Seval Deniz Karahaliloğlu - “Bir sahil kasabasında geçti çocukluğum. Yıllardır bir kıyı kenti olan İzmir'de yaşıyorum. Kıyıda olmaktan başka şansım yok sanırım. Çünkü denizin bana verdiği sonsuzluk ve özgürlük duygusunu başka hiçbir yerde bulamadım. Sanırım resmime en çok yansıyan bu... Bu özgürlük duygusu” Ressam Reyhan Abacıoğlu yıllardır izleyenleri büyüleyen resimlerindeki özgürlük duygusunu böyle anlatıyor. Art Shop Sanat galerisinde sergilenen “Soneler Resim Sergisi” hakkında söyleşiyoruz. Çocuklukta başlayan resim serüveninden günümüze uzanan yolda durak taşlarından bahsediyoruz.

Resim serüveni nasıl başladı?

Ben de bütün çocuklar gibi bir kalem, bir boya, bir tebeşir, bir parça kömür gibi yüzeyde iz bırakan herhangi bir şey elime geçirdiğim anda üzerine çizilebilecek tüm yüzeyleri karalayarak başladım işe. “Her çocuk sanatçı doğar, sorun büyüdüğümüzde nasıl sanatçı kalabileceğimizde” diyor Pablo Picasso. Çocukluğuma dair zamanın hoyrat ellerinden kurtarılmış balıklar, anne ve baba, kedi gibi küçücük kağıtlar üzerine çizilmiş birkaç çizimimim var elimde.

Resimlerinizde çok katmanlı dokuların, derinden sarsan renklerin, insana hayaller kurduran lekelerin kökeni çok eski zamanlara, çocukluğunuza mı dayanıyor? Çocukluğunuzun izleri tuvallere nasıl yansıyor?

Çocukluğum, renklere olan merakım, biriktirdiğim renkli kumaşlar, düğmeler, kağıt ve ip parçaları en büyük hazinelerimdi. Şimdilerde, büyümesini keyifle izlediğim, dünya tatlısı bir çocukta, torunum Nil’de aynı eğilimleri görüyorum. Renkleri biriktiriyor, onları keyifle izliyor. Resim yapmayı çok seviyor. Fırçayı eline aldığı an, kendinden geçiyor. Nil şimdiden iyi bir sanatçı. İlerde de iyi bir sanatçı olacağına inanıyorum. Zira onu engellemeyecek, ona destek olacak bir ailesi var. Ben de şanslıydım bu açıdan.

​​​​​​​

‘ÇOCUKLUĞUMUN EN GÜZEL ANLARI..’

Ressam Güven Zeyrek’in dayınız oluşu çocukluğunuzda sizi nasıl etkiledi?

Ailede bir ressamın oluşu, dayım Güven Zeyrek’in varlığı, resme ve renklere meraklı küçük bir çocuk için büyük bir şanstı. Çok sık beraber olma ve onun yaptıklarını izleme şansım olmasa da yakınımda bir sanatçının olması, o havayı solumak bile önemli bir şanstı. Dayımın dedemin evindeki odası, benim için bir tapınak gibiydi. Kitaplar, varlık yayınları, varlık yayınları ile ilk tanışmam, bu kitaplar çocuk kitapları değillerdi ama yine de merakla karıştırır, okumaya çalışırdım o kitapları. Eski bir konsolun çekmecesinde kocaman bir kutu pastel boya. O zamana dek gördüğüm en fazla sayıda rengi barındıran o boya takımı, onlara dokunmam, kullanmam yasaktı ama seyretmem, onlara bakıp düş kurmam serbestti. Çocukluğumun en güzel anılarından biriydi o kocaman boya kutusu. O oda çocukluğumun en güzel barınağıydı.

