Seval Deniz Karahaliloğlu - Kuşadası’nda Caferli Antik Köyü duvar boyaması yapmıştık. Köy duvarlarını tüm sanatçılarla bölüşüp, şarkılarla, sohbetlerle boyadık. Harika bir deneyimdi. Ressam Tijen Hasçilingir ile konuşuyoruz. Salgının giderek şiddetini arttırdığı bir dönemde sanatçılar çalışmayı ve umudu elden bırakmıyorlar. Eğer salgın hafifler de izin verirse sanatçı Mayıs ayında “Uluslar arası Kırmızı Eller Afrodisyas Karacasu Çömlek ve Sanat Çalıştayı”na katılacak. Tijen Hasçilingir’le resim serüvenini, rengarenk düşlerini tuvallere ve duvarlara nasıl yansıttığından konuştuk.

Karacasu Çömlek ve Sanat Çalıştayı’ndan biraz bahseder misiniz?

Bu yıl ilk defa yapılacak olan “Uluslararası Kırmızı Eller Karacasu (Afrodisias) Çömlek ve Sanat Çalıştayı” 18 Mayıs-5 Haziran tarihleri arasında gerçekleşecek. Bu festivalde Karacasu’da bir sokakta yer alan evlerin duvarlarını boyayacağız. Yörenin simgesel değerlerini, Karacasu halkının da katılımıyla, hep birlikte sokaktaki evlerin duvarlarına çizip boyamak istiyoruz. Halkın ve sanatçıların bir araya gelip evlerin duvarlarını boyaması fikri çok heyecan verici. Bölgede çömlekçilik önemli olduğu için Yunanistan, İtalya, Rusya, Tayvan ve Güney Kore’den çömlek ustaları gelecek. Bunun yanı sıra ressamlar, masal anlatıcıları, edebiyatçılar, heykeltıraşlar, minyatür sanatçıları gibi çok farklı disiplinlerden gelen sanatçılar hep bir arada eserler üretecek ve üretilen eserlerin sergisi yapılacak. Salgın nedeniyle planlanmış birçok etkinliğin son anda iptaline tanık olduk. Umarım büyük bir hevesle, heyecanlarla hazırlanan, planlanan bu organizasyon gerçekleşir ve en iyi bir şekilde amacına ulaşır.

‘DOĞADAN BESLENİYOR’

Resme olan ilginiz nasıl başladı?

Sanatçı ruhlu ve çok yetenekli bir anne ile sanatsever bir babanın kızıyım. Annem gerçekten çok yetenekli bir kadındı. El becerileri çok iyiydi. Müziğe ve resme karşı ilgisi vardı. Babam ise iyi bir sanatseverdi ve okumamız için dünya klasiklerinden eserleri cilt cilt eve yığardı. Hiçbir tiyatro oyununu, filmi, konseri kaçırmazdık. Ben böyle bir ailede büyüdüm. Şanslıydım. O yıllarda aileler resme ve müziğe çok ilgi göstermezlerdi sanırım bu nedenle bu derslerimizin öğretmenleri not açısından biraz acımasız olabiliyorlardı. Benim yakın çevremde, kardeşim de dahil olmak üzere çoğu arkadaşımın resimlerini annem yapardı. Ben hariç. Ben keyif alırdım resim yapmaktan. O günlerin belki de haklı nedenlerle kıt notlu öğretmenlerinden en iyi notları alanlardan biri oldum hep.

Resim anlayışınızı besleyen kaynaklar nelerdir?

Ben jeoloji mühendisiyim. Jeolojinin sanat yolculuğumda bana çok faydasının olduğunu düşünüyorum. Bence jeoloji fen bilimleri içinde resme en yakın dallardan biri. Doğa bilimi olması, şematik olarak anlatılabilen ender dallardan biri olması, amacının doğanın dilini çözmeye çalışmak olması önemli. Sanatın doğadan ne kadar çok beslendiğini biliyoruz. Doğa, tıpkı sanat gibi ruhu beslerken terbiyede eder. Sınavlarda cevapları yazıdan çok, şemalarla yapardım. Renk yoktu evet ama şematik de olsa, bir nevi desen vardı. Yıllar sonra aldığım akademik eğitimden esinlenerek, “Metamorfik” isimli bir sergi açtım. Toplumlarda, ilişkilerde, şehirleşmelerde, doğada ve beyinlerde var olan “baskılı başkalaşımları” anlatan bir sergi oldu.

‘SANATSAL SOHBETLERİMİZ OLURDU’

Profesyonel olarak resme nasıl başladınız?

