birlikte yaşayan Sıdıka Su, sevgili eşi, hayat arkadaşı Ruhi Su’yu anlatmıştı.

‘AİLECE DİNLERDİK’

Eşiniz Ruhi Su ile birlikte acılar, hapislikler ve direnişle örülü destansı bir birliktelik yaşadınız Ruhi Su ile nasıl tanıştınız?

1945- 46 yıllarında ben Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nde felsefe öğrencisiydim. Ben eşim Ruhi Su’yu tanımadan önce sesi ile tanıştım. 1943 ile 45 yılları arasında ailece, annem ve ağabeylerimle beraber evde radyonun başına geçer Ruhi Su’nun radyo programında söylediği türküleri dinlerdik. Annem Ruhi Su’nun sesini ve söylediği türküleri çok severdi. O dönem, Ruhi Su hem Ankara Devlet Opera ve Balesi’nde solist sanatçı olarak çalışıyor hem de radyo programları yapıyordu. Operada çalışırken ziraat mühendisi olan en büyük ağabeyim Necmi Umut’la tanışmışlar, arkadaş olmuşlar. Ruhi Su’yu ağabeyimin anlattıklarından biliyordum. Ben aslen Sivaslıyım ve Bursa Lisesi mezunuyum. Sonra Ankara’ya taşındık. O zamanlar Dil Tarih Coğrafya Fakültesinin bir korosu vardı. Ben müziği ve türküleri çocukluğumdan beri çok sevdiğim için o koroya girdim. Ruhi Su da o koronun şefiydi. Çok soğuk bir kış günü, Ankara’da Dil Tarih Coğrafya Fakültesinden Ulus’a giderken bir vesileyle yolda tanıştık. Arkadaş grubuyla kaldığımız yurda doğru gidiyoruz. Ruhi Su ağzını burnunu atkıyla sıkıca örtmüş, hiç konuşmuyor. Sizin türkülerinizi dinledim demek istiyorum ama Ruhi Su’nun sesi hiç çıkmıyor. Arkadaşlar aramızda konuşuyoruz o hiç konuşmalara katılmıyor. O sıralarda da Ankara Devlet Opera ve Balesi’nde solist sanatçı olarak operalarda söylüyor. Bizi yurdumuza kadar bıraktı. Ayrılırken de “kusura bakmayın sizinle konuşamadım çünkü akşam temsilim var, sesimi korumam lazım” dedi.

‘İLERİ GÖRÜŞLÜYDÜ’

Daha sonra, arkadaşlığınız nasıl devam etti?

Ruhi Su ileri görüşlü bir insandı. Her ikimiz de verici insanlarız. Ruhi Su insancıl, sosyalist bir adamdı. Türküyü çok seviyordu. Ben de öyle. Ben hala türkü söylüyorum. (Burada yüzü aydınlanıyor ve gülüyor) Ailelerimiz de çok uyumluydu. Ailem annem, ağabeylerim ilerici insanlardı. Dolayısıyla çok iyi anlaştık.

‘GİZLİCE MEKTUPLAŞTIK’

Evlenmeniz de çok sıra dışıydı değil mi?

Arkadaşlığımız zamanla ilerledi. Beş yıl kadar arkadaşlık ettik ama evlenme konusunda kararsızdık. Çünkü ikimiz de TKP (Türkiye Komünist Partisi) üyesiydik. Bunu gizlediğimiz için ilk başlarda birbirimize bile söylememiştik. Sonra, partiye gittiğimizde birbirimizin TKP üyesi olduğunu orada karşılaşınca anladık. O zamanlar, TKP üyesi olmak yasaktı. Biz de bunu kimseye söylemiyor, herkesten saklıyorduk. Bu nedenle, hapse gireceğimizi de biliyorduk. Düşündüğümüz gibi oldu. Beş yıla mahkum olduk. İstanbul Merkez Komutanlığı, Askeri Harbiye Cezaevinde yattık. Uzun süre, hapishanede gizlice mektuplaştık. Sonra, 1954 yılında cezaevinde nikahlandık. Nikah şahidimiz Behice Boran ve eşi Nevzat Hatkoy’du. Bir astsubay kanalıyla, Rumeli Caddesindeki Hükümet Konağında bir Cumartesi günü nikahımız kıyıldı. Astsubay ve iki jandarma eriyle birlikte nikah için dışarı çıktık. Nikahtan sonra Ruhi, bizimle beraber gelen astsubaydan rica etti. Cezaevine yürüyerek döndük. Yolda, Ruhi bir kitapçı dükkanına girdi ve bana evlilik hediyesi olarak Goya’nın bir albümünü aldı. Orada imzalayarak bana verdi.

