İZ GAZETE - Seferihisar'a tepeden bakan Bahçeköy'de bir yer aldığını ve orada bir atölye kurduğunu söyleyen Koççoban, "Akşamları arkadaşla orada buluşuruz. Emeklilik çok iyi geçiyor. Bu arada hala iskeleye inip çıkıyorum. Acıklı bir durumda görünsem de çok iyi durumdayım" diyor. Seferihisarlıların Cahit Hoca'sı olarak tanınan Koççoban'ın en ünlü eseri ise Sivas Banaz'da elinin üstünde sazını tutmuş Pir Sultan Abdal heykeli. 1979 yılında ilk yapan kişi ve bu heykel Alevilerin de sembolü olmuş.

Kaç yıldır Seferihisar'da yaşıyorsunuz? Nasıl karar verdiniz burada yaşamaya?

15 yıldır burada yaşıyorum. İzmirli de değilim. Seferihisarlı da değilim. Tokat'a bağlı Zile ilçesinde büyüdüm. Eski Eserler Müzeler Genel Müdürlüğü'nde çalıştım. Daha sonra İzmir'e tayinim çıktı. Resim Heykel Müzesi Müdürlüğü'nden emekli oldum. Bu arada Türkiye'deki birçok müzenin dekoratörü olarak çalıştım.

Atölye heykel atölyesi mi?

Resim var. Heykel var. Dokuma alanı var. Şarap içilecek yer var. Müzik dinlenecek alan var. Yani kapalı bir alanda bunların hepsi yapılıyor. Heykelden usandığım zaman resim yapıyorum, resimden usandığım zaman heykel yapıyorum. Çok iyi oluyor.

Aynı zamanda kurs gibi bir yer mi atölye?

Hiç kimseye ders vermiyorum. Çünkü bende pedagojik bir yön yok. Hem kimseye karışmayı da pek sevmiyorum. O yüzden hiç öğretmenlik yapmayı düşünmedim. Ama Resim-Heykel Müzesi'ndeyken bir heykel atölye kurdum. Oraya birkaç öğrenci geldi. Şimdi ise çok iyi güzel sanatlar fakültelerinden mezun oldular. İyi heykeltraşlar var. Onlara faydam oldu. Yalnız bir şey öğreterek değil. Onları kendi haline bırakarak yalnız teknik gösterdim. Bu kadar.

SANATSEVERLİK VAR

Atölyeye daimi gelenler var mı?

Genelde arkadaşlarımız geliyor. Kapıda kilit falan yok. Herkese açık bir yer. Buluşma ve üretme merkezi tarzında bir yer aslında. Hem üretim yapılıyor hem de öyle bir yere ihtiyacımız vardı. Yan tarafımızda sanat bahçesi vardı. Çok güzel bir yerdi. Dutlar vardı. Altında oturuyorduk. Herkes oraya toplanmaya başladı. Ancak şu an bir inşaat var. Bu yüzden orayı iptal etmek durumunda kaldık.

Zaten Teos'un, Seferihisar'ın geleneğinde bu sanatseverlik vardır. İzmir'den üstün olmak ister. Antik dönemde Smryna'dan daha iyiyiz biz düşüncesi vardı. Teos hep rekabet halindedir. Biz hiçbir yerde rekabet düşünmeden kendimizce bir şeyler yapıyoruz.

Seferihisar'ın çeşitli yerlerinde heykelleriniz var? Nelerdir? Nerelerde varlar?

Seferihisar'a girişte Jandarma Muabere Taburu var. Onun dış cephesinde yarım daireye yakın yüksekliği 3-4 metre bir rölyef grubu var. Ortada Atatürk var, iki taraftan da ona armağanlar getiren çocuklar, köylüler var. O çok sevdiğim anıtlardan bir tanesi.

Bir diğeri de Sığacık'a giden yolda iki kadın var. İkisi sırt sırta duruyor. Ortalarında da mandalina ağacı var. Birisi eşarplı, buranın kadını. Birisi de antik dönemden.

Homeros heykeli var. Çok sevdiğim heykellerden birisidir. Pek bilinmiyor. Yazarlar Okulu'nda yer alıyor. İzmir'de Homeros'un başka heykeli var mı bilmiyorum. Onu yaparken şundan faydalandım; Şadan Gökovalı ve Ezra Erhat'ı okudum. Zaten onları okuyunca iyi eserler çıkıyor. Homeros, Meles Çayı kenarında arp çalmayı severdi. Ben de onun arp çalarkenki halini heykele dönüştürdüm.

2020'DE İKİ ANIT

Seferihisar Belediye Başkanı İsmail Yetişkin ile Seferihisar'da bir sanat sokağı kurulması için toplantı yapmıştık. Yunanistan eski Başbakanı Cipras'ın 'Ege Denizi balıklara aittir' diye bir sözü vardı. Ben de bu düşünceden hareketle bir şeyler çizdim. Bir kadın denizden gelen tüm balıkları kucaklıyor. Böyle bir deniz heykel yapmayı düşündüm. Çok güzel bir anıt. Başkan'da lütfen o heykele başlayalım dedi. Zannediyorum ki yazın o heykeli Sığacık'ta görebileceğiz. Bu arada deniz suyu çimentoyu etkiliyor. Çok kaliteli çimento getirilecek. Böylelikle denizin ortasında çok güzel bir anıt ortaya çıkmış olacak.

