Geçtiğimiz günlerde Latin Amerika edebiyatının önemli isimlerinden Julio Cortazar’ın ölüm yıldönümüydü. Okurken içimi titreten, Nabokov’un “belkemiğindeki titreme” diye tanımladığı edebi hazzı her kelimesinde hissettiğim Cortazar’ı bugün sayfaya taşımak istedim ki hem bu sıra bolca bahsettiğimiz öykünün önemli yazarlarından birini konuk etmiş olalım hem de belki öykülerini okuma isteği duyanlarınız olabilir.

Bu yazıyı yazarken 2021 yılında Ankara Üniversitesi’nde Nihal Kalkan Yağcı tarafından hazırlanmış bir doktora tezini kaynak aldım. Dileyenleriniz olursa çalışmanın detayları için doğrudan YÖK’ün sitesinden teze ulaşabilirsiniz*.


SAYFANIN TAMAMINA ULAŞMAK İÇİN TIKLAYINIZ 


LATİN AMERİKA EDEBİYATI

Latin Amerika edebiyatı sıradışı, tekinsiz ve gizemli anlatıları içinde barındırıyor. Bu edebiyatın önemli öykücülerinden biri de Julio Cortazar. Cortazar öykülerinde olağanüstü durumları ve ruh durumu problemli karakterleri konu ediniyor. Bu karakterleri fantastik de diyebileceğimiz bir atmosferin içine yerleştiriyor. Bu anlatım biçimiyle Cortazar, büyülü gerçekçiliğin önemli temsilcilerinden biri olarak karşımıza çıkıyor.
20. yüzyıl Latin Amerika edebiyatı için önemli bir tarih. Bu zaman diliminde Latin Amerika’da farklı ve etkili, çarpıcı edebi türler ortaya çıkıyor. Şair ve yazarlar hayal gücünün öneminden bahsediyor ve baskıcı yönetimlere karşı hayal gücünün hiçbir dayatma altına alınamayacağını savunuyorlar. Sanatsal yaratımın var olabilmesi için hayal gücünün tüm baskılardan uzaklaşmasının, kısıtlanması yönünde hiçbir bahanenin kabul edilemeyeceğinin altını çiziyorlar. 
Bu yaklaşım akıl ve mantık yerine hayal gücünü öne çıkarıyor ve aslında onu akıl ve mantıktan özgürleştiriyor. Böylelikle büyü, düş ve gizem unsurları ön plana çıkıyor. Freud’un da son derece ilgi çeken düşünce, tez ve kuramları gerçeküstücülük akımına iyi bir zemin hazırlıyor.

BÜYÜLÜ GERÇEKÇİLİK

“Büyülü Gerçekçilik” bu topraklarda böyle bir zaman diliminde doğuyor. Kimi eleştirmenler büyülü gerçekçiliği fantastik edebiyatın bir alt kolu olarak görse de kimileri bunu ayrı bir tür olarak değerlendirmenin daha doğru olacağını savunuyor. Hangi tarafta yer alırsanız alın, büyülü gerçekçilik Roland Walter’ın da dediği gibi birkaç önemli özelliği bünyesinde taşıyor: olağanüstü olayların olağan karşılanması, gerçek ve büyünün bir arada uyumla var olması, olayların yorum katılmadan anlatılması. Bu özellikler bir araya geldiğinde ortaya okurun sorgulamadan içine daldığı, gerçeği ve büyüyü aynı anda bir arada yaşadığı, gerçekçi ama büyülü bir atmosfer çıkıyor. 
Bu alanda eser veren yazarlar özellikle belli konularda yoğunlaşıyorlar. Bunlar; diktatörlük, devrim, toplumsal baskı, iletişimsizlik, dışlanma, bireysel ve ulusal kimlik eksikliği, yalnızlık, adalet, yabancılaşma ve özgürlük gibi konular… Yani aslında bu edebiyatı oluşturan yazarlar, içinde bulundukları siyasal ve toplumsal olaylardan etkilenmiş, bu olaylara karşı düşünce ve tutumlarını eserlerine yansıtıyorlar. Cortazar ise bu edebiyatın “çırpınan, sarsıntılar geçiren, acı çeken, işkence gören bir Latin Amerika gerçeğinin anlatımı” olduğunu söylüyor.

