SEVAL DENİZ KARAHALİLOĞLU / İZ GAZETE – Bundan tam bir yıl önce 17 Kasım 2019’da Türk Tiyatrosunun en büyük ismi Yıldız Kenter aramızdan ayrıldı. Yıldız Kenter deyince akla tiyatroya adanan bir hayat, yetiştirdiği usta öğrenciler, oynadığı efsaneleşen roller, oyunlar ve tiyatrosunu ayakta tutabilmek adına verdiği mücadele geliyor. Sayısız oyunda oynadı ama bir tanesi var ki tam bir meydan okuma oldu. Kraliçe Lear tüm zamanların en çok akıllarda kalan ve yüreklere dokunan oyunlarından biriydi. Kuşkusuz bunun en büyük nedeni Jane rolünü oynayan Yıldız Kenter’in sahnede anıtlaşmasıydı. “Kraliçe Lear”, bir kadının yaşamda ve sahnede var olma savaşını konu ediyordu. Eugene Stickland'ın kaleme aldığı oyun, Fatma Leyla Kenter Tepedelen tarafından Türkçe'ye kazandırılmış. Yıldız Kenter'in sahnede anıtlaştığı “Kraliçe Lear” oyununda hayatının sonuna gelmiş gibi görünen bir kadının sahnede yeniden doğuşuna tanık oluyoruz. Bu süreçte Jane, umutsuzluğu umuda çevirmeye olan inancı ve inadıyla kendi özümüze ayna tutuyor. Şimdi sizi İzmir İsmet İnönü Sanat Merkezine götürüyor ve Kraliçe Lear ile baş başa bırakıyoruz…

BİR MEYDAN OKUMA

“Fransa ve Burgonya Beyleri ile ilgileniniz. Biz de açıklayalım karanlık niyetlerimizi”. Jane, Kral Lear'dan bir tirat ezberliyor. Daha doğrusu ezberlemeye çalışıyor. Jane (Yıldız Kenter) unutmaya eğilimli ama azimli. İlerlemiş yaşına rağmen tiyatro sahnesine geri dönebilme mücadelesi veriyor. Bu bir meydan okuma. Bu bir gövde gösterisi. Kral Lear gibi zor bir rolün üstesinden geldiğini göstermek. Hâlâ varım demenin başka bir yolu. Yaşlanmak, ihtiyarlamak ya da hissettiğin yaşta olmak. Jane kavramlar arasında savrulan, her savruluşta nereye ait olduğunu bulmaya, anlamaya çalışan bir kadın. Beden zamanla eski bir elbiseye dönüşse de ruh yaşlanmıyor. Jane'in ruhu bunu biliyor. İşte Jane'in çıkış noktası bu.

PATAVATSIZ AMA DÜRÜST

Sinir bozucu bir Çello sesi duyulur. Sahnedeki çello başlı başına bir oyun kişisidir (Feride Berin Varol) ve Jane'in endişelerini, korkularını, beynini kemiren küçük kuruntu solucanlarının çıkardığı sesleri tanımlar. Jane'in iç sesidir. Zaman gelir, Jane'in kabusu olur. İyi giden bir ezber çalışmasında, aniden ortaya çıkar ve Jane'in beynini kemiren bir parazite dönüşür. Zihnimizi tırmalayan rahatsız edici düşünceler gibi kayar gider. Odaklanmaya çalıştığımız işimizle aramıza giren bir canavara dönüşür. Niyetlerimize, yapacağımız işlere bir engel, bir set çeker. Anlaşıldı. Tek başına ezber yapmak zor olacak. Bir yardımcıya ihtiyaç var. Liseli küçük kız Heather burada devreye giriyor (Sedef Şahin). Bir yeni yetme. 13-14'lerinde. Düşündüğünü pat diye söyleyen bir patavatsız ama dürüst. Saati yedi dolara Jane'in ezberinde yardımcı olacak.

