SEVAL DENİZ KARAHALİLOĞLU / İZ GAZETE - Sade, yalın, suskun figürler. Nötr renkler. Zengin bir doku. Sağlam desenler. Bütün bunları alt alta koyup topladığınızda karşınıza Güven Zeyrek adı çıkıyor. Köye geri dönüşün hız kazandığı son zamanlarda toprağın, taşın değeri yeniden keşfediliyor. Bu farkındalığı resimlerine özün özüne ulaşmış bir bakışla ve kadim zamanları çağrıştıran arkaik bir anlayışıyla yansıtan Güven Zeyrek’le konuşuyoruz.

‘TOPRAĞA YAKIN!’

Neden arkaizm?

Arkaizmi modern hayatın yarattığı kirlilikten bağımsız olarak hala saflığını koruduğu ve bozulmadığı için tercih ettim. Arkaik figürler toprağa yakın, toprakla ilişkisini kesmemiş, toprağın iyileştirme gücünü taşıyan figürlerdir. Bu nedenle, bu figürlerde kendine bir “inanç” var. Burada mahzun, mütevazi, modern hayatta kaybolmuş insanlara bir gönderme var.

‘4 İLKEDE KURULU’

Resimleriniz çok sessiz ama çok şey söylüyor gibi. Bunu nasıl açıklayabiliriz?

Estetik alan kavramını geri kalmış toplumlarda anlatmak zordur. Benim resimlerim, “sessiz ama konuşkan” resimlerdir. Yaptığım resimler dört ilke üzerine kurulmuştur. Arkaizm ile soyut formu yakalarım. Arkaizmde kültürel kirlenmenin olmadığını görürüz. Arkaik figürlerde, bozulmamışlık, saflık vardır. İkincisi nötr dediğimiz yumuşak renkleri kullanırım. Çünkü biçimlerin içini bu yumuşak renkler dolduruyor, Resimlerin arka planı, zemini taş dokulardan oluşur. Taş inorganik bir madde olarak kalıcıdır. Taşı sembolizm olarak alıp resimlere uyguluyoruz.

‘CİNSİYETSİZ FİGÜRLER’

İnsanın içine işleyen bakışlarıyla figürler neden bu kadar etkileyici. Bu büyüleyici figürlerin sırrı nedir?

Resimlerde yer alan figürler genelde cinsiyetsizdir. Figürlerin çevresinde bir bütünlüğü var. Eğer figürleri çevresiyle birlikte resimden çıkarıp başka bir yere taşısanız, gittiği yeri yadırgamaz. Figürler flu olarak çizilmiş keskin hatlarla belirginleştirilmemiş. Figürlerin hareket noktası arkaizme dayanır. beyaz figürlerde insanın kendi özüne dönüşü var. Yunus Emre’deki “kendini bilme“ felsefesi seziliyor. Anadolu insanının mütevazı bilgeliği bu resimdeki beyaz figüre yansımış. Burada, toprağa yakın yaşayan “kitapsız bilenlerin” bilgeliği var.

‘TAŞ DOKU, GÜVENCEDİR’

Bütün eserlerde bir şekilde kendini hissettiren “taş doku” nasıl oluyor da resmin ön planına çıkıyor?

Taş doku kalıcıdır. Asırlara meydan okur. Taş doku inorganiktir. İnsan organiktir. Bu eserlerde organik, inorganik ve gaistik (tinsellik) bir araya geliyor, hepsi birden taş dokuda vücut buluyor. Bu nedenle, resimlerde gördüğümüz taş doku bize “güvence” veriyor. Bu aşina olma halinden de kaynaklanıyor. Taş doku insana bu nedenle çok tanıdık, çok yakın, çok aşina geliyor. İnsan organik mi? Organiktir. Psişik mi? Psişiktir. Gaistik mi? Gaistiktir. Yoğun bir tinsellik yansıttığı için resimler karşısında vecd halinde oluyor. Vecd hali sanatçı için de geçerli. Sanatçı canlı bir varlık. Ele aldığı taş yapı inorganiktir. O yapıya, sanatçı kendi psikolojisini, tinselliğini ve vecd halini yansıttığında ortaya “eser” dediğimiz şey çıkıyor. Biraz önce bahsettiğim bu arkaik yapıyı, resme hakim olan bu doku tamamlıyor. Resmin dokusuna dikkatle bakarsanız orada volkanik granit taşları görürüsünüz.