CORTAZAR’IN HAYATI

Cortazar 1914’te Brüksel’de dünyaya geliyor. Babası Belçika’da Arjantin Büyükelçiliği’nde çalışıyor. Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte ülkeleri Almanlar tarafından işgal edilince aile İsviçre’ye taşınıyor. 1917’de Barcelona’ya taşındıktan sonra da 1918’de ülkelerine dönüyorlar ve Cortazar küçük kız kardeşiyle birlikte Arjantin’de büyüyor, 6 yaşına geldiğinde babası evi terk ediyor. Böylece kadınlar arasında büyüyor. 
Hayatı boyunca yaşadığı hastalıklar onun edebi üretiminde de rol oynuyor. Hatta onu besliyor. Yatağa bağlı geçirdiği erken yaşlarında okumak en sevdiği şeylerden biri oluyor. Hatta 9 yaşında ilk romanını yazıyor. Okulda da parlak bir öğrenci ve iyi bir gözlemci oluyor. 
1932’de ailesiyle birlikte Buenos Aires’e taşınıyor. Buradaki kültürel ortam, kütüphane ve kitapçıları olan bu şehir Cortazar’ın zaten yaşıtlarına göre fazla olan kültürel gelişimine büyük katkı sunuyor. 

ÖĞRETMENLİK VE FREUD

Öğretmen okulunu bitiriyor. 1932’de “ilköğretim öğretmeni” oluyor. Daha sonra orta ve yüksek öğretimde “edebiyat öğretmeni” unvanını alıyor. 1936’da Buenos Aires Üniversitesi’ne girse de ailesine bakmak durumunda kalması sebebiyle okulu bırakıyor ve kırsal kesimde öğretmenlik yapmaya başlıyor. O dönemde öyküler ve şiirler yazıyor. Öyle ki o dönemi büyük bir yalnızlık dönemi olarak tanımlarken tüm deneyimlerini edebiyata ilişkin yaşadığını, hayat yerine yazdıklarını yaşadığını anlatıyor. 
Yine bu dönemde Freud’un eserleriyle tanışıyor. Kimlik, bilinçaltı ve bilinçdışı konularına kafa yoruyor. Yazdıklarına sızan kimliğinin farkına varıyor ve dikkatli bir okurun yazdıklarını okuyarak onu yeterince tanıyabileceğini savunuyor.
1944’te Cuyo Ulusal Üniversitesi’nde Fransız edebiyatı dersleri vermeye başlıyor. Bu dönemde siyasi hareketlerde de yer alıyor ve hatta kısa bir süre hapishaneye giriyor. Peron yönetiminin gücü kötüye kullanmasından, düşünce özgürlüğünün olmayışından ve yönetimin eğitimi şekillendirmesinden rahatsızlık duyuyor. Bu sınırlamalar ve baskıcı eğitim sistemi yüzünden üniversiteyi bırakıyor, onun bir parçası olmak istemiyor.

İLK ESERLER VE ÜN KAZANMASI

40’lı yıllarda ilk eserlerini veriyor. Bu eserlerde günlük ve sıradan olan olağanüstü ile birleşiyor. Bazen de öyküler hayali ortamlarda geçiyor. 
1948 yılında “İngilizce ve Fransızca Kamu Çevirmeni” unvanını alıyor. 1951’de Fransız hükümetinden aldığı bir bursla Fransa’ya gidiyor. Ancak bu vakte kadar yazdıkları ve yayımladıkları çok fazla ilgi görmüyor. Ne zaman ki “Hayvan Hikâyeleri” Avrupa’da yayımlanıyor o zaman yazdıklarıyla üne kavuşuyor. Öykülerinde okura da rol biçiyor ve yazdıklarının arkasında yatanı görmesini talep ediyor. 
Bu süreçte serbest çevirmenlik yapmaya devam ediyor. Yine de çalışmayı değil, yaşamayı sevdiğini belirtiyor ve hayatının geri kalanını Avrupa’da geçiriyor. 