GENÇLİK SONSUZ DEĞİL

Yelpazenin hangi noktasındayız? Tanışma anı. Heather, patavatsız küçük cadı. “Kaç yaşındasın Jane?” Jane akıllı. “Kaç yaşında gösteriyorum sence?” 14'lü yaşlar insani değerlerin şekillendiği ama tam olarak oturmadığı, en acımasız olunduğu zamanlar. “90 yaşında mı?” Jane kızgınlıkla, “Yok artık. Yanına bile yaklaşmadım daha.” Heather şansını bir kez daha dener. “80'ler mi?”. Küçük cadıya bir hayat dersi verme zamanı gelmiştir. Bir çeşit hoş geldin hediyesi.“Yaşarken yaşarken bir de bakarız, görünmez bir sınırı aşarız. Bir süre idare edilir böyle. İnsan bir de bakar, 40'lara gelmiş. Başlarız kendimizi kandırmaya. Kremler, losyonlar, nafile. Denizin dalgalarını ellerimizle itmeye çalışırız. İlk kokladığımızda havayı ağlarız doğduğumuza, geldiğimize bu budalalar sahnesine, sonra da ölürüz orada. Gençliğin varken, yaşa onu dolu dolu. Gençlik sonsuz değil çünkü.” Heather'dan dört harflik bir yanıt. “Teşk.” (teşekkür ederimin kısaltılmışı).

ARKADAŞLIKLARI GELİŞİR

Üç nesillik fark bir metni anlama ve algılamada nasıl ortaya çıkar? Mesela Haether için William Shakespeare ismi hiçbir şey ifade etmiyor. Heather elindeki metni okumaya başlar, biraz mırıldanır. “Jane bu İngilizce ise ben ne konuşuyorum? Neyse, ne. Kimin umurunda? Bu oyun biraz gay bence.” Bu kadarı Jane için bile çok fazla. Hoşgörüsünün sonuna gelmiştir. Jane, “Efendim? Ne dedin sen? Şu son söylediğin ‘gay' demekle neyi kastettin?” Heather ilk defa afallar, geçiştirmeye çalışır. “Aptal, yaramaz demek istedim. Her neyse fark etmez.” Jane üsteler “Her şey fark eder. Kırıcı sözler kullanıyorsun sonra da umursamıyorsun. Dili sorumsuzca, istediğiniz gibi katlediyorsunuz. Dil, bizim gibi savunmada kalmış bir azınlık için çok önemli.” Heather neredeyse ağlamaklı “Doğru. Bir sürü laflar ediyorum. Gencim işte! Kötü niyetli değilim. Ama beni olmadığım şeylerle suçlamanız doğru değil. Haksızlık!” Jane için bu bir özür değildir. “Her zaman daha mükemmele, daha mükemmele ulaşmaya çalışmalıyız.” Heather verilen dersi anlayabildi mi? Yoksa Jane onun için sıkıcı bir ihtiyardan ve angarya bir işten öte bir şey ifade etmiyor mu? Heather ve Jane arasındaki arkadaşlık tohumları böyle usul usul kendini hiç fark ettirmeden açan o yabani çiçekler gibi gelişir. 10 hafta boyunca her derste birbirleriyle hayat, gençlik, arkadaşlık, aşk, anımsamak, kadın erkek eşitsizliği, telefonla mesaj göndermek, kayıplar, acı, dili kullanmak, yaşlanmak üzerine konuşurlar.