‘OPERAYA DÖNEMEDİ!’

Ruhi Su nasıl tutuklandı?

Ruhi Su her duygunun müzikle anlatılabilir olduğunu öğrenmişti. Dağların havasını kentlere taşıyan insan olarak tanımlanıyordu. İlk önce yapmış olduğu radyo programına son verildi. Programda, Ruhi Su derlediği Alevi türkülerine, deyişlerine yer verdiği ve bu çoğunluğun bilmediği Alevi türküleri söylediği için radyodan ayrılmak zorunda bırakıldı. Ankara’da “Konsolos Operasının” provalarında çalışırken aynı dönemde, Aşık Veysel’in hayatı filme alınıyordu ve Ruhi o filmde, hem oynuyor hem de türkü söyleyip saz çalıyordu. 11 Kasım 1952 günü Ankara’da çok sayıda TKP üyesi birbirinden habersiz tutuklandı. Ben de ilk tutuklananlardan biriydim. Aynı akşam polisler, Ruhi’yi de tutuklamak üzere evine geliyorlar ama Ruhi ne yapıp edip polisleri atlatıyor. Benim de tutuklandığımı öğrenince, aynı akşam uçakla İstanbul’a gidiyor. Amacı film şirketinden parasını almak. Neyse, filmi yarıda bırakıyor. Alacağı miktarı film şirketinden aldıktan sonra ertesi gün 12 Kasım’da Ankara’ya geri dönüyor. Operaya gidip masasını topluyor. O sırada tiyatrodan ünlü bir kişi Mahir Canova telefonla Ruhi Su’nun operaya geldiğini polise haber veriyor. Operadan çıkıp evine doğru giden Ruhi’nin yolunu motosikletli polisler kesiyorlar ve onu orada tutukluyorlar. Sonra evine polislerle beraber evine gidiyorlar. Almak istediği birkaç parça eşyayı ve benim kendisine hediye ettiğim yün eldivenleri de yanına alarak cezaevine giriyor. Tabii bu olaydan sonra, Ruhi Su bir daha operaya geri dönemiyor.

‘SESİYLE AYAKTA KALDI’

Ruhi Su bu ağır şartlarda nasıl ayakta kaldı?

Ruhi Su sindirme eylemlerine karşı sesiyle, türküleriyle mücadele etti ve ayakta kalmayı başardı. İstanbul’da Harbiye Cezaevineyken, Sansaryan Han’da çok ağır işkenceler gördü. Cezaevinin zemin katında, çok kötü koşullarda sorgulanırken ve işkence görürken beni düşünerek ve türkü yazarak hayatta kalmayı başardı. ‘Bu nasıl İstanbul zindan içinde, / Sansaryan Hanında tabutluklarda, kayboldu gündüzüm gecem’ türküsü işkence gördüğü o karanlık dönemde yazılmıştı.

Meşhur bir Hasan Dağı türküsü var.

‘SUÇUMUZ İNSAN OLMAK’

Bu türkü nasıl yazıldı?

Nikahlandıktan sonra, Ruhi Adana’ya nakledildi. Vedat Türkali’nin anlattığına göre, yolda Adana Cezaevine nakledilirken, erkeklerin hepsini ikişer ikişer ellerinden birbirlerine zincirliyorlar. Adana’ya giderken Gülek Boğazı’ndan Hasan Dağı’ndan geçerken bu meşhur Hasan Dağı türküsünü ilk defa orada tasarlıyor. “Hasan Dağı Hasan Dağı/ eğil eğil de bir bak/ Hasan Dağı Hasan Dağı bunu yapan insan olmaz/ Hasan Dağı Hasan Dağı suçumuz insan olmak” diye başlayan türküyü, dolunay ışığı altında pırıl pırıl parlayarak yükselen Hasan Dağı’na bakarak mırıldanmaya ve söylemeye başlıyor. Ne zaman Hasan Dağı türküsünü duysam Vedat Türkali’nin naklettiği bu hikayeyi anımsarım.

‘ÖLENE KADAR SAZINI BIRAKMADI’

Ruhi Su sazıyla birlikte türkü söylemeye nasıl başladı?