ÖZEL HAYAT

1953’te kendisi gibi çevirmen olan Aurora Bernardez ile evleniyor. 60’ların sonlarına kadar evli kalıyorlar ama evlilikleri daha fazla yürümüyor, boşanıyor ve yakın arkadaş olarak kalıyorlar. 1982’de yazar ve fotoğrafçı Carol Dunlop ile evleniyor. İkinci eşini lösemi sebebiyle kaybeden yazar, bu kaybın ardından bunalıma giriyor. Kendisinin de lösemiye yakalanması sonucunda 1984’ün Şubat’ında hayata gözlerini yumuyor. 
Cortazar yazınında Arjantin’den ve kendi hayatından besleniyor. Gizemi, tekinsizliği, korkuyu ve deliliği öykülerinde çok iyi bir biçimde işliyor. Kullandığı metaforlar ve üslubuyla birlikte edebiyat dünyasında yerini alıyor. 
Can Yayınları geçtiğimiz senelerde Cortazar’ın öykülerini toplu olarak 3 cilt halinde bastı. Onunla tanışmak isterseniz birkaç öyküsüyle başlayabilirsiniz.

* Psikanalitik Kuram Bağlamında Julio Cortazar, Cristina Fernandez ve İnci Aral Öykülerinde Tekinsizlik, Nihal Kalkan Yağcı, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Batıdilleri ve Edebiyatları Anabilim Dalı, İspanyol Dili ve Edebiyatı Bilim Dalı, Ankara, 2021


KAFKA KİTAP’TAN YENİ EDEBİYAT SERİSİ

Kafka Kitap’ın, dünya edebiyatında iz bırakan yazarların Türkiye’de daha önce basılmamış önemli eserlerinden oluşan yeni serisi Babil Ekspres, serinin ilk kitabı Tuhaf Kuş’un Görüldüğü Gece ile yola çıkıyor. Bugüne dek okuduğumuz H. G. Wells yapıtlarından bariz bir biçimde ayrılan Tuhaf Kuş’un Görüldüğü Gece, yazarının olanca dehâsı, mizahı ve dikte edilmiş doğruları sorgulama cesaretiyle ilk kez Türkçede okurlarla buluşuyor. 
Yazarın geri planda kalmış en önemli eleştirel metinlerinden biri olan Tuhaf Kuş’un Görüldüğü Gece’nin çevirisi, Belgin Selen Haktanır’ın imzasını taşıyor. 

KİTABIN KONUSU

Siddermorton papazı Rahip Hilyer, bir gece önce alevler eşliğinde gökyüzünde görülen garip nesneyi konuşan halkın fısıldaşmalarını henüz işitmemiştir… Sıcak bir öğleden sonra kilise önünde uzanan yeşil düzlüklerde avlanırken bu kez gökte süzülenin tuhaf, oldukça büyük bir kuş olduğunu anlar. Tek bir atışla kanadından vurulan kuş, yeryüzüne düşer düşmez bir melek olduğunu söyler. Bilinmeyen bir sebeple “Harikalar Diyarı”ndan ayrı düşüp “Rüyalar Diyarı” olarak adlandırdığı dünyanın atmosferine girmiş, kısa süre sonra da bir insan tarafından vurularak uçma kabiliyetini de yitirmiştir. Göz alıcı renkleri ve görenler tarafından nahoş bulunan giysileriyle bu, dini anlatılar ve masallarda tasvir edilenden çok, Rönesans dönemi tasvirlerini andıran bir melektir. Yaşananlar karşısında şoke olan ve bildiği tüm dini metinleri gözden geçirmeye başlayan rahip, parçalanan kanadı iyileştirme çabasına girişir ancak bunun zaman alacağı bellidir. Yeryüzünde geçirdiği her gün biraz daha insansılaşan Bay Melek ise insan gibi yaşamanın ne demek olduğunu öğrenirken hiç de adil olmayan adalet sistemi ve toplumsal kodlarımızı sorgulaması nedeniyle bir sosyalist olmakla suçlanır ki içine düştüğü dönem icabı bu, yüz kızartıcı olmaktan çok öte bir suçtur.

HERBERT GEORGE WELLS KİMDİR?