ACIYLA YÜZLEŞME

Acıyı paylaşmak yaş çizgilerini siler. Jane göründüğü gibi her zaman kontrollü değildir. Zaman zaman hafızası ona oyunlar oynar. O çello sesi tam her şey yolunda gidiyor derken birden ortaya çıkar geride soru işaretleri bırakır. Artık soruların yanıtları Jane'de. O da Heather'la paylaşır. Her paylaşım onları biraz daha birbirine yaklaştırır. “Biliyor musun Heather? Hiçbir şey benim denetimimde değil. O an sadece ses duyuyorum. Ezberlediğim sözcükler kendiliğinden dökülüyor ağzımdan sonra bakıyorum hatırlamak istediğimde hiçbiri yok, bir boşluk, beyaz bir kâğıt gibi. Onun yerinde sadece bir ses, ses duyuyorum.” Fonda çellonun sesi duyulur. Çellist'in yüzünde Jane'in söylediklerine katılan ama aynı zamanda acıklı bir “üzgünüm” ifadesi. Jane'in ruh haline göre yüz ifadesi değişir. Sahnede Jane'in müzikal bir sureti gibi yer alır. Jane devam eder. “Bazen kendimi kandırıyormuşum gibi geliyor bana. Ne rol ama? Aktörler bu yaşa geldiğinde bu kadar sözcüğü kafaları almıyor galiba. Erkekler o yaşa gelince ölüyorlar.” Sessizlik. Acıyla yüzleşme. Sevdiğinin telafi edilemez kaybı. Kaybın acısı. Her daim tazeyken Heather acının üzerine gider. Haether, “David'i özlüyor musun? Hâlâ hatırlıyor musun?” Jane, “Her zaman, hiç aklımdan çıkmıyor. Bazen ağlıyorum.” Usul usul ağlamaya başlar. Haether, Jane'e sarılır. Onu kucaklar. Kaç yaşında olursak olalım acı aynı acı. Acıyı paylaşmak yaş çizgilerini siler. Heather, “Hiç geçmez mi?” Jane “Geçmez. Orada durur. Öyle. Sen hiç uçurtma uçurdun mu? Uçurtma uçar gider, gider, gider. Sonra uçurtma gözden kaybolur gibi olur sonra birden seni yukarı çeker, çeker, çeker. Ben buradayım der gibi.” Heather, “Ben de annemi çok özlüyorum. Onu bir kez daha görebilsem. Onu bir kez daha görebilmeyi çok istiyorum. Onu kırdığım zamanlar oldu ama doğrusunu söylemek gerekirse o da beni delirtiyordu. Ama onu çok seviyorum.” Bütün annelerini kaybetmişler o an annelerini çok özlediler. Tüm yürekleriyle annelerini bir kez daha kucaklamak istediler.

YALNIZ DEĞİLSİN JANE

“O koskocaman bencil ego” Jane oyunu çıkarmak, evde ezberini tamamlamak zorunda. Perdelerin açılmasına pek bir şey kalmadı. Ezber çalışması. Heather, Jane'in söylediklerini metinden takip ediyor. Başta her şey iyi ama… Jane bir an durur. Takılır. Beyninin içindeki ses, sözcükleri bastırır. Çellonun sesi giderek yükselir yükselir. Jane'in dudaklarından dökülen kelimeler çellonun sesinin içinde erir gider. Ezberi unutur. Belleği yavaş yavaş kaybolur. Çelloya doğru bağırır. “Yeter, yeter, yeter dedim sana. Kes şunu. Kendimi duyamaz hale geldim. Nerede olduğumu, ne düşündüğümü bilemez hale geldim. Sözcükler üzerime doğru geliyor. Boğuluyorum. Neredeyim ben?” Heather şok olmuştur. Tek kelimeyle dehşet içinde “Biliyorum. Sen deli değilsin belki ama birine gitsen. Bu iş beni aşıyor.” Jane acı bir gülüşle, “Bilmiyorum hangi kral demiş ‘Müziğinizde çok nota var Bay Mozart.' Evet, metninizde çok sözcük var Bay Shakespeare.” Korkunun, dehşetin daha da yalnızlaştırdığı Jane tek başına kalmıştır. “Replikleri duymuyorum, uyduruyorum, unutuyorum. Neden yaparım dedim? Kraliçe Lear'da neden oynarım dedim? Bu metinde çok fazla sözcük var.” Hamlet, III.Richard ve Kral Lear'dan sözcükler dalga dalga sahneyi kaplar. Jane kulaklarını elleriyle kapar ve çığlıklar atmaya başlar. Çıldırma anı. Aslında Jane yalnız değil. Biz sahnenin dışındakiler, hayat sahnesinde çoğu zaman kendi repliklerimizi unutuyoruz, uyduruyoruz, duymuyoruz, giderek sağırlaşıyor, giderek körleşiyoruz. Yalnız değilsin Jane. Giderek histerikleşen kör ve sağır bir toplum bu çıldırma anlarına çok da yabancı değil.

