ŞERMİN ÇOLAK/ İZ GAZETE- İzmir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nın (İzBBŞT) oyuncularını yakından tanımak, yaşam hikâyelerini öğrenmek ve tiyatro sanatının değerlerini topluma yansıtabilmek amacıyla başlattığımız söyleşi serisinin 21’nci konuğu, ‘Benim Naçiz Vücudum oyununda ‘Laz İsmail’ karakterini canlandıran Bahadır Buyruk oldu.
Tiyatronun her zaman seyirci ilgisine ihtiyaç duyan bir disiplin olduğunu söyleyen Buyruk; İzmir’de şehir tiyatrosunun 70 yıl sonra faaliyete geçtiğini hatırlattı; “Aslında İzBBŞT olarak burada yapmaya çalıştığımız şey 70 yıldır çalışmayan bir organı çalıştırmaktı. Ne mutlu İzBBŞT’ye ki bu organı bir sene gibi kısa bir sürede, tüm hayati fonksiyonlarını koruyarak, yeniden çalışır hale getirdi” dedi.

GAZETECİLİK GEÇMİŞİ

Kısaca kendinizi tanıtır mısınız? 

1991 yılında, Elazığlı bir baba ve Ankaralı bir annenin çocuğu olarak Ankara’da doğdum. Çocukluğumun ilk yıllarını Ankara’da sonraları ise Elazığ’da geçirdim. Babam, NATO ve CENTO askeri paktlarında mütercim tercümandı. CENTO askeri paktı lav edilince herkesi emekli etmişler. Babamda Elazığ’a, dedemin köyüne yerleşip tarımla uğraşmak istemiş. Ben de bu süreçten nasibimi alarak ilkokulu ve ortaokulu bir köy okulunda okudum. Bazen kar çok yağınca yürüyerek giderdik, ayakkabılarımız ya da kıyafetlerimiz ıslanırdı. Biz de sobada ya da kömürlü kaloriferde kıyafetlerimizi kuruturduk. Öyle sanıyorum ki kalp çiçeğimin ilk filizlenişini, dünya görüşümün oluşmasını ve tüm spritüel taraflarımı o zamanlara borçluyum. O dönem hem okula gidip hem de babama yardım ediyordum... Ekin ekip, biçiyor daha sonra tarlaları nadasa bırakıyordum. Çok iyi bir çiftçiydim. (Gülüyor)

Sizin bir de liseden sonra, İletişim Fakültesi geçmişiniz var. Bir dönem gazetecilik dahi yapmışsınız sanıyorum?

Liseyi, Ankara Bekir Gökdağ Lisesi’nde okudum; felsefe hocamız Arzu Hocamı hatırlarım. Çok ufkumu açmıştır. Liseden mezun olduğumda Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nü kazandım. Güzel bir bölümdü, değerli hocalardan dersler aldım, üniversite gazetesinde editörlük yaptım. Ankara’da, Alman Büyük Elçiliği’nde burs karşılığı muhabirlik yaptım. Hem harçlığım çıkıyordu hem de Türk-Alman dostluğu içeren haberler yapıyordum. 

Ancak sanıyorum gazetecilikten başka bir sevgi düşüyor aklınıza bu dönemlerde, tiyatroya olan ilginiz artıyor değil mi? 

Galiba bu dönemlerde siyasi konjonktür değişiyordu. Gazetecilik yapmanın zorluğunu, çevremde olan birkaç emsal olaydan sonra anladım. Daha üst bir iletişim aracı ne olabilir diye düşündüğüm sırada, Ankara Devlet Tiyatrosu’nda Nazım Hikmet’in ‘Memleketimden İnsan Manzaraları’ oyununu izledim. Sevgili Cem İdiz ve Rüştü Asyalı sahnede devleşiyorlardı. Galiba çok etkilenmiş olacağım ki ertesi hafta okulumu yarıda bırakarak tiyatro sınavlarına hazırlandım. O dönem temel eğitim alma karşılığında, Ankara Tunalı’daki ‘Mavi Sahne’de oyunlara ışık yaptım, bilet kestim, kafesinde çalıştım. Çok emekleri vardır bende. Daha sonra Ankara Üniversitesi DTCF Tiyatro Bölümü Oyunculuk Anasanat Dalı’nı kazandım. Bu olaydan sonra hayatımda her şey çorap söküğü gibi gelişti. Çok değerli hocalar yolculuğuma katkıda bulundu. 

