Hürriyet gazetesi yazarı İlber Ortaylı,  "Halkı Balkanlar’ın ve Akdeniz adalarının Ege’nin bölgelerinden gelmiş bir nüfus. Zenginlik ve rahatlık yanında kendine göre kuralları var. Bazı tipler için söyleyeyim, kimsenin mini eteğine ve şortuna karışmasınlar" dedi.

Ortaylı'nın yazısının tam metni şöyle; 

IRCICA (İslam Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi), İslam Konferansı Örgütü’nün (OIC) bir alt organı olarak 1980 yılında hayata geldi. Senegal’de 7. İslam Konferansı dışişleri bakanlarının toplantısında teklifi Türkiye vermiş ve kuruluşun temel katkısını yükümlenmiştir. O tarihlerden beri de IRCICA yani İslam Kültürünü Araştırma Enstitüsü İstanbul’da faaliyet göstermiştir. Yerleşim yeri olarak o tarihlerde birçok bölümü harap halde olan Yıldız Sarayı’nın yaveran ve silahdar daireleri tahsis edildi. İlk yıllarda bir varlık gösterdiğini söylemek zordur, bilahare 1982’den itibaren merkezi restorasyonu ilerledi, kütüphanesi İstanbul için anlamlı olarak teşekkül etti, çünkü o tarihte tarihçilerin ve toplumbilimcilerin kullanabileceği doğru düzgün bir kütüphane yoktu. Alman Arkeoloji ve Fransız Enstitüsü dışında üniversitenin ve Beyazıt’ın koleksiyonları kullanılmaz haldeydi.

BEYNELMİLEL DÜZEY

IRCICA kısa zamanda sahasında beynelmilel konferanslar da düzenlemeye başladı. Bunlar merkezin şöhretini arttırdı. Sadece Müslüman ülkeler değil dünyanın her tarafından gelen bilim adamları, Mihin Lugal’in yönettiği kütüphaneden istifade ediyorlardı. Bilhassa teknoloji ve ilim tarihiyle ilgili seminerlerin kongre tebliğleri de basılmaya başlandı. Kataloglar ortaya kondu. Sultan Abdülhamid devri Yıldız albümlerinin bir kısmı burada saklandı. Dahası Bosna Şarkiyat Enstitüsü’ndeki evrakın Adem Handziç ile çalışarak çok önemli bir kısmı burada kopyalanıp muhafazaya alındı, iyi ki de alınmış. Ardından malum Yugoslavya krizi ortaya çıktı ve yerli Sırplar Saraybosna kütüphanesini topa tutarak tüm evrakı ve yazmaları yaktılar. Bosna tarihinin bugün en canlı evrak bölümü IRCICA’dır. IRCICA bugün Yıldız Sarayı’nın dışına çıkartıldı. Kendilerine Babıâli’nin arkasında Sultan Abdülmecid Han devrinde Fossati biraderlere yaptırılan Osmanlı Arşiv Binası tahsis edildi. Bunu tartışmak lazım.

O NAKİL BİR GARABET

Fossati arşivinin IRCICA’ya verilmesi anlamlı bir jest değildir. Eski sadrazamlık binasının arkasında devletin arşiv binası olarak (Hazne-i Evrak) ünlü mimarlara en fenni şekilde yaptırılan bu orijinal anıtın Osmanlı arşivlerindeki Osmanlı evrakı ve Topkapı Sarayı arşivi için kullanılması düşünülecekken ismi geçen iki arşiv evrakının Kağıthane’ye nakli bir garabettir. IRCICA’ya büro verilmesine ise hiç karşı değiliz. Bu kuytudaki bina yerine şehrin görünen bir yerinde bir eski tarihi binanın restore edilmesi veya yenisinin uygun bir yerde yapılması bize daha çok yakışanı olurdu. 1980’lerin ortasında bir heyet halinde Kahire’yi ziyaret ettiğimizde Dışişleri Bakanlığımızın stajyerleri için bir seminer veriyorduk. O seminerde konuşan Mısır Dışişleri Bakan Yardımcısı “Mısır, İslam Konferansı’na neden pek yüz vermiyor” gibi soruya “Biz bağlantısızlar konferansını korumak ve o yerimizde birlikte Bağlantısızlar blokunun yaşaması için gayret göstermek niyetindeyiz. İslam Konferansı Örgütü ciddi bir yapı değildir. Bu teşkilatın tek aktif ve göze batan işler yapan organı İstanbul’daki IRCICA’dır” demişti.

