Seval Deniz Karahilaloğlu - Futbol konulu tiyatro oyunlarına pek sık rastlanmaz. Üstelik Türk Tiyatrosunda iyi bir örnek bulmaz çok zordur. Yunus Emre Gümüş yeni nesil yetenekli tiyatro yazarlarından ve yazdığı oyunlarla adından söz ettiriyor. Son oyunu “Erkekler, Futbol ve Dahası” ya da yeni adıyla “Üçü Bir Arada” İstanbul Halk Tiyatrosu oyuncuları tarafından sahneleniyor. Yunus Emre Gümüş’le üç adamın üzerinden futbolun hayatımızdaki yerini konuştuk.

SDK - Neden özellikle futbol ağırlıklı bir oyun yazdınız? Yunus Emre Gümüş – Oyun sadece futbol üzerine değil. İnsana dair çok daha genel bir çelişkiyi, temel bir çatışmayı anlatıyor. Futbol bu çatışmanın ortaya çıkması için kullandığım metaforlardan birisi sadece. Bugün ülkemizde ve dünyada futbol kavramı “bir şeyi kendisinden bile çok sevmenin” somutlaşmış haline dönüşmüş durumda. Oyunda da bu kavram erkeklerin erkeklikle imtihanlarının araçlarından birisi olarak karşımıza çıkıyor. Diğer taraftan Simon Kuper’e atfedilen bir laf vardır “Futbol asla sadece futbol değildir” diye. İşte oyundaki futbol da sportif bir mücadeleden çok daha fazlasını ifade eden bir üst başlık, aşkı, talihi, aileyi, kavgayı ve kardeşliği anlatmak için kullandığımız metaforlardan en belirgin olanı haline geliyor.

- Neden özellikle Beşiktaş? Bunun özel bir nedeni var mı?

- Bunun aslında iki yanıtı var birisi kuşkusuz benim Beşiktaş taraftarı olmam. İkincisi ve asıl etkili olan neden ise Beşiktaş’ın ve Beşiktaş taraftarlığının herkes tarafından kabul edilen ortak bir hasletinin olması. Beşiktaş camiasında “şerefli ikincilik” diye bir kavram vardır mesela. Ya da Şeref Bey ve Baba Hakkı gibi Beşiktaş efsanelerinden hareketle “Şerefinle oyna, hakkınla kazan” diye bir slogan üretilmiştir. Bu slogan “nasıl olursa olsun kazan” düşüncesine alternatif bir önermedir. Camianın yönetiminden bağımsız olarak Beşiktaş tribünü sosyal duyarlılığı gelişmiş, toplumsal olaylarda anında refleks gösteren bu anlamda öncü ve örnek olmuş bir yapıdadır. Van Depremi sonrası çocuklara gönderilmek üzere sahaya atılan atkılar, hasta ya da dezavantajlı bölgelerdeki çocuklar için düzenlenen yardım kampanyaları, sokak hayvanları için kurulan barınaklar bunlardan bazıları. Tabi bunun dışında Beşiktaş taraftarının kaybetmekle olan ilişkisi de farklıdır kaybettiği halde sevmeye devam eder. “Kazanınca sevgimiz, yenilince sadakatimiz artar” diye bir mottoları vardır. İşte tüm bunlar yani bu duruş, bu tavır oyunun ruhuna çok iyi uyuyordu. Oyundaki üç adamın genelde futbolla özelde Beşiktaş’la bir şekilde ilişkisi var ve üç adam da tipik birer kaybeden.

- Üç adam da kaybedenler kulübünün üyeleri gibi duruyor. Neden bu sürekli kaybeden, anti kahramanları oyunun ana karakterleri olarak seçtiniz?

