SEVAL DENİZ KARAHALİLOĞLU/ İZ GAZETE- “Kırmızı prostata iyi geliyor. Beyaz selülit için birebir. Peki siyah renk neye iyi geliyor?” Birden kahkahalar yükseliyor. Habip Aydoğdu yüzünde tatlı bir gülümsemeyle yanıtlıyor. “Siyah renk kalp ritmini düzenliyor, kalbe iyi geliyor.” Habip Aydoğdu ile 1970’li yıllara uzanıyoruz. Kırmızı, siyah ve beyazın resmine olan etkisini, resme nasıl başladığını, neden kırmızı rengin resminde belirleyici bir rol oynadığını, not defterlerini ve içindeki ruh parçacıklarının resme nasıl nüfuz ettiğini konuşuyoruz.

Resimlerinize kırmızı renk nasıl girdi?                                                                                  

1976 yılındaki sergim benim en kırmızı sergimdir. Bilinçli hareket etmedim. İlk çıkışı doğaçlama, rastlantısal oldu. Mardin’in Nusaybin ilçesinde, askerlik şubesinde askerliğimi yapıyordum. Orada, elimdeki tek renk mühür basmak için olan kırmızı ıstampa mürekkebiydi. Oradan gelen gelenek halen devam ediyor. O renkle, orada ürettiğim resimlerle ilk sergimi 1976 yılında Ankara’da Oran Sanat Galerisinde açmıştım. Onlar daha sonra başka bir biçimde defterlerimde, resimlerimde, siyahla ve elbet beyazla birlikte yer aldılar.

Kırmızı zamanla giderek sizin lakabınız haline geldi sanırım.                                          

Benim adım Kırmızıya çıktı. Artık neredeyse Kırmızı Habip diyorlar. Bir adamın adı kırmızıya çıkmaya görsün. Biraz üstüme kaldı. İlk zamanlarda, yadırgıyordum. Artık kabul ettim. Hoşuma gitmeye, hatta sevmeye bile başladım. Yeni nesil genç sanatçılara da ilham kaynağı olduğunu gördüm. Etkilendiklerini ve buradan çıkışlı çalıştıklarını söylüyorlar. Bunlar da bana keyif vermeye başladı. Siyah hep var, resmin içinde beyaz var ama kırmızı ana, başat rengim.

Neden ısrarla kırmızı?                                                                                                

Kırmızı çok belalı bir renk. Bütün o rastlantısallığı içinde ortaya çıkarken bile eylemin rengi, isyanın rengi gibiydi. Sonra, bu bende aşkın rengine dönüştü. Bir de o günün siyasal, toplumsal iklimine de çok uygundu. Bugün de çok uygun. Aslında bizim coğrafyamızın rengi kırmızı. Ama bunun içinde yalnız kan değil, isyan da var, eylem de var, aşk da var, sabır da var, sevda da var. Kırmızı dalga boyu en geniş renk. Bir dönem Hint kültüründe altından daha kıymetliymiş. Kırmızı dalgacı bir renk. Her şey olabiliyor. Aşkınızı bir kırmızı gülle ifade edebiliyorsunuz. Hollanda bayrağında kardeşliğin ifadesi, uyarının rengi. Kanın rengi. Mesela bir sporcu sahada faul yapınca hakem sporcuyu kırmızı kartla sahadan atıyor. Kırmızı bana hayat enerjisi verdiği ve beni motive ettiği için resimlerimde kırmızı renk devam ediyor.

Resimlerin üzerine siyah renkle yazdığınız çok güzel hayat felsefesi olan yazılar var. Bunlar hakkında neler söyleyebilirsiniz?                                            