Resme profesyonel olarak 2008 yılında başladım. Ressam bir arkadaşım beni zaman zaman yeni çalışmalarını görmem ve hakkında yorum yapmam için atölyesine davet eder ve resim yapmam için ısrar ederdi. Fırça sallamaya elimin alışması için ilk önce ahşap boyama kurslarına yazıldım. Çok severek birçok iş yaptım. Bir gün ressam arkadaşım, beni alıp bir vitray atölyesine götürdü. Atölye sahibi Taner Özcan, ressam Turan Enginoğlu Atölyesinde resim çalışmış iyi bir vitray sanatçısıdır. O günden sonra, Taner Özcan’ın vitray atölyesinin bir köşesini kendime çalışma alanı yaptım. Hem vitray çalışmalarına yardım ediyor, hem de atölye sahibinin yönlendirmeleri ile resim yapıyordum. Sonra evimin bir köşesini atölyeye çevirdim. Geceleri evde, gündüzleri atölyede çılgın gibi resim çalışmaya başladım. Sonrasında Turan Enginoğlu’nun öğrencisi oldum. Artık üç atölyem olmuştu. Uzun bir süre sıkılmadan, yorulmadan çalışmaya devam ettim. Gece gündüz resim yaptım. Çalıştıkça hevesim daha da artıyor, elimden fırça eksik olmuyordu. Bundan müthiş bir zevk alıyordum. Resim, bütün dünyam olmuştu.

Resim serüveninizde sizi etkileyen ve yönlendiren hocalarınızdan bahseder misiniz?

Çalışmaya klasik resimle başladım. İnsanlar kolay zannedip direkt soyuta yöneliyor ama yanılıyorlar. Soyut resim, desen bilgisi ve deneyimi olmadan hep eksik kalıyor. Karakalem ise işin alfabesi. Desen çalışmalarımda bana büyük katkısı olan Sevgili Sabit Baytan Hocamı anmadan geçemeyeceğim burada. Kendisi daha çok heykeltıraş olarak bilinir ve tanınır ama çok da iyi bir ressamdır. Sabit Hocam önüme soyut heykellerini koyar, beni desen çalıştırır, eve de ödevler vermeyi ihmal etmezdi. Sonra yağlıboya, ardından akrilik boyaya geçtim. Ve resimlerim soyuta kaymaya başladı. Ben de kendimi tamamen serbest bıraktım. Sabit Hocam beni yakından takip etti yıllarca. Bol bol anlatır, okumam için sanatsal kitaplar, dergiler önerirdi. Saatlerce tadına doyulmaz sanatsal sohbetlerimiz olurdu. Bilgisinden ve yönlendirmelerinden çok faydalandım.

‘TEZATLIKLAR YANSIYOR’

Resim sizin için ne ifade ediyor?

Tam bir dışa vurumcuyum. Çevremde gözlemlediğim, yaşadığım, hissettiğim, gördüğüm her şey ruhuma değiyor. Kentleşmelerdeki çarpıklıklar, doğadaki, bakış açılarındaki, beyinlerdeki bozulmalar, yığışmalar, yozlaşmalar, baskılar beni isyana sürükleyebiliyor. Sonra isyanlarımla mücadele etmeyi öğreniyorum. Bazen içime dönüp küskünleşebiliyorum. Kimi zaman sessizce çığlıklar atıyorum. İşte resim bu duygularıma ses oluyor. Kaçmak isteyip kaçamadıklarımla yüzleşiyorum resimlerimde ya da tam tersi oluyor. Resim bazen mutluluğun dili oluyor. Yaşadığım güzelliklerin, sorumlulukları yerine getirmiş olmaktan duyduğum hazzın, hissettiklerimin, aydınlıklarımın dili oluyor. Bazen dibe vurduğumu hissettiğim anlar yansıyor resimlerime. Kimi zaman da yaşamın tezatlıkları yansıyor. Ve sonra umut oluyor ama umut her zaman oluyor.

Resim yaparken nasıl çalışırsınız?

Ben ruh halime göre önce renklerimi seçer, öyle başlarım çalışmaya. Seçtiğim o renklerle önce dilediğimce ve gönlümce tuvallerin üzerinde doyasıya oynarım. Yaşadığım o andan koparım. Bu zamanlara mutlaka müzik eşlik eder. Kaptırırım kendimi, adeta ruhum dans eder. İçimde ne varsa bildiğim, bilmediğim dökerim ortaya. İyi, kötü, güzel, çirkin, uyumlu, uyumsuz. Her şey dillenir tuvalde. Sonra o günün hikayesini derlemeye başlarım ortaya çıkardığım resimde. Başlangıç, gelişme ve sonuç. Mantığım bu aşamada devreye girer. İşte o zaman o günün hikayesini anlattığım resim biter.

Resim anlayışınızı nasıl tanımlarsınız?

