YAĞIZ BARUT / İZ GAZETE- İzmir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nın (İZBBŞT) oyuncularını daha yakından tanımak, yaşam hikâyelerini öğrenmek ve tiyatro sanatının değerlerini topluma yansıtabilmek amacıyla başlattığımız söyleşi dizisinin dördüncü konuğu İzBBŞT’nin en genç oyuncusu Devrim Karakoyun oldu.

İzmir’de doğup büyüyen, Bodrum’da üniversiteyi bitirip tiyatro adına İstanbul’a gitmek zorunda kalan ancak 3 ay sonra İzBBŞT’nin sınav duyurusu gelince apar topar İzmir’e dönen genç oyuncu Devrim Karakoyun, İzBBŞT’nin özerk yapısıyla oyunculardan seyircilere kadar herkes için büyük bir şans olduğunu ifade etti.

‘BÜYÜK BİR GURUR’

İzmir Şehir Tiyatroları’nın en genç oyuncusu Devrim Karakoyun kimdir? Ne zaman başladınız tiyatroya?

İzmir’de 1995 yılında doğdum. İzBBŞT’nin en genç oyuncusuyum; profesyonel anlamda İlk defa sahneye burada çıktım, ilk defa sizinle röportaj yapıyorum. Bu ilkleri, İzBBŞT’nin ilk oyunu Azizname sayesinde yapmak ve böylesi güzel bir yapının içinde yer almak benim için çok büyük gurur kaynağı.

Tiyatroyla ilk tanışmam ise annem sayesinde oldu; bir gün işten geldiğinde ‘Sizi tiyatroya yazdırdım çocuklar, yarın başlıyorsunuz’ dedi. Ben o zamanlar 12-13 yaşlarındaydım. Deniz adında benden 3 yaş küçük bir kardeşim de var, birlikte tiyatroya başladık. Ben o günden sonra tiyatroya hiç ara vermedim. Hayallerimin peşinde büyük bir inatla gittim.

‘ANNEM IŞIK GÖRMÜŞ’

Sizin böyle bir isteğiniz var mıydı, yoksa ailenizin isteğiyle mi başladınız?

Kardeşim ilkokulda bir çocuk oyununda oynuyordu. Onu izlediğimde ben de sahneye çıkmak istediğimi anlamıştım ama bunu hiç dile getirmemiştim. Annem ise bizde bir ışık ve heves gördüğünü, bu yüzden tiyatroya yazdırdığını söylemişti. Eğer gerçekten de içimde olmasaydı, bir yerde bırakırdım. Ama tabii tiyatro da beni içine çekti. Güzel bir buluşma oldu. (Gülüyor)

Liseyi Buca’da meslek lisesinde okudum. Üniversiteyi ise ilk senemde kazanamadım ve hem bir sonraki sınava hazırlanıp hem de satış danışmanlığı yapmaya başladım. Ama hiç sahnelerden kopmamaya çalıştım. Ege Üniversitesi’nin ve Dokuz Eylül Üniversitesi’nin Tıp Fakültesi oyuncularıyla birlikte çalışmalar yürüttüm. Daha sonra da Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Bodrum Güzel Sanatlar Fakültesi’ni kazandım.

Bodrum’da tiyatro anlamında pek bir olanak yoktu aslında. Yazlık bir yer olduğu için kış aylarında bomboş kalıyordu. İkinci senemdeyken, Arif Akkaya ve Nejat İşler birlikte Bodrum Deneme Sahnesi’ni kurdular. Ben de o ekibe sonradan dahil oldum. Çeşitli çalışmalar ve atölyeler düzenlendi. Burada çok iyi isimlerle tanışma fırsatım oldu. Sezai Altekin, Yiğit Sertdemir, Sevinç Erbulak, Beyti Engin, Ragıp Yavuz, Mine Söğüt, Levent Üzümcü, Ali Poyrazoğlu gibi isimlerle oyunculuk, yönetmenlik ve yazarlık çalışmaları yaptık. Okulun dışında ihtiyaç duyduğumuz tiyatro ortamına kavuşmuştuk. Her hocanın kendine ait bir tiyatro disiplini olması da bizim farklı yönlerde gelişmemizi sağladı.

‘BURADA OLMALIYDIM’

İzmir Şehir Tiyatroları süreci nasıl oldu?