DAHA İYİSİ VAZİFEMİZ

Bakan yardımcısının tasviri doğruydu. İslam Konferansı Örgütü Ekmeleddin İhsanoğlu gelene kadar toplantı tertiplemeyi bile beceremeyen bir örgüttü. Ama onun genel direktörlüğündeki İstanbul IRCICA’sı ise günden güne ismi ve cismi büyüyen bir kuruluştu. Bugün de neşriyatı ve faaliyetleri devam ediyor. Bizim gayretimizin semeresi olan bu beynelmilel kuruluşa daha iyi bir yer yapmak, bina tahsis etmek bizim vazifemizdir. Bu da herhalde Osmanlı arşivlerinin orijinal binası olan Babıâli’deki Fossati arşiv binası değildir. Bu tahsisi tavsiye eden ve yaptıranlar maalesef üniversitede her şeyi bildiğini zanneden ve çok da fazla bilmeyen arkadaşlarla basından ve bürokrasiden onları destekleyenlerdir. Ömrünü orada geçirenlere soru sorulduğunu görmedik. Bu bizim kötü bir huyumuzdur.

İZMİR'E GÖÇ EDEN BAZI TİPLERE SÖYLÜYORUM: MİNİYE ŞORTA KARIŞMA

Çok uzak bir tarih değil, 1950’lerde ve 1960’larda bile İstanbul halkının kendine göre bir adabı vardı. Radyoların ve pikapların sesi kesilirse biliniz ki 300 metre mesafedeki bir komşunun yakını vefat etmiştir. Tabii cenazelerde gülerek konuşmak dünyanın en ayıp ve olmayacak davranışıydı. Çocuklar mahallede oynardı. İkindi vakti acıkan veletlerin elinde de yiyecekleri bir şey görürdünüz. Bu ya bir havuçtur ya bir ekmek dilimidir, üstüne pekmez bulanmıştır veya bir galetadır veya bir meyve...

SOKAKTA PASTALI ÇOCUK GÖRÜLMEZDİ

Mahallede elinde pastayla gezinen çocuk görmezdiniz, çünkü her yerde bunu yiyemeyecek olan vardı. Para teşhir etmek fevkalade ayıptı. Zenginliğin getirdiği tüketimin saklanması ise 1960’larda terk edilen bir âdettir. Bu görgülü ve güngörmüş şehre inanılmaz bir hücum oldu. Göç sadece fakir insanları değil hali vakti yerindekileri de getirdi. Kuskuslu, pilavlı, çiğköfteli ikindi davetleri. İç avlu yerine balkonlardan taşan çilingir sofraları. Arabayla tur atan delikanlılar bu döneme ait görünümlerdir. Bu büyük şehirde İstanbulluların sayısı onda birle değil, yirmide birle bile ölçülemez ve şimdi de bunalan İstanbul, İzmir’e göç etmeye başladı. Önü alınamaz. Lakin gittikleri yer dikkat etmeleri gereken bir bölge. İzmir zengin bir bölgenin merkezi. Halkı Balkanlar’ın ve Akdeniz adalarının Ege’nin bölgelerinden gelmiş bir nüfus. Zenginlik ve rahatlık yanında kendine göre kuralları var. Bazı tipler için söyleyeyim, kimsenin mini eteğine ve şortuna karışmasınlar. Daha çok bilmişler için söyleyeyim, umumi yerlerde yüksek sesle İzmir âdetlerini tenkit etmesinler, iki kadehten sonra bağıra bağıra konuşup kahkaha atmasınlar. Çünkü İzmir’in rahatlığında böyle şeylerin yeri yok. Yukarıdaki tipte bir talimat kitabını Amerikan ordusu İngiltere’de üstlenen mensupları için kaleme almıştı. Fakat asıl önemlisi, her bulduğunuz yere ve eve milyonlarca meblağı pazarlıksız vermeyin çünkü o şehirde oturan insanların da kendi alım kapasiteleri belli. Daha pratik alışveriş tavsiyeleri de var:

BALIKÇIYA GİDİP HEPSİNİ ALMAYIN

Balıkçıya gidip arkanızda insanlar varken fiyat size uygun görünse de tabladaki beş-on adet balığı da boşaltmayın. Hemen oradaki müşteriler de balık yemek isteyeceklerdir. Alışveriş merkezlerinde problem yok ama bu tip dükkânlarda malların kalitesini şikâyet ederek konuşmayın, beğenmeyen almasın. Gene de herkese tavsiyemiz İstanbul’u yeniden adam etmeye çalışmaktır. Yoksa kısa zamanda İzmir de çığırından çıkar.  

Editör: Haber Merkezi