‘MEVLEVİ DERGAHINDA KALDIM’

Sahnelerin yanında televizyon dizileri başta olmak üzere çeşitli projelerde de izledi seyirci sizi. Bugüne kadar ne tür çalışmalarda ve tiyatrolarda yer aldınız? 
Okulumdan mezun olduğum dönem, babamı kaybetmiştim. Aklımda bir sürü soru vardı, pek tadım yoktu, ne yapacağımı bilmiyordum… Bir dizi projesi için İstanbul’a taşındım. Haliç Üniversitesi Tiyatro Yüksek Lisans İleri Oyunculuğu kazandım ama sonra oyunculuğun ilerisi, gerisi olmaz düşüncesiyle, gitmedim. O sıralar ‘Suruç Patlaması’ olmuştu, ülke gündemi tam bir kaostu. Haliyle anlaştığım dizi yerine bir yarışma programı koydular. Sonra hızlı bir kararla, 6-8 ay süreyle İstanbul’dan uzaklaştım. Kendimce bir arayış sürecine girdim, neredeyse hiç oyunculuk yapmadım, 4 ay kadar bir Mevlevi dergahında kaldım. Bu, galiba benim iyileşme sürecim oldu. Orada, güzel arkadaşlıklar edindim. Her milletten ve her meslekten insan vardı. Daha sonra orada çok sevdiğim bir ablam, bana mesleğime dönmem ve denemem için çok güzel telkinlerde bulundu. Bir baktım ki İstanbul’daki evime geri dönmüşüm. (Gülüyor) 

Mesleki olarak hızlı bir döneme girdiniz geri döndükten sonra değil mi?

Evet, sonra her şey müthiş bir momentumla başladı. ‘Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz’, ‘Avlu’, ‘Kanıt’, ‘Ateş Üstünde’, ‘Vatanım Sensin’, ‘Nöbet’, ‘Savaşcı’ gibi birçok ana akım televizyon dizisinde oynama fırsatı buldum. Bunun yanında çeşitli şirketlerde cast direktörü asistanlığı, audition koçluğu yaptım. Yapı Kredi Bankası’nın reklam yüzü oldum. ‘The Woman in Purple’ ve bu sene 41. Uluslararası İstanbul Film Festivali ile 33. Ankara Film Festivali’nde Ulusal Film Kategorisinde yarışan ‘Mukavemet’ isimli festival filmlerinde oynadım. Tabii tiyatrodan da hiç kopmadım. Ben oyunculuk mesleğini; televizyon ve tiyatro olarak ayırmıyorum. Temelinde yatan asal duygu, oynama duygusu. Gerisi tercihe kalmıştır. Craft Tiyatro’da sevgili İpek Bilgin‘in asistanı oldum. Epey geliştim, farklı açılardan bakmayı öğrendim. İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda Metin Belgin’in yönettiği ‘Cehennem - The Nether’ isimli oyunda, iki sezon oynadım. Kendisiyle aynı sahnede olmak çok değerliydi. DasDas Tiyatro’da, Aiskhylos’un yazdığı ‘The Supliant Women - Yakaranlar’ isimli oyunda da üç sezon oynadım. Aynı zamanda yine burada aile ve çocuk tiyatrosunu kuran ekipte yer aldım. Daha sonra Galataperform’da pandemi dönemi, dijital bir tiyatro oyunu yaptık. Her hafta evimizden canlı olarak oynayarak, oyunu seyirciye sunduk. Hepsi benim için çok geliştirici ve devinimimi almamda önemliydi.

Peki Türk tiyatrosuna karşı eleştirileriniz, değiştirmek istedikleriniz, isyan ettikleriniz ya da ‘iyi ki’ dedikleriniz var mı? 