Çalışmalarımı soyut ve dışavurumcu olarak tanımlıyorum. Bu çizgide figüratif, peyzaj, natürmort çalışmalarım oluyor. Figüratif çalışmalarımın çoğunun neden kadın olduğu çok soruluyor. Bu benim de bir kadın olmamdan kaynaklanıyor. Dünyanın neresinde olursa olsun, bir kadının neler yaşadığını, yaşayabileceğini ve neler hissedebileceğini anlayabiliyorum. Bu nedenle, figüratif çalışmalarımda kadının bilinçaltını kurgulamaya ve en iyi bildiğim şeyi dillendirmeye çalışıyorum.

‘HER BİRİ AYRI HEYECAN’

Resim serüveninde, sizi heyecanlandıran ve hala üzerinde çalıştığınız “serilerden” biraz bahsedebilir misiniz?

İlk aklıma gelen, “Ters Köşeleşmeler” adını verdiğim seri oluyor. Burada amacım hayata ters köşeden bakmaktı ama çalışırken gördüm ki, aslında hayat bizi çoğu zaman ters köşeye yatırmış zaten. Bu bana hayatın dersi oldu. Bildiğim bir şeyi, daha inceden irdeleme fırsatı buldum. Sonra “Küçük İşler Büyük Düşler” serisini yaptım. Küçük boyutlu işlere kocaman hayalleri sığdırmak ve o hayallere yaklaşmaktı amacım. Müthiş keyif aldım. Heyecanım tavan yaptı. Büyük hayaller kurmayı da, umut etmeyi de bırakmadım. Bu seriyi çalışmayı hala sürdürüyorum. Bir de “Minnak İşler”im var. Son yıllarda yaptığım, el kadar minik resimler. Bu boyutta çalışmayı da çok sevdim. Hala devam ediyorum. İstanbul’da sergiledim sadece. Üzerinde çalıştığım bu seriyi bir sergi haline dönüştürmüş değilim. Bir gün bunu gerçekleştirmeyi planlıyorum. 16 kişisel, 8 grup, 45 ulusal ve uluslararası karma sergiye, çalıştay ve bienallere katıldım. Her biri ayrı heyecandı benim için. Her biri ayrı birer değer. Hazırlığı, oluşumu ve bitişi ayrı bir hikaye.

Neden özellikle resmi konu alan “sağlık için sanat projelerine” katılıyorsunuz?

İçin Sanat Projesi”nin içinde olmaktan mutluluk duyuyorum. Bu proje hastalar, hasta yakınları, doktor, hemşire ve hastabakıcıların dünyalarına az da olsa renk katabilmek amacını taşıyor. Bu projede yer almayı çok anlamlı buluyorum. Bu nedenle çeşitli hastane, huzur ve bakım evlerine resimlerimizi hediye ediyoruz. Yaptığımız bu resimler o kurumların duvarlarını süslüyorlar. Bu müthiş bir iş bence. Tepecik SSK Hastanesi, Turgutlu Huzur Evi, Urla Devlet Hastanesi, SSK Tepecik Hastanesi Çocuk Bölümü özellikle burada sergilenen resimleri çocuklar için özel olarak çalıştık, Ödemiş Devlet Hastanesi ve Alsancak Devlet Hastanesinin duvarlarında resimlerimizin olması hepimiz adına mutluluk verici. Birçok sanatçı arkadaşımızın katılımıyla, 2015 yılında, Umut Atölyesi Sanat Günleri adı altında kanserli hastalara destek vermek amacıyla Kültür Park Resim Heykel Müzesinde bir sergi açmıştık. Gurur vericiydi. Seval Deniz Karahaliloğlu

‘SÖYLECEK SÖZÜM OLSUN İSTİYORUM’

Sosyal projelere katılmak neden önemli?

Sosyal projeler her zaman ilgimi çekiyor. Hayatımda her zaman yanında olduğum ya da karşısında durduğum olaylar için söyleyecek bir sözüm olsun istiyorum. Bu projelere eğer amacının yanındaysam desteklemek, olayın karşısındaysam protesto etmek için katılıyorum. Bu projelerin çoğu belirlenen bir meydana şövaleyi kurup, toplum içinde, toplumla iç içe resim çalışarak gerçekleşiyor. Bunlar anlık gelişen olaylarıyla çok heyecanlı, insanı mutlu eden çalışmalar oluyor.

‘DEĞERLERİ HATIRLADIK’

Son olarak, salgın sanat çalışmalarınızı nasıl etkiledi?

İçinde bulunduğumuz kötü günler bize unuttuğumuz birçok değeri yeniden hatırlattı diye düşünüyorum. Hepimiz sorduk, sorguladık, düşündük, anladık. Sanatın ruhlara ne kadar iyi geldiğini biliyoruz. Bu nedenle ‘sanatsız kalmayalım’, bir şekilde ama illa ki sanatla iç içe olalım ve umudu elden bırakmayalım diyorum.

Editör: Haber Merkezi