YAĞIZ BARUT / İZ GAZETE- İzmir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nın (İzBBŞT) oyuncularını yakından tanımak, yaşam hikâyelerini öğrenmek ve tiyatro sanatının değerlerini topluma yansıtabilmek amacıyla başlattığımız söyleşi dizisinin sekizinci konuğu İzBBŞT’nin en tecrübeli isimlerinden biri olan ve Tavşan Tavşanoğlu oyunundaki rolüyle enerjisine hayran bırakan Müge Kızılbağlı oldu.

Kendisini tek kelimeyle ‘esrik’ diye tanımlayan Müge Kızılbağlı, “Tablonun arkasına bakıyorum. Çizilen zaten orada duruyor, ya çizilmeyen?” diyerek yaşamdaki hiçbir şeyin bir resim ya da fotoğraftaki gibi sadece görülen şeylerden ibaret olamayacağını vurguladı. ‘Sistemin’ tiyatrosuna küstükten 10 yıl sonra sanatsal özerklik vadeden İzmir Şehir Tiyatroları’na başvurma öyküsünü ise “Gençlerin umut ve heyecan dolu gözlerinde gördüğüm ışık, beni esrik ruhumla buluşturdu ve yıllar sonra yeniden başladım” ifadesiyle anlattı.

‘SICAK VE İÇTEN BİR YUVA’

Sizi tanıyabilir miyiz biraz? Çocukluk yılları ve aile yaşamınız nasıldı?

Dedem, köy enstitüsü mezunudur. Kızılçullu ve Hasanoğlan Köy Enstitülerinde kurucu öğretmenlik yapmıştı. Enstitülerin kapatılmasıyla birlikte öğretmenliğe Bornova Maarif Koleji’nde (şimdi Bornova Anadolu Lisesi) devam etti. Ben de çocukluğumu orada geçirdim. Evimizde zamanın edebiyatçıları, yazarları, siyasetçileri ağırlanırdı. Büyük çam ağaçlarının olduğu koru ve rengarenk çiçeklerle dolu bahçelerin içindeki o sevimli ve sıcak yuvayı unutamam. Günler süren sohbetlerin sesi, her daim hazır sofraların tadı hâlâ damağımdadır. Bir keresinde, Rauf Orbay konuk olmuştu eşiyle birlikte, mağrur bir Çerkez beyefendisini andırıyordu, çok etkilenmiştim. Çocukluğum bilgili, aydın ve birbirini seven insanlarla birlikte geçti. O zamana ait büyük fotoğrafın arkasına baktığımda onların ışıklı gölgelerini; sıcak bir içtenliğin, yalansız ve tutkulu bir aşkın fotoğrafını görüyorum.

MAVİ İZMİR’DEN AYRILMAK!

İzmir’de mi büyüdünüz?

Babam banka memuruydu. Ankara’ya tayin olduğu için ilkokul son sınıftan sonraki öğrencilik yıllarım Ankara’da geçti. Konservatuar bitene kadar süren o dönemi, ‘kahverengi Ankara yılları’ diye tanımlarım.

Niye böyle bir tanım yapıyorsunuz?

Ankara denizi olmayan bir yer ve üstü hep gri kaplı gelir bana… İzmir’den sonra insan denizi ve güneşi arıyor tabii… Mavi İzmir’den kahverengi Ankara’ya gittik ama öğrencilik yıllarım güzeldi açıkçası…

BÜTÜNÜ ZİYAN ETMEMELİ

Hatırladığınız güzel anılar nelerdir o yıllara dair?

Ortaokuldaki edebiyat hocam altı dil bilen, entelektüel, güzele olan hayranlığını saatlerce ezberinden okuduğu şiirlerle gösteren gerçek bir öğretmendi. Gülümsemeyi öğretti bize. Sınıfta, hepimizin gülümsemesiyle tek tek ilgilenirdi. Şimdi böyle öğretmenleri görmek çok zor ne yazık ki!

Ortaokulda yaşadığım kötü bir olaydan sonra ise ‘Anne bir daha okula gitmek istemiyorum’ demiştim. Annem, ‘Öyle korkaklar gibi kaçmak olmaz, korkuların arkandan gelir sonra, gel birlikte okula gidelim’ demişti. Bütünü ziyan etmeden içindeki çürük parçayı görüp atabilmeyi öğrettiği için anneme minnettarım.

LİSE YILLARI VE TİYATRO

Tiyatroya ilginiz ne zaman başladı?