Kendimce, Türk Tiyatrosu’nun üç tane problemi olduğunu görüyorum. Bunlardan birincisi; tiyatronun yapılış amacı. Çok sevdiğim bir hocam şöyle derdi, ‘Tiyatro bir binadır. Binalar her yerde vardır. Önemli olan bu binanın içindeki niteliktir’ Nelerden oluştuğu, misyonu, repertuvar politikası, kimlerin o tiyatronun yolculuğuna eşlik ettiği gibi gibi daha birçok etmenin belirlenmesi meselesidir. İkincisi ki, bence bu aslında en önemli kısım; çocuk tiyatrosu. Bugünün çocukları, yarının yetişkinleri... Dolayısıyla bir insana ilk olarak çocuk tiyatrosuyla ulaşıyorsunuz. Bu çok önemli bir andır, çocuğun tiyatro ile tekrarını yeniden kuramayacağı bir özel bağın ilk oluşumudur. Doğru bir tiyatro oyunuyla bir çocuğa ulaştığımızda, ona tiyatroyu doğru tanıtmış oluyoruz. Ama gelin görün ki çocuk oyunları Türk Tiyatrosu’nun kanayan bir yarası. Aslında ne kadar nitelikli ve değerli oyunlar yaparsak günümüz Türk Tiyatrosu’na da o kadar yatırım yapmış oluruz. Örneğin, okullarda okul aile birliklerine satılan niteliksiz çocuk oyunlarının hemen kaldırılması gerektiği kanısındayım. Hatta ben de bu oyunların içinde oldum zamanında. Çocuk, sanatın gerçek değerini anlamıyor. Ve sanatı, satın alabilecek bir meta olarak düşünüyor. Bu meta çocuğun zihninde sanatı ve tiyatroyu tanımlıyor.

‘SANATÇININ EVİTİYATRO’

Üç madde olarak sorunları listelediğinizden söz ettiniz, diğeri nedir peki?

Üçüncü kısım aslında bence Türk Tiyatrosu’ndaki ‘sanatçı’ problemidir. Doğru eleştiri yapmayı bilen, kritisizmin, estetiğin ve etik kavramların üzerinde yeterli olgunluğa erişmemiş oyuncular bir yerden sonra ilerleyemiyor. Zaten sahip olmadıkları eleştiri kabiliyetini de tamamen yitirdikleri için herkesleşiyorlar. Bir yerde herkes birbirine benziyorsa, orada kimse yoktur anlamı da çıkıyor.. Dolayısıyla Türk Tiyatrosu’nda eleştirebilen, daha iyisini hedefleyen; doğru notalara basarak, doğru evrensel eleştiri kodlarıyla tartışmayı bilen sanatçılara ihtiyaç var. Burada oyuncuyu kast etmiyorum, oyuncu ve sanatçı ayrımı burada çok önemli. Bence sanatçı, daha üstte bir konumda yer alıyor. Yani, ‘Gelene ağam gidene paşam’ diyenlerin, biat kültüründen öteye gitmeyenlerin Türk Tiyatrosu’nda hiçbir yeri yok. Türk Tiyatrosu’ndaki önemli kilometre taşlarına, önemli isimlere baktığımızda, provakatif bir bilinçle, fikirlerini sunarak, tartışarak bugünlere geldiklerini ve Türk Tiyatro tarihine isimlerini yazdırdıklarını görüyoruz. Bence Türk Tiyatrosu’nun hiçbir zaman oyuncuya ihtiyacı olmadı, hep sanatçıya ihtiyacı oldu.

İzmir Şehir Tiyatroları’na gelişinizin; İzmir ve İzmirli seyircinin size hissettirdiklerini nasıl tanımlarsınız? 

İzmir’de bir şehir tiyatrosu kurulacağını duyduğumda İstanbul’daydım. Başvurmak konusunda kararsızdım. Sınavın detayları açıklandığı zaman kurucu isimlere baktım, tanışmaktan mutluluk duyacağım bir sürü kişi vardı. Ama bu isimlerin içinde gıyaben de olsa tanıdığımı hissettiğim bir kişi vardı, Sayın Yücel Erten... Çünkü, üniversitede, bölümümüzün kuruluşundan beri yer alan tüm hocaların fotoğraflarının olduğu bir köşe vardı. O köşede öğrenciyken çok vakit geçirmiştim. Ve en havalı fotoğraf Yücel Erten’e aitti. (Gülüyor)

Tabi aynı zamanda Türk Tiyatrosu’na yapmış olduğu büyük katkıyı da düşününce, denemek, en azından bir tanışmış olmak, bilgi birikiminden faydalanmak istedim. Burada hepimiz, zorlu bir sınav sürecinden geçtik. Sonra bir de baktım ki İzmir Şehir Tiyatroları’nda ikinci sezonuma başlamışım. Zaman çok çabuk geçiyor. Burası çok özel bir yer, değerli bir alan. William Blake şöyle der; ‘Kuşun evi yuvasıdır, örümceğinki ağ, insanınki ise arkadaş.’ Ben de bu sözü hafif değiştirerek ‘Bir sanatçının evi ise tiyatrodur’ diyorum. ,

‘OYNARKEN EĞLENİYORUM’

İlk sezon boyunca ‘Mor Şalvar’ adlı oyunda yer aldınız. Bu oyun hakkında neler söylemek istersiniz?