Biraz da taş yapılardan bahsedebilir miyiz?

Bütün bu yapılar resmin zeminine dağılıyor. Özellikle, bu taş dokusu zeminlerde inorganik bir malzeme olarak yer alıyor. Taş yapının dağılımı insanda halıcılık duygusu yaratıyor. Birbiri içine giren örgüler, ilmek ilmek bir araya gelerek zemini oluştururken bütün bir resim bu görkemli halının üzerinde yükseliyor.

‘BU GÖRSELLİK DOKU ZENGİNLİĞİ KATTI’

Neden volkanik taşlar? Granitlerin özel bir anlamı var mı?

çocukluğumla ilgili bir hikaye. Ben çok küçükken yaz tatillerinde Kozlak Yaylasına çıkılırdı. Ailece bütün bir yazı Kozlak yaylasında geçirirdik. Orada çevreyi keşfetmek başlı başına bir serüvendi. Müthiş bir doğa vardı. Etkilenmemek mümkün değil. Kocaman fıstık ağaçları, fıstık çamları ve devasa kocaman kayalar, volkanik taşlar benim hayal dünyamı harekete geçiren, zenginleştiren etkenlerdi. Çevreyi dolaşırken gördüğün bu devasa kayalardan çok etkilendiğimi hatırlıyorum. Doğal olarak, belleğimde biriktirdiğim bu görsellik resmime doku zenginliği olarak yansıdı. Özellikle kübistik yapıdaki o devasa kayalardan çok etkilenmiştim. Ressam olmamın bir nedeni de o muazzam kayalar ve doğanın insanın içine işleyen güzelliğidir.

‘HİSSETTİRDİĞİ GÜÇLÜLÜK’

Bunlar güçlü resimler. Resimden yayılan bu “güç” olgusunu nasıl açıklıyorsunuz?

İnsanda “sağlamlık” hissi uyandırdığı için olabilir. Bunlar “sağlam” resimler de ondan. Resmin kendi içinde tutarlılığını taşıyan bir sağlamlık var. Resmin kimliğini taşıyan bir sağlamlık var. İnşa ettiğimiz binayı bu “sağlam olma” temeli üzerine kuruyoruz. Resim, bu temelin üzerinde yükseliyor. Temelinizi yeterince “güçlü” olmazsa, zamanın yıpratan etkisine dayanamaz ve bina yıkılır. Resmi uzun yıllara taşıyacak olan da bu temeldir, sağlamlıktır. Resme baktığınızda size hissettirdiği “güçlü” olma halidir.

‘ÖZ BİLİNÇ ÖTESİ!’

Neden bazı eserler sonsuza kadar “kalıcı” oluyor. Bu eserlere kalıcılık duygusunu katan şey nedir?

Kalıcılık, gerçek ve özgün olmakla mümkün. Gerçek ve özgün olmak demek tinsellik demek. Bu da insanda vecd duygusunu uyandırıyor. İnsana psişik bir varlık olmak yetmiyor. Psikiyatri bilimi artık insana yetmiyor. İnsan artık bunun da ötesini arıyor. Çünkü insan bunun çok ötesinde bir varlık. İnsanda bitkilerde ve hayvanlarda olmayan bir “bilinç” var. İnsana bilinç özelliği ve “öz bilinç ötesi” hediye edilmiş. Bunu fark eden insan için bu farkındalık durumu yaşadığı toplumda acı çekmesine neden oluyor. Yunus Emre’nin “hamdım, yandım, piştim” dediği bu oluyor. Bunu yüreğinde, özünde hisseden sanatçıların yaptıkları eserler kalıcı oluyor. Büyük düşünür Yunus Emre yüzyıllar öncesinde durumu şöyle özetliyor. “Yunus var sen tek otur / yüzün Mevla’ya götür / özüm gibi er getir / hiç dünyaya gelmez ola.” Ayrıca Yunus Emre ortaya koyduğu felsefeyle bugün söylenmiş gibi tüm zamanlarda sözleri aynı güncelliğini koruyor. “ Etle kemiğe büründüm, Yunus olup göründüm” Burada bir “bilinmek” keyfiyeti sadece insana verilmiş. İnsanın “bilmesi”, yarattığı “farkındalığı”, kendine bakıp “kendi özünü bilmesi ve fark etmesi” onu bütün zamanlarda yaşatıyor. Ölümsüz kılıyor.