Hep yapmak istediğim bir şey vardı. Türkan Saylan'ı herkes çok sevdi. Birleştirici bir insandı. Tipik bir Anadolu kadını. Hep onun bir anıtını yapmak istemişimdir. O da kabul edildi. Onu da hastanenin olduğu bir yerde silüeti güzel bir çamlık alan var. Oraya yapacağım. Önümüzdeki 2020 yılı iki tane anıt heykel yapacağım.

Üretmeye yönelik motivasyon kaynağınız nelerdir? Kentin dinamikleri mi? Kişisel motivasyon mu? Yoksa yerel yönetimle mi? Hangisinin payı büyük?

Çok sevdim bu soruyu. Schopenhauer insanları çok iyi analiz eden bir sosyolog ve insan kişiliklerini tanımlamada 3 tür görür. Yaratıcı insan, akıllı insan, üstün insan. Ben yaratıcı insan grubu içinde olduğumu zannediyorum. Eğer tuğla-duvar ustasında yaratıcı bir gen varsa böyle bir özelliği varsa tuğlayı başka bir şekilde düzenleyebilir. Yani sanatın en olmayanını yapmaya çalışır. Bende o var. Mesela arabesk sanatta, bizim için arabesk genelde şarkı türü olarak bilinir ama arabesk Türk Dil Kurumu'na göre (TDK) bitişik bezek anlamına geliyor. Yani tekrarlamak. Arap kültüründe bir disiplin var. Aynı şeyi devam ettirmektir. Anadolu'da ustalardan birinin önermesi, sözü olabilir; Ustanın her hatası bir nakıştır der. Bir arabesk kültürü alıp burada uygularken o malzemenden bir taş kırıldığında sistem bozuldu demekten kurtarıp yeni bir şeye dönüştürmek gerekiyor. Bunu bizim Anadolulu ustalar yaptı. Divriği Ulu Camii'ni görmeniz gerekir. Çok müthiş bir yapıdır. Orayı yapan usta taşı yontarken bir yeri kırılmıştır. Bir kuş yapmak isterken kuş bitkiye dönüşebilir. Çünkü kırılmıştır. Onun da tadına doyulmaz, anlarsınız zaten. Bir de macera var işin içinde. Bu da iyi bir şeydir.

Heykel deyince Türkiye'de en fazla Atatürk heykeli var. Tabii onu temsil ettiği değerleri yaşatmak için yapılıyor. Laiklik, devletçilik, bağımsızlık… Bu değerler için sadece Atatürk heykeli mi yapmak gerekiyor. Ya da başka türlü yapılamaz mı?

Atatürk'ün adına Afyon'da bir heykel yapılmıştı. O zaman hayattaydı. Avusturyalı bir heykeltıraş tarafından yapıldı. Çok güzel bir heykeldir. Oldukça gerçekçidir. İki erkek birisi ayakta ve ikisi de çıplak, biri diğerini çiğniyor. Burada bir kahramanlık havası anlatılıyor. Bu heykelin açılışına gitmedi Atatürk. Yani olayı yanlış gibi gördü. Bu çok güzel bir şeydir. O tabii ki sanatçı değildi. Sanata değer veriyordu. İlle benim heykelimi yapın falan demedi. Bizim insanlarımız O'na bir sevgi gösterdiler. Amaç onun fikirlerini, düşüncesini anlatmaktı. Tabii farklı dönemleri var. Gençlik, olgunluk dönemi. Hepsinde yüz ifadesi farklıdır. Ama Atatürk ile ilgili bir heykel, büst yaptığımda ona benzetmeyen çok oldu. Hala zahiri tarafına bakıyorlar. Hâlbuki onun derinliğine bakmak gerekir. Bu Atatürk'e benzemiyor ama onun ruhunu aktaran filozofik bir durum bu.

Seferihisar'da, İzmir'de ya da dünyada bu heykeli ben yapmak isterim dediğiniz, tırnak içinde kıskandığınız bir eser var mıdır?

Tarihe çok meraklıyımdır. Özellikle Anadolu tarihine. Anadolulu bir sanatçı nerede kaldıysa oradan devam ediyorum. Mesela Hititli bir ac sanatçı Alacahöyük, Tokat, Bozok coğrafyasında bir çeşme yaptım. Bir Hitit Kadını ve bir Türkmen Kadını. Türkan Saylan ve denizden çıkan kadın heykellerini bitirdikten sonra Börklüce Mustafa heykelini yapmam lazım.

Neden Börklüce Mustafa?

1423 yılında Çelebi Mehmet döneminde hayatlarına son verildi. Bir ayaklanmaydı yaptıkları. Karaburun'da başlayan bir ayaklanma. Söylemleri de; Yarin yanağından gayri her şey ortak olmalı. 1400'lü yıllarda köylüler böyle bir felsefeyle ayaklanıp güzel bir sistem kurmak istiyorlarsa bu bir onur meselesidir. Yapmak zorundalar.

Avusturya'da heykel yapıyordum. Orada Türkler-Kürtler biraz ezik oluyor. Oranın Kültür Bakanı da yanımıza gelip gidiyordu. Ben de bir Bektaşi Kültür Merkezi önünde Hacı Bektaş Veli, Yunus emre, Pir Sultan Abdal heykelleri yapıyordum. Bana Hacı Bektaş, Pir Sultan kim anlat dediler. Zaten ben istedim onu anlatmayı.

Editör: Haber Merkezi