Hazır edebiyat-sanat alanlarında tacizlerin ayyuka çıktığı, kadınların cesaretlerini birbirinden beslediği şu güzel dönemde, çocuk edebiyatında da toplumsal cinsiyete dair eleştirel bakışı, anlatımına esprili üslubuyla vakfeden alanın öncü “kadın” yazarlarından biriyle okuyalım: Christine Nöstlinger.1

Hâlâ yaptığı şeylerin taciz olduğuyla yüzleş(e)memiş pek çok sanat insanı tanıyorum. Ne zaman yüzleşme sıraları gelir bilinmez. Belki de hiç gelmez ancak alan tarihleri yazılırken bir gün hepsinin adının yanına not düşüleceğine dair güçlü bir inanç besliyorum. Bu da tarih yazıcılığında kadın dilin, kimliğin egemenliğini dört gözle beklememe bağlanabilir. Evet, hepsi gerçekleşecek!

Türkiye’de başlayan ayyuka çıkışlara öncü bir kuvvet olan Hollywood ifşalarında, tanınmış oyuncu bir kadının röportajındaki beyanını hep ayrı tutuyorum: “…filminde ücret eşitsizliğine itiraz eden oyuncu (kadın) arkadaşımı desteklememiştim. O zaman öyle bir bilinçte değildim. Bugünkü ben olsaydım yanında yer alırdım…” 2020’nin fark ettirdikleri arasında biz kadınları çokça zorlayan bir şeydi bu öğretilmiş kalıplarımızla birbirimizin yanında durmayışımız. Tacizcilerin teşhir edilmesini desteklerken, önemli olan bir noktayı önemsizleştirmekten, göz ardı edip küçümsemekten ürküyorum bu dönem: Kadın hemcinsler olarak birbirimizi desteklemek konusundaki yetersizliğimizi. 2021’in başında kadın arkadaşlarımızla sohbetlerimizde birbirimizi dil açısından uyardığımız bir konu oldu bu. Hemcinslerimizi eleştirmenin yerine desteklemeyi seçmeye başladık; diğerine öfkemizi sadece kendi değerlerine sahip çıkmamasından kaynaklandığında onayladık, bunun altında yatan sistemsel öğretiyi de görüp karşımızdakine ışık tuttuk, mükemmel olma dayatmasından arınmaya çalıştık, kendimizi yargıladığımız için karşıdakini asıp kestiğimiz gerçeğiyle yüzleştik… Evet, üç beş kişiyiz ama biz bir yerden başladık.

ERİL SİSTEM VE OKUMA LİSTELERİMİZ

Peki, edebiyat bu değişimin neresinde duruyor, hangi noktadan ilişkili bu bağlamla? Kültür endüstrisinin dayattığı uzayıp giden okuma listelerimize dönüp baktığınızda kaç yazarınız kadın örneğin? Kaçı çağdaş kadın yazar? Hâlâ eril sistem terminolojisinin ıssızca zihinlerimize sızdığı kaç kitap var raflarınızda? İlle de bir “okunmalıdır” listemiz olacaksa o listede bakış açımızı ilerletecek, asırlardır süregelen cinsiyetçi kalıplara eleştirel bakabilen yazarları seçmek şahane bir seçim olabilir; hele de yazma derdindeki dostlar için.

İşte Nöstlinger de yetişkin ya da çocuk her okur için bu kapıyı öfkesiz aralayanlardan. Her bir yapıtıyla bize birçok kapıdan baktıran bu öncü kadının Kim Takar Salatalık Kralı?2 (Wir Pfeifen auf den Gurgenkönig) yapıtıyla 1973’te Alman Gençlik Edebiyatı Ödülünü alması boşuna değil. Kim bu Salatalık Kral? Ve kim takar-takmaz bu Hıyaristanlıyı?

KARAKTERLER, İKTİDAR İLİŞKİSİ

Hikâyenin anlatıcısı üç çocuklu bir ailenin ortancası, on iki yaşındaki Wolfgang. Paskalya pazarı mutfakta ortaya çıkan, Treppelid’lerden İkinci Kral Kumi-Ori ile başlıyor evdeki erk dengelerinin göze batması ve dönüşümü. Karakterler üzerinden ilmek ilmek ördüğü, toplumsal cinsiyetin değişik yaş gruplarındaki etki-tepkisinin ana çatışması, evin iktidar sahibi (olduğunu düşünen) baba ve diğerlerine hükmetme-hükmedememe durumundan ilerliyor. İktidarla ilgili her karakterin yaklaşımının ilk ipucunu yirmi beşinci sayfada sunuyor okura Nöstlinger:

“Martina, ‘Neden durmadan biz deyip duruyor o burada tek başına!’ diye sordu. Babam bunun majesteleri kral için bir çoğul biçimi olduğunu anlattıysa da, Martina bir türlü anlayamadı. Annem de, ‘Bir kral sıradan bir insandan fazla bir şeydir. Bu yüzden ben yerine biz diyor. Bizler de ona sen yerine siz deriz, o da sıradan insanlara sen yerine o der!’ diye açıklamada bulundu. Martina da ben de hâlâ anlayamamıştık. Büyükbabam kulağımıza, ‘Aptal olduğu için öyle konuşuyor!’ diye fısıldadı. İşte, bunu Martina da ben de anladık.”

