29 Haziran 1931’de İstanbul’da doğan Türk Edebiyatının efsane isimlerinden Sevim Burak, 31 Aralık 1983 yılında genç bir yaşta aramızdan ayrıldı. Ölüm yıl dönümünde öykü ve oyun yazarı Sevim Burak’ı edebiyatımızın terzisini, sihirbaz kurgucusunu analım istedik. Sevim Burak yazdığı yazıları küçük kağıtlara bölerek bu kağıt parçalarını salondaki perdelere iğneleyerek, perdelerin karşısına geçip o kağıtların yerlerini değiştirerek yazdığı yazıyı kurgular. Başka bir gün salonun zeminine yaydığı küçük kağıt parçalarının arasında dolaşarak, yere oturarak her bir kağıt parçasının sıralamasını değiştirerek yazıyı yeniden oluşturur. Bu henüz bilgisayar icat edilmeden önce, Sevim Burak’ın terzilik zamanlarından kalma bir alışkanlıkla bulduğu bir yöntemdir. Metni parçalara ayırarak, bölerek, parçaların yerlerini değiştirerek yeniden yazıyı kurgulama ve yeniden yaratma biçimidir. Sevim Burak Türk Edebiyatının sıra dışı kalemi, zamanında anlaşılamamış, gereken değeri bir türlü bulamamış, hakkı yenmiş, dışarıda bırakılmış ötekilerin yazarıdır. Ölümünün üzerinden 47 yıl geçmesine rağmen, hala tazeliğini koruyan, genç kuşaklar tarafından her seferinde yeniden keşfedilen sıra dışı bir yazar. Normal insanlara değil de delilere yazan Sevim Burak’ı Yazar Raşel Rakella Asal ile konuşuyoruz.

(Raşel Rakella Asal)

‘ETİYLE KANIYLA YAZAR’

Sevim Burak deyince aklınıza neler geliyor? Sevim Burak’ın adı size hangi kavramları çağrıştırıyor?

Sevim Burak çağdaş Türk edebiyatında cesur ve güçlü bir kalem. Memet Fuat’ın da dediği gibi “Etiyle, kanıyla yazan bir kişi” Edebiyata yaklaşımı ile okurlarını sarsmış bir yazar. Kelimeleri, cümleleri yazdıktan sonra bu parçaları dikiş diker gibi birbirine ekleyerek kurgulaması o günlerin edebiyatı içinde çok yenilikçi. Metni sadece yazı olarak değil, ses ve görüntü olarak da tasarlamasını eklersek Türk edebiyatında öncü yazarlardan biri olduğunu görebiliriz. Sevim Burak sizin için ne ifade ediyor? Benim için cesareti ve özgürlüğü ifade ediyor. Onu feminist akımının Türkiye’deki ilk temsilcilerinden biri olarak görüyorum. Onun eserlerini kadının düşünsel etkinliğini ikincil sayarak onu ötekileştiren köklü ataerkil geleneğe bir isyan, bir başkaldırı olarak okuyorum. Eserlerinde kadın ile toplum arasında olan ilişkiyi ele almıştır. Toplum eril yapının temsilcisi konumundadır. Bu bağlamda “Ben tekim… Siz bir sürüsünüz.” ifadesi toplumun erkek egemen bir düzenin simgesi olduğuna ve kadının bu düzende yalnızlaştırılarak ötekileştirildiğine işaret etmesi açısından önemlidir. Toplum,(erkek egemen düzen) baskıcı tutumuyla kadını boğarak yavaş yavaş öldüren, ona yaşama alanı tanımayan cinsiyetçi yapı olarak kurgulanmıştır. Sevim Burak adını ilk defa ne zaman, nerede duyduğunuzu hatırlıyor musunuz? Sevim Burak’ı okuduğunuzda yazı sizde ne tür duygular bırakmıştı? Yazıya yöneldiğim ilk yıllarda edebiyat altyapımı oluşturmak için kendimi okumalara atmıştım. Doyumsuz bir edebiyat okuru olmuştum. O dönemde edebiyat dergileri, edebiyat eleştiri yazıları bu konuda beni yönlendirdi. Böylece kadın yazarları tanımış oldum. Sevim Burak da bu listeye girdi. İlk okuduğumda sarsılmıştım. Yazdığı yılları düşünürsek yazım tarzı ile dikkatimi çekmişti. Sözcükleri büyük harflerle yazması, cümleleri tirelerle ayırması, yer yer şiirsel dili yeni bir anlatım biçimi, yeni bir anlam dünyasını da beraberinde getiriyordu gözümün önüne. Böyle bir yazı stilinden etkilenmemem mümkün değildi. Her şeyden önce yaratıcılığına hayran kalmıştım.