Üniversite yıllarında ‘Keşke İzmir’de bir şehir tiyatrosu olsa da kendi şehrimde işimi yapabilsem’ diye düşünüyordum. Ancak mezun olduktan sonra her oyuncu adayının olduğu gibi İstanbul’a gitmek ve işim için orada mücadele etmek zorundaydım. Mezun olduktan sonra İstanbul’a yerleştim ama bir yandan da hep şehir tiyatrolarının açılmasını bekliyordum. Başkan Tunç Soyer’in vaadi olduğunu biliyordum. İstanbul’a yerleştikten 3 ay sonra sınav duyurusu geldi, hemen İzmir’e döndüm. Sıkı bir çalışma dönemi geçirdim.

Kendi videolarımı çekip, tanıdığım tiyatrocu büyüklerime gönderdim, onlara danıştım. Mesela hocam Özgür Başkaya bir parçayı izledikten sonra, “Karşımda bir oyuncu görüyorum” demişti. Bu beni çok etkiledi ve çok güzel bir güven verdi. Çünkü, yeni mezun biri olarak tecrübeli adaylarla aynı sınava gireceğimi biliyordum. Kafamda soru işaretleri vardı ama Özgür hocanın söylediği beni rahatlatmıştı.

Sınav sürecinde çok heyecanlıydım tabii ama gözlerimin içinde ‘Ben burada olmalıyım’ ışığı vardı; bundan çok eminim. En son aşamada mülakattan çıktığımda da gözlerimin parladığını görebiliyordum.

‘DUYGUMU TARİF EDEMEM’

Kazandığınızı öğrendiğinizde ne hissettiniz?

Müthiş bir histi; bu duyguyu tarif etmem çok ama çok zor. Büyük bir gurur duydum. Azizname’nin galasına annemle babam birlikte geldiler. Oyun sonunda üçümüz aramızda konuşurken babam anneme “Doğru olanı yapmışsın” dedi. Bu da inanılmaz bir gurur kaynağı oldu benim için.

‘BURASI BİZİM EVİMİZ’

Provalara başladığınızda neler yaşadınız, nasıl geçti süreç?

İlk açılış toplantısına geldiğimizde İzmir Sanat heyecandan inliyordu resmen. Hepimiz çok heyecanlıydık. Rahmetli Hülya Nutku hocamız da oradaydı ve onun neşesi hepimizi rahatlatıyordu. Yücel Erten hocamızın ‘Yuvanıza hoş geldiniz’ sözleri ise bende gerçekten ‘Burası benim evim’ duygusunu yaratmıştı. Bodrum’dan ya da İstanbul’dan evime döndüğümde hissettiğim duyguları, Yücel hocanın sözlerinden sonra da hissetmiştim.

İsmimi Azizname’de ilk gördüğümdeki duyguyu da anlatmak zor. Evet ‘Evime hoş geldim’ ama şimdi beni bekleyen çok büyük bir sorumluluk vardı. Yücel Erten’le özdeşleşmiş, kült bir oyunu oynayacağız ve kısa bir süre içinde oyunu açılışa yetiştireceğiz. Ertesi gün provalara başladık. İlk okuma provasına geldiğimde sahneye çıkarken merdivenlere ayaklarım titreyerek adım attım. Sadece bir okuma provası ama İzmir Şehir Tiyatroları’nın ilk provasındasın ve bunun yarattığı şaşkınlık, coşku çok başka bir şey. Ancak zaman içinde hepimiz inanılmaz bir uyum yakaladık. Hatta seyircilerden aldığımız en önemli geri dönüşlerden biri “Yeni bir tiyatrosunuz ama sanki yıllardır birlikte çalışıyormuşsunuz gibi oyunu sahnelediniz” oldu. 70 yıllık bir hayalin sorumluluğuyla açılışa hazırlandık hepimiz. İzmir Şehir Tiyatroları’na bu kentte ihtiyaç vardı ve şu an bu ihtiyacın giderilmeye başlandığını görüyorum.

‘İzBBŞT BÜYÜK BİR ŞANS’

Nasıl bir Şehir Tiyatroları kuruldu sizce? Ozan Çolak ile söyleşimizde ‘Türk tiyatrosu adına yeni bir soluk’ cevabını almıştım.