Ressam olmaya nasıl karar verdiniz? Sizi yönlendiren ne oldu?

resme yönlendiren herhangi bir kişi değil, sadece içimdeki istek, boyalarla oynama, onlarla bir şeyler yapma isteği idi. İlkokula başladığımda, okulun duvarlarında müthiş bir hazine ile karşılaştım. Birçok Van Gogh reprodüksiyonu çerçevelenip duvarlara asılmıştı. O zamanlar bilgiye ulaşma kaynakları çok kısıtlıydı, hele de küçük bir balıkçı kasabasında. Televizyon yok, kitap, dergi ise yok denecek kadar azdı. Dayım Güven Zeyrek’in evdeki birkaç resminden başka, ilk kez bir sanatçının resimlerini görüyordum. Dakikalarca onların karşısından ayrılmaz, onları incelerdim. Öyle ki teneffüs saatlerinde arkadaşlar, oyun, dışarısı, hiç aklıma gelmezdi. Hemen o resimlerin karşısına koşardım. Belki de ressam olma kararını o dönemlerde, çocuksu bir sezgi ile aldım. Varoluş sebebimin resim yapmak olduğunu o resimleri izlerken algıladım. Ve eğitim hayatımdaki seçimlerim hep bu yönlü oldu. “Bir profesyonel gibi kuralları öğrenip, bir sanatçı gibi kuralları yıkmalısınız” der Pablo Picasso. İşte kuralları öğrenerek, bu konuda gerekli donanımları edinmeye çalışarak resme başladım.

‘BİLGİSİNİ HİÇ ESİRGEMEDİ’

Resim üzerine nasıl bir eğitim aldınız?

dönem İzmir’de Güzel Sanatlar Fakültesi olmadığı için İzmir Eğitim Enstitüsü Resim Bölümünün sınavlarına girdim. Bu anlamda bana yol gösteren, destek veren dayım Güven Zeyrek oldu. Dayımın bir ressam olarak varlığı bu anlamda ilk şansımdı. Bir ikinci şansım ise çok değerli hocalarımın oluşu ve Şeref Bigali gibi bir ustanın öğrencisi olmamdı. Sevgili Şeref Bigali Hocam bilgisini bizden hiç esirgemedi, almak isteyenlere sonuna kadar bilgisini verdi.

Şeref Bigali Hoca sizin resme, sanata ve hayata olan bakışınızı nasıl etkiledi?

Şeref Hocamdan resmin, sanatın yanı sıra iyi insan olmaya dair öyle çok şey öğrendim ki. Şeref Hoca çok verici bir insandı. Örneğin atölyesine yaptığım ziyaretlerde “Sen bu rengi seversin, bu rengi çok kullanırsın” diyerek bana bir sürü boya verirdi. Öğretmenlik yaşamım boyunca sıklıkla anımsadığım bir sözü vardı. Şeref Hoca “Derse gelen, malzemesini getiren her çocuk ilk 5 notu hak eder. Resmi onun üzerinden değerlendirin” derdi. Nur içinde yatsın. Tablonun her santimetre karesinden sorumlu olduğumuzu ve daha birçok bilgiyi ben ondan öğrendim.

‘YOLUMU BULDUM’

Resim Bölümünü bitirince ne yaptınız?

Okul yıllarımdan sonra, zorunlu olarak devlet memurluğu dönemim başladı. Salihli Lisesi resim öğretmenliğine atandım. Öğrencilerime, sanatın yaşama kattığı büyüleyici etkilerini anlatmaya çalıştım. Yaratma heyecanımı aşılamaya çalışırken çok mutluydum ama devlet memuru olmayı hiç sevmedim. Açıkçası anlamsız kurallar, saatler süren gereksiz toplantılar, yararına hiç inanmadığım birçok şey! Ben aslında sadece resim yapmak istiyordum ama yaşamak için kotarılması gereken bir gündelik yaşam vardı. Boya, tuval, malzeme almak için çalışmak gerekiyordu. Emekliliğimi hak edene kadar devlet memurluğunu sürdürdüm.

Bu dönemde resim çalışmalarınızı nasıl sürdürdünüz?

Bu arada durmadan çalışıyordum. Önceki yıllarda ilk olarak okulun, aldığım eğitimin, hocalarımın etkilerinden arınıp kendi özgün yolumu bulma çabaları ile geçti. Bu süreçte hiç sergi açmadım. Yolumu bulduğuma inandığımda işlerimi sanatseverlerle paylaştım.

