TUGAY CAN / İZ GAZETE - Akın Birdal, Türkiye’de insan hakları ve demokrasi mücadelesi denilince akla gelen ilk isimler arasında yer alıyor. Bir süredir yaşadığı İzmir’de yaşayan ve İzmir’in insanların daha çok yazmaya ve üretmeye fırsat bulduğunu dile getiren Akın Birdal ile yazmak ve18 yıl aradan sonra ilk kez baskısı yapılan ‘Sol Elim- Ulucan’dan Notlar’ kitabı, Akın Birdal’ın yazma süreci, İzmir ve Türkiye’nin güncel gibi görünen ancak hiç de öyle olmayan meselelerini konuştuk. Türkiye’nin karamsar tablosuna rağmen umut dolu bir tablo çizen Akın Birdal, umudunu ise şöyle ifade ediyor: “Deniz bitti. Çok uzadı aslında”

18 yıl aranın ardından tekrar basılacak olan ‘Sol Elim – Ulucan’dan Notlar’ kitabını yazdığı süreci anlatan Akın Birdal ise bakın o günlere dair neler söylüyor:

“Arkadaşlar sordular soruşturdular AllenJillberg adında Fransız bir doktor buldular. Ancak bu doktor, Afrika, Asya ve Latin Amerika ülkelerine de sürekli ameliyatlar sebebiyle gittiği için bize 35 gün sonrasına randevu verebildiler. 35 günün ardından doktor Sabri Dokuzoğuz ile birlikte Paris’e gittik. Doktor bizi İnsan Hakları ve Barış savunucusu olduğumuz için kucakladı. Bana ‘Yoldaş 45 gün sonra sizinle tokalaşacağız’ dedi. Kesilmesi ya da dokunun kaybolması beklenen kol için 45 günlük süre verdi kendisi. Ardından ameliyata girdik. Yaklaşık iki buçuk saat süren ameliyatın ardından gözümü odada açtım. Odada gözümüm açmamın ardından Jilberg geldi. Ekvador’a gitmesi gerektiği için kucaklaştık ve o ayrıldı. Giderken bana ‘Umarım 45 gün sonra yine karşılaşırız ve tokalaşırız’ dedi. 45 gün sonra Paris’te bulunamadım, tokalaşacak bir duruma da gelmedim. Ama hiçbir şekilde oynatamadığım kolumun ucunda parmağımı 45 gün sonra oynamaya başlayabildim”

SOL EL İLE YAZILAN GÜNCELER...

Bundan sonraki süreç içerisinde tedavisinin başladığını söyleyen Akın Birdal, bu süreç içerisinde 15 gününün de Balçova’da geçtiğini söylüyor. Bu noktada kitabın öyküsü de birdenbire ortaya çıkıyor:

“Sağ elimi kullanamadığım yaklaşık 7-8 aylık bir süre cezaevinde sol elim ile yazmaya çaba gösterdim ve sol elim ile yazmayı kotardım.  Cezaevinde sol elim ile tuttuğum günceleri ‘Sol Elim-Ulucan’dan Notlar’ adı altında birleştirdim ve bir kitap çıktı 2000 yılında. Belge yayınlarından çıkan bu kitap 4-5 baskı yaptı. Ama 17-18 yıldır bu kitap yok piyasada. Zaman zaman bizim özgeçmişimize bakanlar kitabı da soruyorlardı. Kitap 17 yılın ardından tekrar okuyucu ile buluşuyor”

‘BELLEK OLUŞTURMAK’

Geride bıraktığımız yaz aylarında Dikili’de bulunduğunu ve vaktini yazarak geçirdiğini söyleyen ve aslından yazmaya uzun bir süredir ara verdiğini söyleyen Akın Birdal, yazmaya bir şeyleri aktarmaya dair ise şunları söylüyor:

Unutmaya karşı bir bellek oluşturmak gerektiğini düşündümve yaşadıklarımızı İnsan Hakları ve Barış üzerine mücadelemizi yazmaya karar verdim. Aslında bu her ne kadar benim bir yaşam öykümse de hepimizin öyküsü aynı zamanda. 50 yıllık bir Demokrasi, İnsan Haklarıve Barış mücadelesinin bir panoraması. O kitabı okurken çok tanıdık isimler ile karşılaşıyorsunuz. Kimisi gazeteci, kimisi yazar, kimisi sanatçı.Onların bir kısmı yaşamını yitirdi, kimisi ise hayatta. Yaşamını yitirenlerin bizim iyi insan olarak bildiğimiz ama kimi evrensel sorunlar karşısında doğrusu tutuk kaldıklarını gördüm. Zaman zaman ayrışmalar yaşandı mücadelemizde. Yazarken kişilik haklarını göz önünde bulundurdum. Zaten anılar nedir? Bence nelerin yazılacağından çok nelerin yazılmayacağı önemli. Ne yaşadıklarınız değil, ne anımsadıklarınızdır anı. Bu kitap yurtiçinde ve yurtdışında ilgi gördü. Birçok İnsan Hakları Derneği bu kitap için söyleşiye de çağırdı beni”

‘TOPRAĞIN BEREKETLİ OLMASI GEREKİYOR’

Bir süredir İzmir’de yaşayan ve İzmir’de İstanbul’a kıyasla zamanı daha iyi şekilde değerlendirebildiğini söyleyen Birdal, İzmir’in yazma sürecine katkısını ise şu sözlerle ifade ediyor:

“İzmir’in toprakları çok verimli. İnsanın yazabilmesi anlatabilmesi için toprağın bereketli olması gerekiyor. Toprağı, suyu ve gökyüzü burada bunların hepsini bulabiliyorsunuz. Örneğin İstanbul’da sürekli bir koşturmaca var. Yaşam sizi alıp götürüyor. Gündeminizi siz belirleyemiyorsunuz. Basın toplantıları, kapalı toplantılar, cenaze törenleri, eylemler, etkinlikler.. Hepsinin üzerine bir de trafik. Bir de ben Anadolu yakasında oturuyordum. Zaman acımasızca geçiyordu. Oysa zamana karşı bu kadar hovarda davranamayız. İzmir’de ise zamanı en iyi şekilde değerlendiriyorum”

‘YOL HARİTASI ORTADA’

Kayyum atanan ve ardından tutuklanan Diyarbakır Belediye Başkanı Selçuk Mızraklı’yı uzun yıllardan bu yana tanıdığını söyleyen Akın Birdal, Mızraklı’nın bir insan hakları savunucusu olduğunu söylüyor ve ekliyor:

“31 Mart-23 Haziran seçimlerinde Türkiye’de halklarımız bir yol haritası ortaya koydu. Türkiye’nin demokratikleşmesi ve özgürleşmesi için ne yapılması gerekir sorusuna en iyi yanıtı 31 Mart ve 23 Haziran seçimlerinde Türkiye halkı yol haritasını ortaya koydu. Bence o haritanın izlerini takip etmek gerekiyor. Ne yazık ki o sonuç doğru okunmadı. O yol haritası doğru izlenmiyor. 31 Mart sonrası seçilmiş 13 belediye başkanına kayyum atandı. Bu insanlar aday adayı oldukları ya da aday oldukları zaman Yüksek Seçim Kurulu hiçbir şey dememişti”

‘29 EKİM’E GELMESİ TESADÜF DEĞİLDİR’

“Cumhuriyet nedir? Halkın yönetiminin egemenliğidir. Şimdi halkın yönetiminin ve egemenliğinin ilan edildiğinin 96.yılı kutlanırken Cizre Belediyesi’ne kayyum atanıyor. Bu aslında hepimizin iradesinin gaspıdır. Yalnız Cizre halkın iradesinin gaspı değildir. Cizre’nin belediye başkanı yüzde 74 oy alarak seçildi ve bence Cumhuriyet’in demokrasinin gaspıdır. Kayyum atamasının 29 Ekim’e denk gelmesi de tesadüf değildir”

‘DENİZ BİTTİ’