Tiyatro sevdam lise yıllarında belirginleşti, tiyatro oyunlarını kaçırmaz oldum. Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği (TÖB-DER) üyesi hocalarımız eşliğinde kurduğumuz bir tiyatro kulübümüz vardı. Attığımız her adımı beraber atıyor, aldığımız her nefesi birlikte alıyorduk; bir ekip olmuştuk. Tiyatro için hayati önem taşıyan ‘birbirini tamamlayabilen bir ekip olma’ niteliğini daha yolun başında yaşamıştık. Ayrıca bize çok fazla zihin esnekliği sağladılar. TÖB-DER’li hocalarıma da minnettarım.

‘ÇAĞIN GERİSİNDEYDİK’

Konservatuvar yıllarınız size neler kattı?

‘Tiyatronun okulu, yaşamın bizzat kendisidir!’ diyerek tiyatro eğitimini küçümseyen ben, fikrimi değiştirdim, konservatuara gitmeye karar verdim. Artık yavaş yavaş ‘kendim olma’ yolunda ‘el bebek gül bebek’ geçen yıllarımı terk ediyordum. Konservatuara gitmek isteyince, başka bir deyişle iş ciddiye binince sorunlar karşıma çıkmaya başladı. En başta ailem desteklemedi oyuncu olma kararımı. Türkiye’de Afife Jale gibi isimlerden bugüne kadın tiyatrocu olmanın bedeli büyüktür zaten. Bedel ödemeye hazırdım. Konservatuara girdim, yoluma yalnız devam ettim.

Konservatuvardaki eğitimin daha bilimsel olacağını umuyordum. Oysa felsefe, sosyoloji ve tarihle bezenmiş oyunculuk yöntemlerinin kullanılması yerine el yordamıyla, keyfe keder inşa edilen karakterlerle oynanan oyunlar kötü kopyalar olmaktan öteye gidemiyordu. Çağın oldukça gerisindeydik. Ancak tiyatroya olan tutkulu sevdam ve üzerinde saatlerin nasıl geçtiğini anlamadığım sahnenin bizzat kendisi beni o büyülü ortamın içinde tutmaya yetti. Okulda çok çalıştım. Bilerek ve isteyerek katıldığım bu ortamı iyi kullandım. Hep tablonun arkasına baktım. Konservatuardaki meslek hocalarımın çoğu, eski bozuk bir saatin günde iki kez doğruyu göstermesi gibi eğitim veriyorlardı. Doğru zamanın görüldüğü o kıymetli anları kollayarak geçirilen yılların ve yöntemsiz keyfi eğitimin kurbanlarıydık aslında. Onlara hiç minnet etmedim. Ama yüreğimin sesini dinledim hep! Ve tabii ki aklımın. Yüreğim ve aklımı fedakâr bir ana gibi besleyen, en karanlık dehlizlerde ışığım olan ve beni hiç yalnız bırakmayan ak saçlı bilime de minnettarım.

ÖDÜL DEĞİL CEZA VAR!

Konservatuardan beklediğinizi bulamamanız dönemin şartlarıyla ilgili miydi sizce?

Hayır. Her dönem böyle olduğunu düşünüyorum. Çünkü devlet tiyatrolarının kuruluşunda olan insanlar bizim hocalarımızdı. Hep aynı anlayış vardı; ödül değil de ceza usulü!

Genelde en azından konservatuar yılları için güzel şeyler söylenir.

Ben buna şaşırıyorum. Demek ki memnun olanların beklentileri, benim beklentilerimden daha azmış ve karşılanmış diye düşünüyorum. Ancak benim için verimli geçmedi. Çünkü tüm dünyada eğitimin bambaşka yerlere gittiğini biliyorum. Son sınıftayken Amerika’dan bir hoca geldi. Mezuniyet oyunumu onunla çalıştım. Bir oyunculuk metodu kitabını uygulayarak çok yoğun bir yıl geçirdim. Bana katkısı çok büyüktü. Oyunculuğa bilimsel bakmak o kadar zevkli bir şey ki zaten bunu kavradıktan sonra küçümsemeye başladım.

‘BEDELLERİN EN BÜYÜĞÜ!’

Devlet tiyatroları yıllarınız da o zaman pek iyi geçmedi!

Devlet tiyatroları ve akıp giden 25 yıl… ‘Kendim’ olmaya çalıştıkça hep cezalı olarak yaşanan yıllardı. Cezalandırılmak için verilmeyen roller, çok uzun süren yıpratıcı turneler! Bu kadar keyifli bir iş nasıl oluyordu da bu kadar acımasız bir eziyete dönüşebiliyordu hâlâ anlayabilmiş değilim! Konservatuara gitme kararımdan sonra yaşadıklarım, kendimde açtığım tüm pencerelerin yavaş yavaş kapanmasına sebep oldu. Ancak padişahlığı andıran bir kurumda tiyatro yapmaya çalışmak bedellerin en büyüğüymüş, gerçekten küstüm! Sistemin tiyatrosuna küstüm. Ama tabii kimseye küsmeyi önermiyorum; o benim hatam…

‘ASLINDA EŞİ BENZERİ YOK’

Devlet tiyatrolarını önemsiyorsunuz ama değil mi?