Kesinlikle öyle. İzmir Şehir Tiyatroları, özerk yapı oluşturması anlamında Türk tiyatrosu adına önemli bir yenilik ve bu yüzden diğer pek çok tiyatrodan daha farklı bir konuma koyuyor kendini. Bu özerk yapının, seyirciye sıkıcı gelen çizginin dışında bir seyir sunduğunu düşünüyorum. İnsanların bu kadar sansüre, otosansüre maruz kaldığı bir dönemde özerk tiyatronun olması kesinlikle İzmir’in ve Türk tiyatrosunun şansı. Oyuncular açısından da büyük bir özgürlük alanı ve şans tabii.

MESAJLAR NET OLMALI

Azizname oyunu da aslında tam da bu söylediğiniz noktaya denk düşüyor.

Evet öyle, çünkü toplum, değişime inatla karşı koyarken Azizname’nin de inatla gerçeği yüzümüze söylemesi bence çok doğal. Bunu, ‘Yine mi Azizname oynanacak’ şeklinde gelen tepkiler üzerinden de söylüyorum. Azizname’yi her sahnelediğimizde büyük bir ilgi görüyoruz; aslında bu durum da gelen o eleştirilerin halkta karşılık bulmadığını gösteriyor. Bugün birçok yerde mesajını net ifade edemeyen oyunlar oynanıyor. Bu noktada da Azizname’ye ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Yıllar önce yazılan bir oyunun hâlâ geçerliliğini koruması korkunç bir şey. Yani Shakespeare’in yazdığı insan özellikleri gibi bir şey değil bu, doğrudan toplumla alakalı. Yani hırsı, iktidar mücadelesini konu alan bir oyun değil; sokakta toplum içinde gördüğümüz insanları sahnede görüyoruz. Mesela şoför sahnesi tam da böyle; biz hâlâ yaptığımız yolla mı övüneceğiz yani!

Yücel Erten, İz Gazete’ye verdiği bir söyleşide İzBBŞT ile ilgili, “Ne söylediğini bilen bir tiyatro yaratacağız” demişti. Aslında hem Azizname hem de bugün prömiyeri yapılacak olan Tavşan Tavşanoğlu oyunları sizin ve Yücel hocanın söylediği noktada duruyor bence de.

Peki son olarak şunu sormak istiyorum; kendinizi Şehir Tiyatroları’nın öncesi ve sonrası olarak nasıl kıyaslarsınız? Mesela ‘Tamam ben oldum’ diyebilir misiniz?

Hâlâ çok inatçı ve mücadeleciyim. İzBBŞT’nin farklı bir sorumluluk bilinci olması ve bunu sürekli pekiştirmek oyuncu olarak beni çok daha iyi yerlere götürüyor tabii. Ancak ben hiçbir zaman ‘tamam ben oldum’ diyebileceğimi düşünmüyorum. Çünkü yapacak, öğrenecek, okuyacak o kadar çok şey var ki, birini yapsak diğeri kalacak. O yüzden ‘olmak’ pek mümkün değil tiyatroda.


DEVRİM KARAKOYUN'UN EN'LERİ

Tiyatroya dair en büyük hayaliniz nedir?

Sansüre ve otosansüre maruz kalmadığımız özgür bir tiyatroyu düşlüyorum.

Bugüne kadar oynadıklarınız arasında en sevdiğiniz rol ya da oyun hangisi oldu?

Okul döneminde oynadığımız Franz Kafka’nın Duruşma oyunundan çok keyif almıştım. İnsanın topluma yabancılaşmasını anlatan güzel bir eserdi.

Oynamayı en çok isteyeceğiniz oyun hangisi?

Bertolt Brecht’ten Üç Kuruşluk Opera’yı oynamayı çok isterim. Bir de içimde tutamadığım bir şey var; Hamlet’i oynamayı çok istiyorum.

Birlikte oynamayı en çok istediğiniz oyuncu kimdir?

Haluk Bilginer ve Zerrin Tekindor’la oynamayı çok isterim. Mesela; Haluk Bilginer’in oyunculuğu bana su gibi geliyor. Her anı çok iyi değerlendiren bir oyuncu olduğunu düşünüyorum; o yüzden bende yarattığı etki farklı oluyor. Metin Akpınar’la da aynı sahneyi paylaşmayı isterdim.

En çok ilham aldığınız isimler kimlerdir?

Aslında isim verebileceğim bir ilham kaynağım yok. Ama tanıdığım, tiyatroya olan aşkını farklı disiplinlerle birleştirip bunu toplum için kullanan herkes bana ilham kaynağı oluyor. Çünkü herkesten bir şey almayı seviyorum. Bugün için tabii en büyük idollerimden birisi Yücel Erten.

Editör: Haber Merkezi