Ayşegül Bostancı’nın ilk kitabı Dünyamın Dibi Monokl Yayınları tarafından yayımlandı. Aslı Canpolat’ın çizimleriyle harmanlanmış bu kitapta gerçeküstü ve karanlık öyküler var. Kitabın ortaya çıkış hikâyesi ve öykülerdeki genel izlekler üzerine yazarıyla keyifli bir söyleşi yaptık.

İlk öykü kitabınızın ortaya çıkış hikâyesi ile başlayalım. Yazmaya nasıl karar verdiniz?  Süreç nasıldı?

Yazmak, başlarda benim için sürekliliği olan bir durum değildi. İnsan yazdıkça ve hikâye anlatabildiğinin farkına vardıkça, tutkusu da artıyor ve yazmaktan keyif almaya başlıyor sanırım. Üretken ve durağan dönemlerim var. Bir şeylerin beni yazmaya itmesi gerekiyor; kendimi doldurmam ve hazır hissetmemle alakalı. Öykü dosyamı hazırlamaya başladığım sıralarda çalışmıyordum ve ruhsal anlamda boşlukta hissediyordum. Hayatımda anlamlı bir şeyler yapmak, üretmek ve kafamda kurduğum dünyayı birilerine aktarmak istiyordum. Çok düşündüğüm, bazı konular, kavramlar, imgeler üzerine kafa yorduğum zamanlardı. Oluşan fikirleri ya da hikâye kırıntılarını anlamlı bir bütün haline getirmem gerektiğini hissederek başladım yazmaya ve bu uzun soluklu bir sürece dönüştü. Sevgili dostum Aslı Canpolat’ın illüstrasyonları da ilham kaynağım oldu. Öykülerimin atmosferiyle Aslı’nın çizimlerinin örtüştüğünü görerek ona birlikte bir proje yapma teklifinde bulundum. İkimiz de bu fikre çok heyecanlandık ve çalışmaya başladık.


SAYFANIN TAMAMINI GÖRÜNTÜLEMEK İÇİN TIKLAYINIZ


Dizi senaryoları yazıyorsunuz. Öykülerinizde ise imge ve metaforları yoğun olarak kullanıyorsunuz. İki alanın birbirini beslediği veya zorlaştırdığı yerler neler?

Yazdığımız senaryolar, yoğun alt metinlerle, imge ve metaforlarla bezeli metinler değil; belli başlı kuralları ve matematiği olan metinler. Ancak birbirinden çok farklı türler gibi görünseler de öykü ve senaryoyu en temelde birleştiren iki unsur kurgu ve diyalogdur diye düşünüyorum. Kendi adıma, aklımdaki bir hikâyeyi sağlam bir kurgu ve iyi diyaloglarla anlatabilmek önemli. Bu açıdan mesleğim, öykücülüğümü geliştirdi ve besledi. Erkek, kadın, çocuk fark etmeksizin pek çok karakteri konuşturmak, öykü yazarken de işime yarayan bir durum oluyor. Zorlaştırdığı yerler de var elbette. Mesela bir şey yazarken aynılaşmaktan korkarım. Neticede sadece ben yani Ayşegül olarak yazabiliyorum, bir başkası olarak değil. Ben ne kadarsam yazdığım da o kadar. Bunun birkaç adım ötesine geçebilmek için de sürekli farklı kaynaklardan, farklı türlerden ve yazarlardan beslenmek gerekiyor.

Ölüm kitaptaki öykülerin ortak izleklerinden. Ölümle bir yazar olarak kurduğunuz ilişkiyi merak ediyorum.

Tesadüfen burada olduğumuza inanıyorum. Hayatımıza özgür irademizle yön verdiğimizi düşünüyoruz ancak çoğunlukla tesadüflere göre şekilleniyor birçok şey. Kitabımda da geçen şöyle bir cümle var, “Sıralı” öyküsünde; “başı olan ama sonu olmayan, ucu açık bir hikâye istiyoruz, bir kere var olduk mu bitsin istemiyoruz.” Bu, ölümü kabullenemediğimiz anlamına geliyor. Günlük yaşantımız içinde her an ölümden kaçınmaya çalışırken, bilinçli bir şekilde ölümü düşünmüyoruz. Geleceğe dair planlar yapıyoruz, belki sağlıklı olmaya özen gösteriyoruz, kendimizi geliştiriyoruz. Hepimiz tesadüfen var olduğumuz bu dünyada yaşama hırsı içindeyiz. Bunu bir hırs olarak görüyorum; yaşamalıyım, var olmalıyım, hiç olmazsa geride bir şeyler bırakmalıyım ki unutulup gitmeyeyim diye korkunç bir istek var içimizde. Bu kadar nadide bir şeyin sonlu olması fikrine katlanamıyoruz. Üzerine düşünülmesi, yazılıp çizilmesi gereken en temel konulardan biri bence.