Bu yazılar çocukluğumdan beri tuttuğum resimli günlükler. Bazen olaylar karşısında kendi kendime kahrediyorum, defterlerimle dertleşiyorum. Bazen güzel sanatlarda yaşanan olaylara karşı düşüncelerimi paylaşıyorum.  Hayatta ne yaşanıyorsa ya da yaşanmıyorsa kendime göre önemli gördüklerime göre küçük notlar düşüyorum. Bunlar yazı olmaktan çıkıyor resmin bir kaligrafi çizgisi haline geliyor ve resim içinde yer alıyor. Onları ben yazı gibi görmüyorum. Aslında kendime göre derdimi anlatıyorum. Mesela bak ne diyor? “Bir kuşa bakıp/ bir uçak /ya da bir başka yaratık görebiliyorsunuz”. Bu ben de çok sık oluyor. Bir şeye bakıyorum, başka şeyler görüyorum. Bunu yaşamam lazım ki, yaşatayım. Bu kaligrafik çizgiler, yazı olmaktan çıkıp, remin bir elemanı haline geliyor, resimleşiyor. Karşıdan resme baktığınızda kimse yazıyı görmez. Sadece resmi görürüsün. Resme yaklaşıp, resmin içine girdikçe detayları görmeye başlarsınız. Ayrıntılara odaklanınca çizgi mi, gölge mi, yazı mı onları sonra görmeye başlarsın ama ilk önce resim. Resme bakma biçimi budur. Resmin bütününü görmek esastır.

Sizin imzanın da kaligrafik değil mi?                                                                                          

 Ben yazarken yazı gibi bakmıyorum. Resmin içinde yazı gibi kalmıyor. Onlar kaligrafik olarak resmin bir parçasıdır. Benim imzam bile öyledir. Kaligrafiktir. Bu ben de öyle doğal bir reflekse dönüşmüş ki ben onun farkında bile değilim. Ben orada yemek yermiş gibi, su içer gibi, nefes alıp vermek gibi yazı yazıyorum. Bu kaligrafik yazılar, resmin içinde kendiliğinden gelişerek ortaya çıkan yapılardır. Çocuk doğallığına ulaştığınızda sorun yok. O arkaiklik, o ilkellik, o saflık duygusuna ulaşınca sorun kalmıyor. O kaligrafik yapılar resmin bir parçası olarak kendiliğinden doğuyor. Kendinizi kasmadığınız, rahat bıraktığınız zaman o doğallık içinde kalem kendi kendine gidiyor, resim kendi kendine oluşuyor. Kastınız mı o doğallığı kaybedersiniz.

Resimlerinize bakınca çok katmanlı, çok zengin bir yapı görünüyor. Bunu zengin yapı hakkında neler söylenebilir?                                                          

Resmin içindeki doğallığı yakalamak için çoğu zaman resmin içine gözü kapalı giriyorum ben. Çoğu zaman resmi tamamen kapatıyorum, resmi yok ediyorum, resmi yeniden yaratıyorum. Boyaların %90’ı gidiyor. Direnen direniyor. Kalan kalıyor. Resimde yaşayamayacak olan renkler gidiyorlar. Resmi ayakta tutacak olan, dirençli, uzun zaman resimle birlikte yaşayacak, resimle birlikte var olacak renkler kalıyor. O tazeliği yakalayana kadar da boğuşuyorum. Bu çok uzun süre içinde, çok çalışarak oluyor. Bir resmin altında çok resimler yatıyor ama bakınca sakin resim bir anda ortaya çıkmış gibi görünüyor. Zaten ben “o bir anda çıkmış” gibi olsun diye o kadar çok uğraşıyorum.

Resimleriniz hakkında nasıl geri dönüşler alıyorsunuz?                                            

Benim resimlerimde soyut ama çok fazla yoruma açık bir dil var. İnsanların birikimine, donanımına, kültürel yapısına, resmi okuyabilme yeteneğine bağlı olarak resimlerim değerlendirebilir. Benim küçük bir torum var. O bu durumu çok sevmiyor. Bazen kızıyor. “Dede ben insanları çaktırmadan izliyorum, herkes resimlerine farklı şeyler söylüyor. Doğru dürüst bir resim yap. Herkes aynı şeyi söylesin. Resimlerin için herkes başka başka şeyler söylüyor. Olur mu, öyle şey ” diyor. (kahkahalar…) Benim imzamı hiç sevmiyor. Bana imzasını attı. Çınar diye. “Dede buna baka baka at, bak imza nasıl atılır, gör” diyor. (Kahkahadan kırılıyoruz gülmekten) Bazen söyleşiler oluyor, gazetede haberler oluyor. Benim resimlerin fotoğrafları çıkıyor. Çınar imza nasıl olmuş? diyorum. “Dede imzanın olduğu yer çok güzel olmuş ama diğer kısımlar işe yaramaz” diyor. ( kahkahalar..) Ben en çok o torunlarımın yaptıkları resimleri kıskanıyorum. Acayip bir doğallık var. Aradığım onlar kadar doğal olabilmek. Yıllardır onun peşindeyim. Mümkün değil. Onların saflığına, içtenliğine, doğallığına ulaşamıyorsun.           