Kürt kadınları, gençleri, çocukları özgürce yaşayacak ortam bulamadığını söyleyen Birdal, ‘Bir yanım orada atıyor’ diyor: “Emin olun orada bir yara kanıyor. O kanın akışını durdurmak gerekir. O yüzden hepimiz demokrasi ve barış için elbirliği yapmalıyız. Türkiye’de olmaz olmaz denilemiyor. Ancak bu umutsuz olmayı gerektirmiyor.Emin olun ben gelecek adına çok umutluyum.(Gülerek)Çünkü Deniz bitti. Çok uzadı aslında. 1980 Darbesi sonrası Türkiye’nin kazanımları büyük erozyona uğradı. 82 Anayasası ile de yeni bir sistem oluşturulmak istendi ve bunda da oldukça başarılı oldular. Her şeyi yitirebilirsiniz. Bazen sesinizi yitirebiliyorsunuz. Yüksek sesle bağırdığınız zaman sesinizi kaybedersiniz. O ses bir hafta sonra gelir. Ancak vicdanınınızı yitirdiğiniz zaman ya da köreldiği, kabuk bağladığı zaman o vicdan yeniden uyanmıyor”

‘HÜKUMET NASIL DEVRİLİR’

Akın Birdal, “Gündelik hayatta neler okuyorsunuz?” sorusuna ise şu yanıtı verdi:

“9 Kasım’da gazeteci Nazım Alpman ile İstanbul Kitap Fuarı’nda bir panelimiz var ‘Bizim Seksenlerimiz’ diye. Bizim derneğimizin 12 Eylül raporlarını okuyorum. 12 Eylül’de ağır işkencelere maruz kalmış olan arkadaşım Enver Karagöz, işkencede kendisine kaynar su verilmiş ve ses tellerini yitirmişti. Ardından kanser sebebiyle aramızdan ayrılmıştı. Enver Karagöz şairdi, yazardı. Enver’i 2008 yılında yitirdik. Onun anısına çıkarılan kitabı okuyorum. Bir de Aziz Nesin’in (gülerek) ‘Bu Hükumet Nasıl Devrilir’ diye bir kitabı var. O kitabı bitirdim. İnsanlar tebessümü unuttular. Öfke biriktiriyorlar. En tehlikeli şey cahil öfkesinin örgütlenmesi. Ancak Aziz Nesin’in öfkesi çağdaş bir öfke. Bugünlerde ‘Bu Hükumet Nasıl Devrilir’i okumak gerekiyor. Biraz yanlış yapan arkadaşların da belki, özellikle muhalefet açısından söylüyorum”

AVLUDAKİ DÜŞ

Akın Birdal sözlerini şöyle noktaladı:

“Günümüzde albenisi olan dergi sayısı azaldı. 80 öncesi bayide ‘bitti’ denilen dergiler var. O da düzgün düşünceyle ilgili. İnsanlar özgürce düşünemiyor, özgürce üretemiyorsa bu kitaplara ve dergilere yansıyor. Ben yeni bir kitap ile okuyucularım ile buluşurken bu kitabımı ertelemek zorunda kaldım. Adını da söylemiş olayım: Avludaki Düş!Onu mutlaka okuyucular ile buluşturacağız”

31 MART’A SAHİP ÇIKALIM!

Bakın şu anda Hürriyet’te yaşanan kıyıma. İnsanlara tebligatla işlerine son verildiğini bildirilmiş. Muhalif gazetecilere yönelik de çok ciddi bir baskı söz konusu. Örneğin Mezopotamya Ajansı’nın muhabirleri sürekli gözaltına alınıyorlar, tutuklanıyorlar. Türkiye’de her şey zorlaştı aslında. Yaşamak zorlaştı. Özgür, onurlu, emeğinle, kültürünle inancın ile yaşamak zorlaştı. Ancak bu zorluklar 31 Mart’taki reçete ile çözülebilir. Yeter ki buna sahip çıkalım. 

Resmi ideolojiden uzaklaşarak, evrensel değerler, uluslararası insanlığın kazanımları bize yol gösterir. Yoksa resmi ideoloji dendiği zaman akıllarda İttihat ve Terakki canlanır. O da tekçidir, ırkçıdır, ayrımcıdır.

9 KASIM’DA TÜYAP’TA

9 Kasım günü TÜYAP Kitap Fuarı’nda okuyucuları ile buluşacağının müjdesini de veren Akın Birdal, ‘Betula’ isimli öykü kitabının da yeni baskıları ile okuyucuları ile buluşacağını söyledi.

Editör: Haber Merkezi