“Adagio” adlı öykünüzde sanatla dünyanın sessizliğini bozmaktan bahsediyorsunuz. Öyküde müzik susuyor ama susmuyor aslında. Ve cesaretin korkudan hızlı yayılması konusu var… Sanattan bir değneğiniz olsa onunla nelere dokunmak isterdiniz?

İstisnasız her çocuğun sanatla, edebiyatla, felsefeyle, bilimle iç içe bir hayat yaşama imkânına sahip olmasını isterdim. Dünyanın sessizliğini çocukların cesareti ve yaratıcılığı bozmalı. Belki klişe olacak ama kötü insanları sanatla susturmayı başarabilirsek belki o zaman savaşlar da son bulur.

“Balık Kadın” öyküsü kırılganlığı yaşayanların dünyaya iyiliği getirebileceğini düşündürttü bana. Ama öykü çok umutlu değil. İnsanlık için karamsar mısınız?

Kitap biraz karanlık ama ben pek çok konuda karamsar değilim aslında, sadece değişime karşı dirençli bir kesim olduğunu düşünüyorum. Ya da belki de her birimizin değişime karşı dirençli bir tarafı var. “Balık Kadın” öyküsünü yazarken evrim, adaptasyon gibi konuları düşünüyordum. O sıralar Aslı’nın farklı formlarda balık çizimlerine denk gelmiştim ve evrimin sembollerinden biri olan ayaklı balık figürüyle bir ilişki kurdum. Yaşadığı ortama adapte olabilmiş bir kadın ve onu kabul etmeyen ama içten içe onun gibi olmak isteyen insanların öyküsü. İnsanlık olarak iyiye doğru mu evriliyoruz bilemiyorum ama değişim, dönüşüm her zaman devam edecek, belki de bunu anlatmak istedim üstü örtülü olarak.

Bazı öykülerde zamanlar arası geçişler ve döngüsel zaman kavramı dikkat çekiyor. Zamanla kurduğunuz ilişkiden bahsedelim mi biraz?

Kısa vadeli olarak döngüsel, orta ve uzun vadeli olarak doğrusal bir zaman kavrayışımız olduğunu düşünüyorum. Günler birbirinin aynısı ama aylar veya yıllar sonra gerçekleşmesini istediğimiz planlarımız için çabalıyoruz bir yandan da. Döngüsellik, her seferinde başlangıca geri dönmek değil elbette, doğrusalın içinde bir döngüsellikten bahsedebiliriz. Keşke “Yetmiş İki” öyküsünde olduğu gibi kendimize takvimlerden geçmiş seçebilsek ve dönüp orada yaşayabilsek ama maalesef zaman öyle işlemiyor. Şu an okuduğum John Berger’in Fotokopiler kitabında bir cümle dikkatimi çekti. “Ülkenin birinde yaşayan köylüler o kadar pintiymişler ki yattıkları zaman, eskimesinler diye evlerindeki saatleri durdururlarmış.” Zamanı harcamak konusunda pinti olamıyoruz, zamanı depolayamıyoruz ve entropiye engel olamıyoruz. Filozof ya da bilim insanı olmadığım için belki derinlemesine analizler yapamam zamanla ilgili ama oturup hayatlarımızı doğrudan etkileyen bu kavram üzerine düşünmeyi ve yazmayı seviyorum. Zamanı kullanma şeklimiz üzerine değil de daha çok zamanın kendi gizemi, bizde bıraktığı etkiler; şimdi, an, süre, hareket kavramları üzerine düşünmek mesela.

Kitaba adını veren öyküden yola çıkarak; bir yazar olarak kendinizi bir anı yazıcı olarak görüyor musunuz? Bellek, yazı ve yaşam üzerine düşünceleriniz nedir?