Resimlerinizdeki siyah renk sizin için neyi ifade ediyor?                                                      

Siyah çok iyi bir renktir. Siyah yıllarca dünyada ekspresyonizm akımından sonra en çok horlanan renk oldu. Attılar tuvallerinden. Onun yerine gölge kullanmak gerekirse, renklerin daha koyusunu ya da lacivert gibi renkleri kullandılar. Onlar gün ışığını takip ediyorlardı. Benim resmimde siyah ve kırmızı can alıcı renkler. Siyah bazı resimlerimde kırmızıdan daha etkin olabiliyor. Belki de en önemli renklerden biri. Siyah müthiş bir şey. Bu işin matematik bir tarifi yok ama siyah rengi sezgisel olarak kıvamını tutturarak kullandığınızda, en az kırmızı kadar sözünü söyleyen, sarsıcılığını hissedeceğiniz, etkili bir renk. Siyah, kırmızdan sonra ikinci rengimdir. Benim algımda, siyah bir dinginlik, bir rehavet duygusu veren bir renktir ama kırmızının yanında siyahın çıldırdığını hissediyorum. Birbirleriyle çok güzel konuşuyorlar. Kıpkırmızı bir resim bana çok uyar, o bakışla bugünün dünyasını yorumlayabilirim, onunla hayata dokunabilirim ama simsiyah bir resimle hayata  dokunabileceğimi hissetmiyorum. Mesela, en son giderek ayak bu dünyadan, tek bir kırmızıyla söylemek istediğim her şeyi söyleyebilirim ama bunu tek bir siyahla renkle yapamam. Fakat siyahtan yardım alarak, siyahın küçük bir desteğiyle çok daha güçlü bir renk elde edebilirim. O zaman kırmızının da güçlendiğini, sözünü daha iyi söylediğini görüyorum. Siyahın da küçücük de olsa kenarından kıyısından çok daha iyi sözünü söylediğini inanıyorum, görüyorum. Bana hep kırmızının ressamı derler ama siyah rengim de vardır.

Peki beyaz için ne söyleyeceksiniz?                                                                                          

Beyaz benim yıllardır tuvale başlarken, alt zemin rengim. Resme onunla başlıyorum ama hep onun üzerinde oynuyorum. Beyaz bir temizlik, bir ölüm, bir saflık rengi olabilir. Ben o beyazı, ilk enerjiyle bir kirletiyorum. Sonra tuval beni çağırıyor. Eğer tuval tertemizse o beni itiyor, resme başlayamıyorum. Benim içimdeki renkler çalışmıyor. Tuvalin içi kirli olmalı. Ben resim yaparken her yeri kirletiyorum. Mesela, ben çalışırken atölyeye gelen sanatçı arkadaşlarım oluyor. Yerlere atılan boyaları görünce, “ben bu yerlere atılan boyalarla altı tane resim yaparım diyen arkadaşlar” var.

Resminizin felsefesi nedir?                                                                                                  

Benim bütün derdim resmin kendi kendisine yetmesi.  Bunun içinde mümkün olduğunca öyküden ve anlatımdan hep kaçtım. Ama ister istemez ipuçları verdim. Tabii ki doğadan ve hayattan hareket ediyorum. Ama hayattan hareket ederken görünenlerden çıkış yapıyorum ama görünmeyenlerden de çıkış yapıyorum. Dünyada bilinenler var ama bilinmeyenleri de düşünüyorum. Sadece bugüne seslenmemeye çalışıyorum çünkü sanat sadece bugünü biçimleyen bir alan değil. Geleceği de biçimleyen bir alan. Zamana dirensin, kalsın, yıllara dirensin diye düşlediğim resimler bunlar. Onun da yolu, resmin öyküsünün de ötesinde kendine yetebilmesiyle mümkündür.

Editör: Haber Merkezi