KOSKOCAMAN EGO

Yeniden, yeniden ezber provası. Bıkmadan usanmadan tekrarlanan sözcükler. Repliklere inadına asılan Jane. Bazen esen umutsuzluk rüzgârları. “Kepazelik, oynayamam, oynamamam gerekiyor, rezalet, sahneye çıkmamam lazım.” Heather, “Hadi Jane abartıyorsun. Yapabilirsin.” Jane, “Sen beni bir de sahnede gör. Dökülüyorum. Ego. O koskocaman bencil ego. Her gece sahnede un ufak olmaya dayanabilir mi? ” Heather bunca emekten sonra Jane'in vazgeçmesine kızgın, “Benim vazgeçme hakkım yok ama senin var. Siz yetişkinler koftisiniz be, hepiniz.” Jane, “Yaşlanmak zor, Lear'ın sonu. Benim yaşıma gelince korku sarar etrafını. Benim yaşıma gelince en büyük korku unutmak her şeyi, herkesi. Unutmak, unutmak, unutmak. Kendini unutmak.” Heather, “Biliyor musun? Annem seni gerçekten çok severdi. Oyunlarını hep izlerdi. Arkadaşlarına senden hep gururla bahsederdi.” Jane üzüntülü, “Oyunu oynasaydım annenin anısına adayacaktım.” Heather olaya asılır. “Hadi Jane yap şunu.” Diz çöküp Jane'in bacaklarına sarılır. “Ne olursun yap, hadi yap, hadi yap, yap, yap, yap.” Jane bunca ateşli ısrara dayanamaz. “Peki, peki.”

KAÇ KİŞİ BAŞARABİLİR?

“Sırası gelen oynar, biten çıkar, gider” Amuda kalkmış bir Jane. Azmi, direnci ve sahne aşkıyla ve her şeye rağmen dimdik ayakta ya da amuda kalkmış halde duruyor. Benim diyen tiyatrocuları kırk defa cebinden çıkaran bir Yıldız Kenter var karşımızda. İsmet İnönü Sanat Merkezi'nde dakikalarca devam eden bir alkış tufanına neden oluyor. Sıkıysa amuda kalkın bakalım. Hem de sahnede. Kaç tane benim diyen genç bunu başarabilir ki? Çılgın Jane. Heather şokta. Bu Jane'den de her şey beklenir vallahi. Heather, “Jane ne yapıyorsun?”

Jane, “Amuda kalkmaya çalışıyordum. Uyuya kalmışım.” Heather gerçekten şokta, “Jane, yani bu yaşta, amuda kalkmak. Sen delisin.” Jane gülerek, “Yeni mi anladın?” Sıkı bir ezber çalışması. Jane repliği bitirip Heather'a döner, “Ezber nasıldı?” Haether, “Ben sana bakakaldım. Seni seyrediyordum. Tekse bakmayı unutmuşum.” Jane memnun, “Bence bu çok iyi bir şey.” İsmet İnönü Sanat Merkezi'nde görkemli bir anıta dönüşen Yıldız Kenter'i ayakta alkışlarken, tenimizden, derimizin üzerinden büyük bir sanatçının akıp gittiğini hissettik. Aklımda Jane'den bir replik “Bütün dünya bir sahnedir, bütün kadın, erkek oyuncular, sırası gelen oynar, biten çıkar gider.” Amaç zaten dünya sahnesindeki oyunumuzu en iyi şekilde oynamak değil mi? Neden yaşıyoruz ki?

Büyük usta Yıldız Kenter’in anısına sevgi, saygı ve minnetle…

Editör: Haber Merkezi