Evet, ben bir anı yazıcı sayılabilirim. Şuradan yola çıkabilirim. Anlatmaktan çok insanları dinlemeyi seviyorum. Bir araya geldiğimizde birbirimize çoğunlukla iyi, kötü, komik anılarımızı anlatırız. Sohbet daha çok buradan ilerler. Başımıza az önce gelmiş herhangi bir olay da anı haline geliyor mesela ve hemen birine anlatma ihtiyacı duyuyoruz. Bu anı kırıntılarını toplayıp farklı bir şeylere dönüştürüp yazmayı seviyorum. Belki bir cümle, belki bir karakter olarak girebiliyorlar öykülerime. Ailemden dinlediğim pek çok hatırayı gerçeküstü bir boyuta taşıyarak kullanmışlığım vardır. Bellek konusunda çok kısa olarak şunu söyleyebilirim, bazı şeyleri unutmak için yapıyorum. Bir film izleyip unutuyorum mesela. Bu şekilde sanki bende, kişiliğimde daha derin izler bırakacağını düşünüyorum. Aslında unutmak hatırlamaktan daha zordur.

Pek çok öyküde pek çok çağrışımım oldu. Dişilin ölümü, erilin göklere yükselmesi, ölümlüyle ölümsüzün birbirinden ayrıldığı dünyalar; ataerkinin ayrıştırıcı gücü pek çok imgeyle anlatılıyor. Ataerkinin dünyasında dişil gücü nerede görüyorsunuz?

Dişil gücü yaratıcı güç olarak görüyorum. “Evlatlık” öyküsünde yok olmanın eşiğine gelen doğa ananın, kendini kendinden var etmesi gibi mesela. “Ölümsüz” öykümü yazmaya başlamadan önce, ölümlü ve ölümsüz insanların bir arada yaşayabildiği bir dünya hayal etmiştim. Ama bir şekilde ayrılmaları gerekiyordu. Öyküye göre, biz insanlar ölümlülerin yani dişil olanın soyundan geliyoruz, tanrılarsa ölümsüzlerin soyundan. Tanrıları da insanların yarattığını düşünürsek, öyküyü dişilin erili yaratması şeklinde de yorumlayabiliriz. Dünya ataerkinin dünyası olabilir ama o dünyayı yaşanacak bir yer haline getiren dişil güçtür bana göre.


Kitap Dünyasından Çağrı

Türkiye Yayıncılar Birliği içinde bulunduğumuz zor ekonomik koşulları göz önünde bulundurarak, kültür hayatımızın devam etmesi ve korunabilmesi için 5 Ocak 2022 gününde bir acil çağrı yayımladı.

Kültür ekosisteminin içinde yayınevleri, kitapçılar, perakende zincirleri, dağıtımcılar, e-ticaret firmaları, dijital çözüm firmaları, matbaalar, kâğıtçılar, lojistik firmaları gibi tedarikçi iş ortaklarının yanı sıra, kütüphaneler, okullar, üniversiteler, medya gibi önemli işbirlikleriyle tüm toplumu kucakladığı belirtilen çağrıda; gelecek kuşakların kültürel çeşitliliği koruyan gelişmiş bir okuma kültürü içine doğması, okuma kültürüyle yoğrulmuş bireyler olarak yetişmesinin temel koşulunun, yüksek nitelikli bir yayıncılık sektörü olduğunu belirtilirken yayıncılığın tarihinde görülmemiş bir tehditle karşı karşıya olduğu söylendi.

Ülkemizin kültür sanat ortamını çoraklaştıran engellerin ivedilikle kaldırılmasının talep edildiği çağrıda yayıncılık sektörüne destek ve teşviklerin artırılması, dövize bağlı olarak aşırı yükselen hammadde ve telif maliyetleri için ek kaynak yaratılması gibi konular öne çıkıyor.

Kitap kâğıdı ve hammadde tedariğinde dışa bağımlılıktan kurtulmanın önlemlerinin alınması önceliklendiriliyor.