H. G. Wells ya da tam adıyla Herbert George Wells, 21 Eylül 1866 tarihinde İngiltere'de doğdu. Sonradan küçük bir işletme sahibi olacak ebeveynleri o doğduğunda bir evin hizmetlileri olarak çalışıyordu. Sürekli yoksulluk tehdidi altında büyürken bitmek bilmez okuma sevgisiyle desteklenen çok yetersiz bir eğitimden sonra 14 yaşında Windsor’da bir manifaturacının yanında çırak olarak çalışmaya başladı. İşvereni kısa süre sonra kendisini işten çıkarınca önce bir kimyagerin, sonra da bir kumaşçının yardımcılığını yaptı. Nihayet 18 yaşına geldiğinde sonradan Royal College adıyla anılacak Normal Scholl of Science’a burslu girerek biyoloji eğitimi almaya başladı. Ders aldığı öğretmenlerinden biri de T. H. Huxley’di. Londra Üniversitesi'nden 1888 yılında mezun olan ve ilk romanı Zaman Makinesi’ni 1895 yılında yayımlayan yazar Doctor Monreau'nun Adası, Görünmez Adam, Dünyalar Savaşı ve Tanrıların Yemeği adlı sansasyonel eserleri kısa aralıklarla okurun beğenisine sundu. Wells külliyatındaki en sıradışı ve eleştirel eserlerden biri olan Tuhaf Kuş’un Görüldüğü Gece ya da orijinal adıyla The Wonderful Visit, yazarın geri planda kalmış en önemli eleştirel metinlerinden biridir. Bilime duyduğu büyük ilginin ürünü olan çalışmaları haricinde aşk, cinsellik, din ve eğitim gibi birçok konuyu ele aldığı yüzü aşkın kitaba imza atan yazar, 1946 yılında hayatını kaybetti.
(Tanıtım bülteninden…)


KELİMELERİN İZİNDE 

efsun (büyü)

a.
1. doğaüstü varlıkların yardımıyla ya da doğada bulunan gizli güçlere söz geçirmek yoluyla birtakım doğal olmayan işler yaptıklarını ileri süren kimselerin başvurdukları birtakım işlem ve davranışlara verilen genel ad. eş. Büyü, sihir.
2. mec. karşı durulamayacak denli çekici ve güçlü etki. 

büyü bozmak
bir büyüyü etkisiz duruma getirmek.

büyü bozulmak
yapılmış bir büyü etkisiz duruma gelmek ya da getirilmek.

büyü yapmak
büyü yoluyla birini ya da bir durumu etki altına almak.

büyü yaptırmak
büyü yoluyla birini etki altına aldırmaya çalışmak.

(bir şeyin) büyüsüne kapılmak
(bir şeyin) çekiciliğine kapılmak.


SATIRLARIN İZİNDE

Bir ‘parasız yatılı’nın günleri pekâlâ yemek listesine göre adlandırılabilir: türlü günü, patatesli börek günü, helva günü… Böylece bütün günler kendi karakteristiğini kazanır. Örneğin bir parasız yatılının türlü günü bir beyaz yakalının pazartesisine denk sayılabilir. Ya da bir patatesli börek günü pekâlâ bir cuma kabul edilebilir. Bir parasız yatılının yemekhaneyle hassasiyetle düzenlemesi gereken bir ilişkisi vardır. Yemeğin suyuyla ekmeğini tatlandırmayı, bütün halindeki pilavı çatalıyla parçalamayı, eğer akşam yemeğinde doymadıysa gece için iki dilim ekmeği kaçırmanın inceliklerini bilmelidir yatılılar. 

Çocukluk Ormanına Altı Olta – Elif Nur Aybaş (Varlık Yayınları, 2021)


YAZARIN İZİNDE 

Edgar Allan Poe

19 Ocak 1809’da Amerika’nın Boston kentinde doğdu. 
1816’da Chelsea’de bir yatılı okula, 1818’de ise daha sonra “William Wilson” öyküsündeki okula esin kaynağı olacak, Stoke Newington’daki Manor House School’a yatılı olarak yazıldı. 
1826’nın Şubat ayında Virginia Üniversitesi’nde Klasik ve Modern Diller bölümüne girdi. 
İlk şiir kitabı olan Tamerlane and Other Poems’i (Timurlenk ve Diğer Şiirler) yayımladı. 
Edebiyat yarışmalarında birincilikler aldı. 
Editörlük yaptı. 
16 Mayıs 1836’da Virginia Clemm ile evlendi. 
“Arthur Gordon Pym’in Öyküsü”, “Oval Portre”, “Kızıl Ölümün Maskesi”, “Altın Böcek” gibi ünlü öyküleri dergilerde yayımlandı. 
3 Ekim günü bilinci yarı kapalı bir halde bulundu. 
7 Ekim 1849’da öldü.