 - Evet üç karakter de her manada bir kaybeden. Aslında benim için bu bir seçim değil bu hikâyeyi kara komedi türünde anlatmanın bir sonucu. Son dönem sinema ve edebiyatta da bu tür karakterler sık karşımıza çıkıyor. İçinde yaşadığımız çağın genel karakterini yansıtıyor olabilir. Yeraltı edebiyatının babası Bukowski “Mahvolmuş hayatlar olağandır, bilgeler için de ahmaklar için de” der. Bugün mutsuz çoğunluğun edebiyatta ve sanattaki temsili bu tür kaybedenler sanırım. Bunun yanında toplum normlarının dışına itilmiş, içinde yaşadığı zamana yabancılaşmış bunun sonucu olarak yalnızlaşmış karakterler bana çok ilgi çekici geliyor. 2010 sonrası yazdığım tüm oyunların merkezinde bu karakterler var.

- Oyunun ana karakterlerinin hikâyelerini nasıl belirlediniz? Ana karakterlerden biraz bahseder misiniz?

 - 1.Adam çapkın, güncel tabiriyle metroseksüel bir aşk arsızı. 2.Adam kanser teşhisi konulduktan sonra evden hiç çıkmamış eski bir kaleci. 3.Adam ise komplo teorileriyle hayatını mahvetmiş bir sosyopat. Üçü de dibe vurmuş durumda. Aynı apartmanda benzer dertlerle birbirlerinden habersiz yaşıyorlar. İkinci perdenin başında bu durum değişiyor tabi. Zorunlu nedenlerle birbirlerine temas etmek zorunda kalıyorlar ve hayatları değişiyor. Oyunun başında birer kaybeden olmalarının dışında ortak noktaları yok gibi görünüyor. Fakat hikâyelerinin detaylarına vakıf olup onları tanıdıkça aslında birbirlerinin paralele evrendeki kopyaları ya da tek bir adamın üç farklı dönemi gibi olduklarını görüyoruz. Bu tabii ki bir tesadüf değil, özel bir tercih. Çünkü erkeğin erkeklikle imtihanının tek bir biçimi yok. Hegemonik erkeklik sadece kadın üzerinde değil, erkek üzerinde de ölümcül bir baskı yaratıyor. Hem de birden çok şekilde. Ben burada hegemonik erkekliğin tutsak ettiği üç farklı adamın hikayesini finalde yollarını birleştirerek ele alıyorum. Bunun yanında hepimizin aşkı, kederi ve ayrılığı yaşama biçimi farklı. Bu üç adam da yaşadıklarının ve dahi yaşayamadıklarının birer kurbanı. Anneleriyle ve babalarıyla kurdukları ya da kuramadıkları iletişimin mağdurular.

– Oyunda yer alan üç adam.neredeyse sosyopat. İletişim özürlü ama ancak futbol üzerinden iletişim kurabiliyorlar. Özel bir futbol dili mi var?

 - Gerçek hayatta öyle kuşkusuz. Spor da sanat ve edebiyat gibi tüketicileri arasında ortak bir dil yaratıyor. Ama oyunda bu adamlar futbolla bile ortak bir dil kuramıyorlar. Hatta en çok ayrıştıkları yer orası. Onların ortaklık kurdukları yer acıları. Burada bizim futbol aracılığıyla vurguladığımız ortak bir iletişimden çok fanatizmin yarattığı iletişimsizlik ve kakafoni. Yoksa şüphesiz ki aynı şeyi sevmek ya da aynı şeyden nefret etmek bir tür birleştiricidir.

- Kadın ve futbol neden her üçünün de hayatlarındaki en büyük açmaz oluyor?

 -Oyunda kadın hem anne hem de arzu nesnesi olarak farklı ve önemli işlevler üstleniyor. Sevip kavuşulamayan, kavuşulup elde tutulamayan kadınların yanında kıymeti bilinmeyen, erken kaybedilen ebeveyn figürü olan kadınlar var. Yani erkeği kadından bağımsız düşünmenin ve dolayısıyla anlatmanın ya da anlamanın pek mümkün olmadığını düşünüyorum. Gerçekte olduğu gibi bizim hikâyemizde de en büyük yaralarının kaynağı da merhemi de kadınlar.