 Basılı ve dijital korsan yayın-dağıtımla mücadele, ülkenin her köşesinde kitabevlerinin açılmasını özendirici teşvikler, kitabevlerine belirli bir süre vergi ve sigorta muafiyeti, kitabevlerinin, zincir perakende ve e-ticaret firmalarıyla rekabet edebileceği adil bir ticari ortam, kütüphanelerin yaygınlaştırılması ve sundukları kitap sayısı, çeşidi ve niteliği artırılması;

yayımlama ve okuma, kitap edinme özgürlüğünün önündeki engellerin kaldırılması; kamu kuruluşları ve yerel yönetimlerin asıl görevi olan kültürel, sanatsal ve bilimsel üretimi destekleyici misyonunu üstlenmesi; öğretim programları, eğitim araç gereçleri ve tüm eğitim ortamları okuma kültürünü destekleyecek ve geliştirecek şekilde, çocuğun gelişim evrelerine uygun olarak yeniden düzenlenmesi; basılı kitaplarda olduğu gibi farklı okuma ihtiyaçlarını karşılayan e-kitap, sesli kitap, veritabanları, eğitim portalları ve diğer hibrit çözümlerin üretiminin yaygınlaşması için %18 KDV kaldırılması; yüksek güvenlikli dijital kitaplıkların kurulması için yapıcı işbirlikleri ve destekler geliştirilmesi; yazar, çevirmen, editör ve illüstratörlerden %17 gelir vergisi ve %18 KDV uygulamasına muafiyet getirilmesi; küresel iklim kriziyle mücadele ve uyum kapsamında, yayıncılık sektörünün verilerinin toplanması, iklim risklerinin saptanması ve gerekli dönüşümlerin sağlanarak takibi için acil destekler yaratılması diğer başlıklar arasında yer alıyor.


KELİMELERİN İZİNDE

bağlam

a.

1. ha. türleri özdeş ya da birbirine yakın olan nesnelerin bir araya getirilip bağlanmış biçimi. eş. demet, deste.

2. fels. bir düşüncenin kendinden önceki ve sonraki düşünceye uygunluğu, o düşüncelere bağlı olarak beliren anlamı, onlar arasında çelişmeye yer vermeyen bağlantı. eş. kontekst, insicam.

3. (bir olguda) ilişkiler örgüsü, olay ve durumların birbirleriyle olan bağlantısı. eş. kontekst.

4. dilb. bir dil birimini kendinden önce ya da sonra gelen ve anlamını belirleyen birim ya da birimler bütününe bağlayan anlamsal durum. eş. kontekst.

5. yaz. tümcede bir sözcüğün, paragrafta bir tümcenin, metin içinde bir paragrafın yerini çevreleyen, onun anlamına belirginlik kazandıran, kendinden önce ve sonra gelen öğeler, bağlantılar bütünü.


SATIRLARIN İZİNDE

Vahşi doğa kampında çocuklara “kaybolmaya dayanıklılık” diye bir şey öğrettiklerini anlatıyor bana. Hayatta kalabilmek için kişi kendinden önce grubu düşünmek zorundadır. Başkalarının ihtiyaçlarına yoğunlaşmak kişiye bir amaç verir, kişinin bir amacı olması ise acil bir durumda ihtiyaç duyacağı insanüstü gücü kendinde bulabilmesini sağlar. Hangi çocukların bunda başarılı olacağı hiç belli olmuyormuş. Ama en fena çuvallayanlar genelde zengin mahallelerden gelen çocuklar oluyormuş.

Hava Durumu, Jenny Offill – (Harfa Yayınları Çev. Aylin Ülçer)


YAZARIN İZİNDE

Necati Cumalı

13 Ocak 1921'de Yunanistan’ın Cuma kazasında doğdu.

Mübadelede Urla'ya yerleşti.

Orta öğrenimini İzmir Atatürk Lisesi’nde tamamladı.

A.Ü. Hukuk Fakültesi'ni bitirdi.

1950-1957 arasında avukatlık yaptı.

İlk şiiri 1939'da Urla Halkevi dergisi Ocak'ta çıktı.

Şiirlerine insan halleri, gündelik yaşam, toplum ve dünya durumu yansıdı.

Şiir, hikâye, oyun, roman gibi pek çok alanda eser verdi.

Çok sayıda yapıtı sinema ve televizyona uyarlandı, birçok dile çevrildi.

Oyunları birçok dilde sahnelendi ya da radyoya uyarlandı.

Eserleri pek çok ödüle layık görüldü.