‘DOĞAÇLAMA ÇALIŞIYORUM’

Kediniz Miro’dan bahsedince, kediler resimlerinizde bir şekilde mutlaka varlıklarını hissettiriyorlar, öyle değil mi?

zaman birkaç kedisi olan bir evde yaşadığım için kedileri sevmem, sevmekten öte onlara hayranlık duymam bir rastlantı değil. Sonraki yıllarda tuvallerimde yer aldı o kediler. Hatta giderek yalınlaşıp tamamen soyut bir dili benimsediğim son dönemlerimde bile lekelerin içine gizlenmiş bir kedi çıkıveriyor tuval üzerine.

Resim tarzınızı nasıl tanımlıyorsunuz?

Tarzım, ekspresif -dışa vurumcu olarak tanımlanabilir. Taslaksız, doğaçlama çalışıyorum... Caz gibi... Başlangıçta yağlıboya çalışıyordum... Ama daha sonra akriliği keşfettiğimde kendime en uygun materyali bulduğumu anladım. Akrilik çalışma hızıma da uygundu. Sanat kıskanç bir uğraş, kendinden başka ilgi alanının varlığını kabul etmiyor.

'ENTELEKTÜEL BAGAJ OLMALI’

Resim yaparken hangi kaynaklardan besleniyorsunuz?

Elbette resmimi besleyen kaynaklar var. Kitaplar, filmler, şiirler, ezgiler.. Ben sanatçının her şeyden önce iyi bir entelektüel bagajının olması gerektiğine inanıyorum. Bir yapıt başka bir yapıtın oluşmasında başlangıç noktası olabilir. Bu anlamda teşekkür borçlu olduğum pek çok sanatçı var. Örneğin Bilge Karasu’nun, “Göçmüş Kediler Bahçesi” adlı kitabı pek çok resmim için bana esin kaynağı olmuştur. Ya da Aslı Erdoğan’ın, “Kırmızı Pelerinli Kent” isimli kitabı, Ritsos’un, Ali Günvar’ın, Bahadır Bayrıl’ın ve burada adını anamadığım pek çok şairin şiirleri hep esin kaynağı oldu. İngmar Bergman’ın, Michael Haneke’nin, Tony Gatlif’in, Nuri Bilge Ceylan’ın, Çağan Irmak’ın filmleri beni çok besliyor. Bunlar ilk aklıma gelen isimler. Ve müzik… Bana coşku veren, yüreğimin dost hanesine yazılı pek çok müzik ve insan var. Ve adı Nil olan bir çocuk, dünya güzeli bir çocuk, pek çok resmimin esin kaynağı olan torunum var. Adı Miro olan ve artık yanımda olmayan kedim, şimdi olduğu boyutta, birçok resmimde bir siluet haline giriveriyor. Ve hayatın kendisi, daha çok acısı ve hüznü ile beslese de hayatın kendisi var!

‘İÇSEL YOLCULUĞUM YANSIYOR’

Resim yaparken nasıl bir ruh hali oluşuyor?

Düşlerimle boyalar arasında bir metcezir başlıyor. Elim, gözüm, beynim, fırça ve tuval yüzeyi; her şey bir araç oluyor sonunda. Bir trans hali... Bir kendine varış. Saatlerce boyanın içinde oluyorum. İçsel yolculuğum tuval yüzeyine yansıyor.

Resim yapmak sizin için ne ifade ediyor?

Resim yaparken yaşanan anın somut gerçekliğinden kopar, başka bir dünyanın derinliklerine doğru yol alırsınız. Örneğin bir dize, beraberinde getirdiği çağrışımlar, imgeler ya da bir ezgi, bir insan yüzü de olabilir bu; bir bakış, bir elin boşlukta devinimi, bir yaprağın rüzgarla titreşimi, bir kumaşın kıvrımı, bir çocuğun gözlerindeki korku, bir kahkahanın tınısı. Size bir düşün kapısını açar. Takılıp gidersiniz peşine. Yolculuklar diyorum ben buna. Bir şiire, bir insana, bir an'a yolculuk… Benim için tek sığınak resim. Ve daima resim. Yaşadıkça, hayatla aramdaki dengeyi korumak için tek yolum resim.

Editör: Haber Merkezi