İYİ NEDİR, KİMDİR?

İlk baktığım, annede alttan alta, iktidarın gücünü kabul durumu. Aile içi sırların ortaya dökülmesiyle, annenin babadan gizli yaptığı alışverişler, borçlar açığa çıkar. Çocuklar babanın baskısından bıkkınlıklarını haykırınca annenin karşı çıkışı, şiddet gören kadınların şiddet uygulayıcıyı aklamasını düşürdü aklıma: “Babanız iyi bir insan –sahi söylüyorum! Sizin sandığınız kadar kötü biri değil o! Gerçekten!” dedi. Haksız olduğunu iddia etmiyorum ancak iyi nedir, sorup duruyorum... Ve çocuklarımızı hayattan korumaya kafayı taktığımız modern çağda acaba tüm yüzleşmeler yerine yalan mutluluklar bahşederek, onların hayatla başa çıkma yetilerinin gelişimini geciktiriyor olabilir miyiz?

BABANIN ANLAMADIĞI

Babanın, bencil kralı desteklemesinin mantıksızlığına neden ararsak, kendisini üzerinden tanımladığı aile içi -yitirdiği- otoritesini ve işyerinde hakkını alamayışını bütünleyerek okumakta fayda var: Erkeğin duygusuz olmasının ona güç kazandıracağı öğretisinin, aslında onu pasif-agresif birisine dönüştürdüğüne dikkat çekiyor Nöstlinger. Çocukların babayla ilişkilerini aktaran bölüm de bunu besler nitelikte: “Babamla iyi anlaşabildiğim zamanları çok iyi anımsıyorum… Gezmeye gittiğimizde çok neşeli olurdu. Bizimle saklambaç ve kovalamaca oynardı. Ben de harika bir babam var diye düşünürdüm hep. Babamla aramızdaki sorunların nasıl başladığını anımsamıyorum bile; ama birdenbire her şey babama batmaya başlamıştı… Martina aynı şeyleri kendisinin de yaşadığını anlatmıştı. Babamın, çocukların da normal insanlar olup kendilerine ait düşünceler geliştirmelerini ve özgür olmak istemelerini bir türlü anlamadığını söylüyor. Nedenini Martina da bilmiyor.”

NOSTLINGER’İN FARKI

Bu noktada Salatalık Kral’ın en baştaki açıklamasına dönersek, halkının o olmadan var olamayacağını çünkü onların bir şey bilmeyen aptallar olduklarını ve ne yapacaklarını söyleyecek birine gereksinimleri olduğunu anlatıyordu. Öyleyse Kralın da babanın da kendini var ettiği yer “birilerine buyurma” eylemi diyebilir miyiz? Bu yüzden mi baba, ona işyerinde terfi sözü veren Kralı besleyip bakıyor?

Sonunda tabii ki babayla dengeler başka bir yöne evriliyor. Baba da insan ve etrafına dayattığı mükemmel olma görevinde başarısız olmak onu da ezip geçiyor. Duygudan bakmanın rahatlatmasının yanı sıra açık iletişimin getirdiği sağlıklı bağ kurmayı da anne- çocuk ilişkisinde okuyoruz.

Ebeveyn-çocuk ilişkisi üzerinden aktardıklarının yanına, devrim ve darbe farkından psikolojik şiddetin pasif-agresif kıldığı Wolfgang’ın öğretmeniyle ilişkisine yansıyan yanlış anlamalarına dek uzanan pek çok başlık koyuyor Kim Takar Salatalık Kralı’nda. Tüm haksızlıklarını fark edişlerine karşın çocuklarda babaya yönelik öfkeyi körüklememesi ve Salatalık Kralı’nda sorunu şiddetsiz çözmesi de Nöstlinger’i çocuk yazınında rahatlıkla önerilen ve örnek alınan yazarlar arasına sokuyor bence.

Yaşadığımız sistemin toplumları körleştiren kısır döngülerine eleştirel bakabilen nice “kadın” yazar için de keyifle söylediğimi Nöstlinger’in yapıtlarıyla her buluşmamda tekrar tekrar söylüyorum: İyi ki yazdın Nöstlinger!

................................

1 Christine Nöstlinger (13 Ekim 1936, Viyana-28 Haziran 2018, Viyana).

2 Kim Takar Salatalık Kralı?, Christine Nöstlinger, roman, Türkçeleştiren: Selahattin Dilidüzgün, Resimleyen: Gözde Bitir, Günışığı Kitaplığı, 2012, 160 s., İstanbul

Editör: Haber Merkezi