‘FARKINDALIK OLMALI’

Bu resimlerde tanımlayamadığımız bir “derinlik” duygusu var. Bu resimden bize yansıyan derinlik kavramı için ne söylenebilir?

kadar derinleşirseniz, o kadar “kendinizi” buluyorsunuz ya da Allah’a ulaşıyorsunuz. Kendi içinizde Allah’ı buluyorsunuz. Yunus Emre diyor ki, “bir ben var ki bende, benden içeri”. Sen ne kadar çok bilirsen bil, sen nihayetinde karşındakinin anlayabildiği kadarsın. Bu nedenle, sanatçı eğer bir eser yaratmak istiyorsa bilinç, öz bilinç ve farkındalık kavramlarını iyi çözmüş olmalı. Öz bilinç olmayınca, çağdaş insan “kendi varlığını” oluşturamıyor. Esere katılma bilinci oluşması için resme bakan kişide farkındalık duygusunun olması lazım. Bunlar yoksa olmuyor. Yoksa “bakan körler” gibi bir durum ortaya çıkıyor.

‘RESİMLERİN KİŞİLİĞİ VAR’

Resimler dile gelse, sanki konuşacak gibi duruyor. Her birinin bir adı varmış gibi hissediyoruz. Neden böyle?

Bu resimlerin hepsinin bir “kimliği”, bir “kişiliği” var. Rasyonel duyguları irrasyonele döndürüyor. O dünyada bir matematik hesabı verebilecek bir irrasyonel evren var. İrrasyonel dünya, insanı alıp psişik bir süreçten geçirip gerçek üstü bir maceraya çıkarıyor. Denizler, okyanuslar ötesi tinsel (gaistik) bir dünyaya götürüyor. İslam filozofu Hz. Ali “Sen bu evrene nispeten bir noktasın ama bütün bu evren sende dürülü ve katlıdır” der. Hatta Hz. Muhammed Hz. Ali’ye “Ben ilmin şehriyim, sen bu ilmin kapısısın. Senin etin benim etim, senin kanın benim kanım, senin canın, benim canımdır” der. İnsan bir microcosmosdur. Cosmosun (evrenin) bütün değerlerini içinde taşır ve bütün eserlerinde bunu ortaya koyar. Bu nedenle bu eserler, gönül gözüyle bakan ve gören kişilere hitap ediyor. Gönül gözüyle bakıp “gördüğünüzde” resimlerde hissettiğiniz “yakınlık” duygusu ve o eserdeki “kimlik” algısı buradan kaynaklanıyor.

‘FELSEFESİZ SANAT OLMAZ’

Heykellere “ucube” denilen ve “sanatın içine tükürüldüğü” bir ülkede bu kadar duyarlı bir bakış aramak sıradan insanlar için biraz zorlayıcı olmuyor mu?

Bütün bu resimler izleyiciyi dersini çalışmaya davet eden eserlerdir. Gerçekten anlamak istiyorsak, resmi “düşünmek”, çaba sarf etmek, emek vermek zorundayız. Çünkü felsefesiz sanat olmaz. Yunus Emre bunun için “İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir” der. İnsan sanata ve dünyaya kendinden yola çıkarak bakar.

Editör: Haber Merkezi