‘Mor Şalvar’ İzmir seyircisi için özel bir oyun oldu. Kadın sorunlarına eğilen, onların ataerkil düzende karşılaştıkları zorlukları ve haksızlıkları anlatan, bunu beş farklı vizörden seyirciye sunan; güzel bir oyun... 

Bu rolün yanında yeni sezonda ise ‘Benim Naçiz Vücudum’da ‘Laz İsmail’ olarak izleyici karşısındasınız. Yeni rolünüz ve oyun ile ilgili neler söylemek istersiniz? 

‘Benim Naçiz Vücudum’ Sayın Genel Sanat Yönetmenimiz Yücel Erten’in yazdığı ve yönettiği bir oyun. Atatürk’e yapılan İzmir Suikastını, tarihi gerçekler üzerinden seyirciye sunuyor. Ben oyunda ‘Laz İsmail’ olarak seyirci karşısındayım. Bence oyunun en eğlenceli kişilerinden biri, oynarken çok eğleniyorum. 

İzmir Büyükşehir Belediyesi Şehir tiyatroları yeni sezona oldukça hızlı başladı. Tüm oyunlar kapalı gişe oynanıyor, seyircinin bu ilgisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Tiyatro her zaman seyirci ilgisine ihtiyaç duyan bir disiplindir. Seyircisiz bir tiyatro düşünemeyiz. 70 yıldır şehirde olmayan bir kurumdan, organdan bahsediyoruz. Aslında İzBBŞT olarak burada yapmaya çalıştığımız şey 70 yıldır çalışmayan bir organı çalıştırmaktı. Ne mutlu İzBBŞT’ye ki bu organı bir sene gibi kısa bir sürede, tüm hayati fonksiyonlarını koruyarak, yeniden çalışır hale getirdi. Ve umuyorum ki tiyatromuz, İzmir’in özgür ve özgün Rönesans’ının oluşmasında büyük bir pay sahibi olacaktır. Son olarak geçmişten bugüne emeği geçen herkese binlerce defa teşekkürler. Ayrıca geçen sezonun başında kaybettiğimiz kurucu üyelerimizden sevgili Hülya Nutku’ya da sevgilerimi sunuyorum.




Bahadır Buyruk’un EN’LERİ:

Tiyatroya dair en büyük hayaliniz nedir? 

- Üretim halindeyken, hangi oyun olursa olsun çıtayı ülke standartlarına koymak yerine, evrensel sanat standartlarını referans almak en büyük hayalim.

Bugüne kadar oynadıklarınız arasında en sevdiğiniz rol ya da oyun hangisi oldu? 

Hepsini çok seviyorum. Kişi oynadığı oyunda rolü kadar güzeldir, ne eksik ne fazla. Haliyle oynadığım her rolü çok sevdim.

Oynamadığınız ancak oynamayı en çok isteyeceğiniz oyun hangisi?

Zor soru. Galiba Sheakspeare ‘Hamlet’ diyebilirim. Oyunu ezbere bilirim, çok da severim. Buradaki sınava da ‘Hamlet’ çalışarak gelmiştim.

Birlikte oynamayı en çok isteyeceğiniz oyuncu kimdir? ‘Keşke bu isimle aynı sahnede olsam’ dediğiniz biri var mı?

Sahnede oynamak konusunda bir isteğim yok. Ama düşününce Keanu Reeves’in yaşam sadeliğine, Benedict Cumberbatch’in estetik aktörlüğüne ve Philip Seymour Hoffman’ın oyunculuk zekasına hep sahip olmak istemişimdir.

Yaşama dair en çok ilham aldığınız isim kimdir? 
Genelde kişilerden ya da olaylardan değil, edebiyat ve sinemadan ilham alıyorum. Hatta bu ilhamın en büyüğünü sinema oluşturuyor. Ve tabi ki sinema yönetmenleri...

Editör: Haber Merkezi