(Kaynak: https://iletisim.com.tr)


Pisi Pisine – Özlem Anar (Everest Yayınları, Ocak 2022, Roman)

“Gerçek ne, hakikat ne?
İnsan bunun neresinde?
Kedi zaten hepsinin tepesinde.”

Evrenin en muhteşem icadı, âlemin en zarif yaratığı, Tanrı’nın en başarılı icraatı... Bir kedinin aklından neler geçtiğini kim bilebilir ki? Özlem Anar, insan olmanın zorluğunu ve güzelliğini, yaşamın ve ölümün anlamını, varlığın ve yokluğun tartışmalı tarihini, insanın aksine, daima kendisiyle barışık bir türün sezgisinden süzülenlerle anlatıyor. Gözlerimizdeki perdeyi şefkatle aralayıp bakışımızı ufkun arkasına taşıyan bir roman Pisi Pisine; sarıp sarmalayan, teselli eden, gülümseten,umut dolu bir kedi rüyası belki de…


Tiamat – İhsan Oktay Anar (Everest Yayınları, Şubat 2022, Roman)

“Başlangıçta her şey soğuk, boş ve anlamsızdı. Kutsal Rüzgâr sular üzerinde okşar gibi anaforlarla esiyor, güneş ve ayın, burçlar ve yıldızların henüz yaratılmadığı zifirî gecede, gözleri mucizevî bir dokunuşla açılmış halde bizzat kendini, yani karanlığın yine ta kendisini gören kör tabiatı sanki teselli ediyordu. Onun uyanıp cisimleşmiş hâli olan diğer çelik canavarın belirsiz silueti ise satıhtaki zayıf aydınlığın hemen altında âdeta kımıltısızdı.”
İhsan Oktay Anar’ın derin denizlerde kurduğu âlemde, o belirsiz, kımıltısız siluetin hem içinde hem dışında, olağanüstü bir hikâyede, hikâyeyiz.


Vergilius’un Ölümü – Hermann Broch (İthaki Yayınları, Ocak 2022, Roman)

İlk romanı kırk beş yaşındayken yayımlanan Hermann Broch, Nazilerin Avusturya’yı ilhakının ardından sosyalist bir dergiye sahip olduğu şüphesiyle kısa süreliğine hapis yattı, ancak aralarında James Joyce’un da bulunduğu dostları sayesinde önce İngiltere, sonra Amerika’ya göç etti. 1936’da yazmaya başladığı Vergilius’un Ölümü’nü sekiz yılda tamamladı, roman 1945’te yayımlandı.
Hermann Broch’tan Vergilius’un Ölümü su, ateş, hava ve toprak kadar temel öğelerin, yaşamın, güzelliğin, bilginin, ölümün üstünde yükselen abidevi bir başyapıt.


Kadıköy Sözlüğü – İlker Mumcuoğlu (Yitik Ülke Yayınları, Kaynak, Şubat 2022)

Ünlü bulmacacı, araştırmacı yazar ve öykücü İlker Mumcuoğlu’ndan İstanbul’un en popüler semti Kadıköy’e dair benzersiz bir kült eser. Kadıköy'ün mimarisini, kültürünü, tarihini, sanatçılarını, ünlü ünsüz sakinlerini, yaşanmış garip ama gerçek olayları ve ayrıntıları merak eden herkes bu arşivlik çalışmayı mutlaka edinmeli.
“Çocukluğum Gönen ve Laleli’de geçti. Üniversite yıllarında Anadoluhisarı’na taşındım. Orda evlendim, çocuğum oldu. Oben, yedi yaşına gelince iyi bir okulda okusun diye Fenerbahçe’ye taşındık. Nurettin Teksan İlkokulu’na yazıldı. Kısa bir süre sonra Moda’ya kavuşacaktık. Fenerbahçe’deki ev yıkılacaktı.” 


 

Editör: Haber Merkezi