Aldığı ödüller arasında;

  • 1957 Sait Faik Hikâye Armağanı,
  • 1969 Türk Dili Kurumu Şiir Ödülü,
  • 1995 Yunus Nadi Roman Ödülü,
  • 1995 Orhan Kemal Ödülü,
  • 2000 Tiyatro Yazarlar Derneği Onur Ödülü,
  • 2001 P.E.N Yazarlar Derneği Şiir Büyük Ödülü gibi ödüller bulunmaktadır.

10 Ocak 2001'de yaşamını yitirdi.


KİTAPLARIN İZİNDE

Kapıdaki Kadın – Ferda İzbudak Akıncı (Delidolu, Ocak 2022, Roman)

Bir kaza sonucu hayatını kaybetmenin eşiğine gelen bir adamın zihninin dehlizlerinde gezindiren sürükleyici bir metin.

Yakın tarihimizin en önemli kırılma noktalarından biri olan 80 döneminin yarattığı travmanın gölgesinde yaşanan saplantı derecesinde tutkulu ama platonik bir aşk sarmalını odağına alan kitap, aynı zamanda on bin yıllık dostumuz buğdayın her geçen gün daha da yabancılaştığımız hikâyesine eğiliyor.

Yazarın yer yer bilinç akışı tekniğini de kullandığı eseri, zaman içinde çok değişik yönlere akan bir hayatı ve onunla kesişen diğer hayatları, toplumun yıllar içinde geçirdiği değişimleri göz önünde tutarak betimliyor.


HepBeraber – Kalpsiz Bir Dünyaya İnat – Ece Temelkuran (Everest Yayınları, Ocak 2022, Deneme)

Dün için pişmanlık duymak ya da gelecekteki daha iyi günleri beklemek yerine “hemen, şimdi için” düşünen ve umut eden yeni bir politik-duygu anlatısı... Ece Temelkuran, her yerinden sökülen bir dünyada her şeye rağmen insana inanmanın büyüsüne dair bir manifesto sunuyor HepBeraber’de: Güzellik yaratmanın insanlığın kaderi olduğuna inanmayı seçenlere politik bir değişim için ahlaki bir sözleşme öneriyor. Şimdiye dek dört dilde yayımlanan HepBeraber, önümüzdeki günlerde üç dilde daha okurlarıyla buluşacak.


Her Koşulda Ebeveynlik – Ayşe Bilge Selçuk (Epsilon Yayınevi, Aralık 2021, Psikoloji)

Her Koşulda Ebeveynlik bilgi kirliliğinin çok olduğu çocuk yetiştirme konusunda merak edilenleri en yetkin ağızdan anlatıyor.

Çocuk psikolojisi ve gelişimi üzerine yaptığı bilimsel ve uygulamalı çalışmalarıyla tanınan psikolog Prof. Dr. Ayşe Bilge Selçuk ile felsefe ve din bilimleri alanındaki çalışmaları ve Aklımdaki Sorular isimli televizyon programı ile bilinen Doç. Dr. Emre Dorman’ın keyifli sohbeti, çocuk yetiştirirken bilmeniz gereken önemli bilgilerin tek tek altını çiziyor. Prof. Dr. Ayşe Bilge Selçuk güncel psikoloji bilgisi ile çocuk gelişimine dair merak edilen konulara sade ve anlaşılır bir dille ışık tutuyor.


Narsisizm Kültürü – Beklentilerin Azaldığı Bir Çağda Amerikan Hayatı – Christopher Lasch (Alfa Yayınları, Aralık 2021, İnceleme-Araştırma)

Christopher Lasch bu kitapta, narsisizmi yalnızca bireysel bir hastalık olarak değil, aynı zamanda burjuva bir toplumsal salgın olarak tanımlaması çığır açtı. Analizleri Freudçu teoriye ve tarihsel olaylara dayanan Lasch’in Amerikan kültürüne koyduğu tanı, endişeli ve açgözlü narsisistik benliğin hayatın her alanına girmesiyle günümüzde daha da anlamlı hale gelmiştir.

Lasch, 1960’larda doğan ve günümüzde de kullandığımız, muhafazakâr ve liberal tanımlamalarını masaya yatırıyor; bireyselliğin önlenemez yükselişini inceliyor. Narsisistik kişilik bozukluğundaki yükselişi ele alırken bunu iş hayatında, dinsel ve toplumsal anlam azalışıyla bağdaştırıyor.

Editör: Haber Merkezi