- Her üçünün de bağlanma korkusu var. Bu insanlar neden bu kadar çok korkuyorlar? Nasılsa görünüşte kaybedecek hiçbir şeyleri yok. Gerçekten kaybedecek neleri var?

 - Oyunun kavramsal olarak aidiyet, ötekileşme, bağlılık, yalnızlaşma, yabancılaşma üzerine bir tartışmayı hedeflediği doğru. Bunu da üç tuhaf adamı merkeze alıp hayatlarındaki en karanlık noktadan başlayarak yapıyor. Oyun dibe vurdukları bir noktada başlıyor. Yani o ana kadar sahip oldukları her şeyi kaybetmişler zaten, geriye kaybedilecek hiçbir şey kalmamış. Fakat sadece 2.Adam bunun farkında, diğer ikisi oyunun sonunda farkına varıyor. Gelin görün ki 2.Adam oyunun sonunda diğer ikisine bağlanarak yaşayacak bir bahane buluyor. Bir nevi kimsenin hiçbir yere gitmediği bir yol hikayesi.

- Neden her üçü de bir türlü hayata devam edemiyorlar. Herkes yakınlarını kaybediyor. Ölüm acısı yaşıyor ama sonuçta hayat devam ediyor. Ama onlar için hayat bir noktada duruyor. Neden bir türlü devam edemiyorlar ve hayatın bir noktasında takılı kalıyorlar?

-Evet devam eden bir şekilde ediyor ve devam edemeyenin hikâyesi anlatılıyor. Onları norm dışı yapan bu zaten. Anlatılacak bir hikâyelerinin olmasını buna borçlular. Yakın zamanda haberlerde siyanürle toplu olarak intihar eden aileler vardı. Hiç mi akrabaları, arkadaşları yok, hiç mi komşuları kapılarını itmemiş diye düşündük hepimiz. Bugün belki bizim de apartmanımızda, mahallemizde, semtimizde benzer şekilde kısılıp kalmış bir sürü insan vardır. Onlar burnumuzun dibinde görünmez bir şekilde hayatlarına devam ediyorlar. Şükrü Erbaş “İnsanın acısını insan alır” der. Başka bir insanla temas etmedikleri için acısıyla boğulan bir yığın insan var. Belki çaresizlik ve ümitsizlik içinde kıvranarak son veriyorlar yaşamlarına. Sanırım benim için cezbedici olan onların hikâyesini anlatarak, görünür kılmak.

- Hepsi bir şekilde Baba travması yaşıyor. Bu üç adamın hayatında baba figürü neden bu kadar hasarlı ve derin izler bırakacak kadar olayın merkezinde yer alıyor?

- Bence baba kavramı kültürel bir inşaa olan erkeklik için önemli bir kavram. Bu üç adam için de baba figürü önemli bir sınav. Hepsi için babaları yüzleşilip aşılması gereken ama takılıp düştükleri birer engele dönüşmüş. Gördüğümüz o ki, o güne kadar yüzleşmekten kaçmışlar. Birbirleriyle temaslarının ardından bu yüzleşme de kaçınılmaz oluyor.

– Oyunun birden çok mesajı olduğuna inanıyorum. Hayat, intihar, ölüm, yaşama sevinci, kazanmak, kime göre başarılı, kadın, aşk, bağlanma? Oyunun mesajı nedir?
- Evet oyun ortak bir bağlama işaret eden birçok mesaj içeriyor. En yalın ifadesiyle bu oyunun önermesi “birbirimize tutunmazsak düşeriz”. Bu laf sadece erkeklere yönelik değil. Cinsiyetler üstü bir mesaj bu. Şehirler büyüdükçe biz giderek küçülüyoruz. Yaşadığımız zamana yabancılaşıp kör bir yalnızlığa gömülen insanlara dönüşüyoruz. Bugün o bayram şekeri reklamlarındaki gibi duvarlara bakarak oturmak, pencerelerden birilerinin yolunu gözlemek hepimiz için geçerli bir ihtimal. İş oraya gelmeden önlem almak, hayatın bir ucundan tutmak lazım.

Editör: Haber Merkezi