Ruhi Su saz çalmayı konservatuar yıllarında, opera sanatçısı olacağı son yılında öğrendi. Bunun da ayrı bir hikayesi var. Yabancı hocalarından bir tanesi. O sırada keman çalan Ruhi’ye eğer kemanla devam ederse ses tellerine zarar vereceğini söylüyor. “Kemanı bırakmaya mecbursun, ya keman sanatçısı veyahut ses sanatçısı ol” diyor. Bunun üzerine Ruhi kemanı bırakıyor ve türkülerini söylemeye devam ediyor. Ama bakıyor ki türküler eşliksiz söylenmiyor. Ondan sonra bağlama öğreniyor. Bağlama eşliğinde türkülerini söylemeye devam ediyor. Sonra, Ruhi ölene kadar bir daha sazını elinden hiç bırakmadı zaten.

Derlediği ve notaya geçirdiği türkülerle Türk Halk Müziğine yaptığı katkılar düşünülürse, hayatı boyunca hemen her yerde türkü derledi galiba. Öyle değil mi?

Evet, gerçekten de öyle. Ruhi Su mümkün olan her yerde türkü derledi. Hatta en imkansız anlarda ve yerlerde bile. Özellikle çok sevilen ‘Ceren’ türküsünün de böyle bir hikayesi var. Yine Vedat Türkali’nin bize naklettiğine göre, o zaman kaldıkları Adana cezaevinde Rafet adında bir meydancı var. Ruhi Su, bu Rafet ile bir köşeye çekiliyorlar, sürekli konuşuyorlar. Ruhi Su bıkmadan usanmadan Rafet’e Ceren türküsünü söylettiriyor. Rafet de Ceren türküsünü o kadar kötü söylüyor ki, bundan bir şey çıkmaz demişler. Ama Ruhi Su ne yapıp edip türküyü Rafet’ten defalarca dinliyor ve bir süre sonra bugün çok sevilen Ceren Türküsü ortaya çıkıyor. Yani, cezaevindeyken bile türkü derliyordu.

‘ÇOK ÖZEL BİR SAZDI’

Peki, Ruhi Su cezaevindeyken saz çalıp türkü söyleyebiliyor muydu?

Ruhi Su’ya cezaevindeyken sazını vermediler. O da sazından ayrı kaldığı ve türkü söyleyemediği için çok üzgün. Şekeroğlu diye bir arkadaşımız var. Ruhi Su’nun üzüldüğünü görüyor. Türkülerini söyleyebilsin diye, tahta paspasların tahtasını yontarak bir saz yapıyor. Cezaevinde çok güzel saz çalan ve çok fakir bir arkadaşımız vardı. Ruhi Su cezaevinden ayrılırken “şimdi parası yok, saz alamaz, saz çalmayı unutmasın” diyerek tahta paspas sapından yapılan bu orijinal sazı bu fakir arkadaşına bırakıyor. Daha sonra, çok özel bir saz olduğu için çok pişman olduk. Sonradan sazı bulabilmek için o arkadaşı aradık ama maalesef ne ona, ne de saza bir daha ulaşamadık.

‘ÜLKESİNE HİZMET ETTİ’

Ruhi Su hangi görüşten olursa olsun herkesin sevgisini ve saygısını kazandı. Ruhi Su’nun bu kadar çok sevilmesini neye bağlıyorsunuz?

Ruhi Su kalabalıkları yatıştırmasını bilen, halkın nabzını çok iyi ölçen bir sanatçıydı. Ankara’da farklı fraksiyonların konserlerine giderdi. Sahneye çıkmadan önce salonda kıyamet kopar. Sloganlar atılır. Ruhi sakinliği ile bu heyecanlı kalabalığı yatıştırmasını bilirdi. Sahneye çıkıp türküsünü söylemeye başladığında sesler kesilir o heyecanlı kalabalık durulurdu. Aşık Veysel, Ruhi Su için köylüyü şehirlilere sevdiren adam demişti. Hayatı boyunca zorluklarla savaştı. Türk halkına bağlılığını, yine bu halkın müziğini evrenselleştirerek kanıtladı. Düşünsel ve sanatsal eylemleriyle ülkesine hizmet etti. Daima insandan, emekten, barıştan yana yaşadı. Hayatını sosyalizme adadı. O çağının ve ülkesinin sorumluluklarını yüklenen ileri görüşlü bir aydındı.

Editör: Haber Merkezi