Elbette çok önemsiyorum. Dünyada eşi benzeri olmayan bir kurumun çok daha iyi yerlerde olması gerektiğini düşünüyorum. Ancak bu başarılamadı çünkü siyasi erkin suyuna gidildi, sanatsal özerklik yok edildi. Mesela; İzmir Şehir Tiyatroları’nın benim için en umut verici yanı sanatsal özerkliğidir. Yoksa ben rahatımı bozup asla gelmezdim.

YILLAR SONRA YENİDEN

Devlet tiyatrolarına küstükten 10 yıl sonra İzmir Şehir Tiyatroları’na gelmişsiniz…

Aynen öyle. Ben bu 10 yılda tiyatro dahi seyretmedim… Hatta İzmir Şehir Tiyatroları’nın sınav duyurusunu da son gününde komşum sayesinde öğrendim… Foça’daki yazlığımda tatil yaparken edebiyat hocası arkadaşım, ‘İzmir’de bir tiyatro kuruluyor, seni orada görmek isterdim’ dedi. Eşim ve çocuklarım da ‘Ne duruyorsun, yüreğindeki sesin peşinden gitsene!’ dediler. Yücel Erten’in İzmir’de sanatsal özerklik vadeden bir tiyatronun sanat yönetmeni olduğunu öğrenmem, umut ve heyecanla dolu gençlerin gözlerinde gördüğüm ışık, beni esrik ruhumla buluşturdu ve yıllar sonra yeniden başladım.

Küs olsanız bile içinizde büyük bir istek varmış demek ki. Neler hissettirdi bu size?

Çocukluğumun yalansız, aşk ve sevgiyle dolu, sıcacık, mutlu İzmir’ine döndüm; hem de küskün ve kırgın geçen bunca yıl aradan sonra…

‘İTİRAF EDEYİM KORKTUM’

Son olarak ‘Tavşan Tavşanoğlu’ desem, ne dersiniz?

Yücel Erten’in yönettiği, Colin Serreau’nun yazdığı ‘Tavşan Tavşanoğlu’ oyununda Madam Duperri’yi oynamak bana kısmet oldu. Provalara başladığımızda zorlandığımı, çekindiğimi ve hatta korktuğumu itiraf etmeliyim. Fakat Yücel Erten’in oyuncuyu rahatlatan çalışma biçimi beni rahatlattı. Nasıl yüzmeyi unutamıyorsak, oyunculuk da unutulmuyor. Yüklü, zengin ve doygun yaşam tecrübeleriyle daha da güçlü bir dalga olarak geri geliyor. Çok keyifli bir prova dönemi geçirdik. Tüm oyun ekibi, adeta bir aile gibi… Böylesi sıcak bir içtenlikle oynanan oyunun seyirciye yansıması da pozitif oluyor. Umutlarım yeniden yeşerdi; bunu da herkesin gözünde görüyorum… Yücel Erten’e, İBB Başkanı Tunç Soyer’e, destek veren tüm dostlara tekrar tekrar minnettarım. İzmir Şehir Tiyatroları’nın yolu açık olsun. İzmir’i keşke diğer kentler de örnek alabilse ve tiyatroyu yeşertebilsek.

MÜGE KIZILBAĞLI’NIN EN’LERİ

Tiyatroya dair en büyük hayaliniz nedir?

Keşke tüm tiyatrolar sanatsal özerkliğe sahip olsa ve gelen her iktidar istediği gibi elini uzatamasa! O zaman zaten su yolunu bulur.

Bugüne kadar oynadıklarınız arasında en sevdiğiniz rol ya da oyun hangisi oldu?

Çok ayırmıyorum ama şu anda Tavşan Tavşanoğlu’nda oynadığım Madam Duperri’yi söyleyebilirim.

Oynamayı en çok isteyeceğiniz oyun hangisi?

Kafkas Tebeşir Dairesi’nde oynamak isterim. Dostoyevski’nin ve Bertolt Brecht’in oyunlarını çok severim. Tek bir oyun değil de yazar ve yönetmen daha çok önemlidir benim için. İyi yazar ve iyi yönetmenin her rolünü oynamak isterim

Birlikte oynamayı en çok istediğiniz oyuncu kimdir?

Meryl Streep diyebilirim, dünyanın en önemli sanatçılarından birisi. Türkiye’de de oldukça başarılı sanatçılar var ama şu an gençlerle olmak bence çok daha güzel.

En çok ilham aldığınız isim kimdir?

İşimi iyi yapmak ve işini iyi yapan insanları görmek en çok ilham aldığım şey olabilir.

Editör: Haber Merkezi