‘GELENEKSEL DEĞİL

’Sevim Burak’ın yazıları, sizi nasıl etkiledi? Edebiyata, yazıya bakışınızı nasıl değiştirdi? Türk edebiyatında Prof. Dr. Ramazan Korkmaz kısa öyküyü tanımlamak için yeni bir kelime türetmiş ve bu tür öyküleri “küçürek öykü” olarak adlandırmıştır. Küçürek öyküyü türünde yazanlar arasında Cumhuriyet Dönemi Türk edebiyatının kendine özgü üslubu ile dikkat çeken yazarlarından

Sevim Burak’tır. Birçok öykülerinin ve tiyatrolarının yanında Türk edebiyatında örneği az bulunan eserler vermiştir. Sevim Burak’ın yazılarını nasıl tanımlarsınız?

 Onun eserleri geleneksel edebiyatla bağlarını koparmış metinlerdir. Deneysel edebiyatla çok genel anlamıyla, geleneksel anlatı biçimlerine benzemeyen yeni bir anlayışın ürünü yapıtlar kastedilir. Biçimsel yeniliklere vurgu yapılır. Deneysel edebiyat gerçeklik üzerine farklı bakış açıları ortaya koymuştur ve özellikle postmodernizmin edebiyattaki yansımalarından büyük ölçüde etkilenmiş, birçok deneysel edebiyatçı aynı zamanda postmodernist bir çizgide yazmışlardır. Deneysel çalışmalar, edebiyat yapıtında biçim, dil, yapı ve diğer birçok öğeyle oynamış, yenilikler ve değişiklikler gerçekleştirmiştir. Oğuz Atay, Yusuf Atılgan ve Sevim Burak’ın yapıtlarındaki biçimsel arayışları Türk edebiyatındaki ilk denemeler olarak kabul edilir.

‘SANATI VE YAŞAMI İÇ İÇE’

 Sevim Burak ve gündelik hayat ilişkisi metinlerinde nasıl ifade bulur?

“Yanık Saraylar” öyküsünde kullanılan mekân iç mekândır. Anlatı, ev, oda, yatak, hatta bazen bir örtünün altından ilerler. Kendini oluşturamamış bir kadın olan Nurperi Hanım’ın ev içindeki tutsaklığı deliliğe, hiçliğe doğru ilerler. Toplumun kendisine atfettiği “kadın evinin kölesidir” kodu içinde sıkışmıştır. Öykü boyunca isimler ve kelimeler (“GELDİLER”) büyük harfle yazılmıştır. Büyük harfler Nurperi Hanım’ın ev düzenine tehdit oluştuğu zamanlarda kullanılır. Ziya Bey’in ölümünden sonra kendisine kalmasını umduğu ev dışarıdakiler tarafından alınmaya kalkıldığında Nurperi Hanım hemen orada “tencerenin siyah dibine yapışıp” kalır. Ev olarak iç mekân kullanması kadınların eve hapsolmuşluğunun, kendi içine sıkışmışlığının anlatımıdır. Sevim Burak metinlerinde yaşam nasıl yer bulur? Burak’ın sanatı ve yaşamı iç içedir. Bu açıdan bakılınca öykü kişileri çevresindeki insanlardan oluşur. Onun bu özelliği öykülerine de yansır. “Afrika Dansı” adlı öykü kitabındaki “Ayakkabıcı Bürjeni” adlı kısa öyküsünde ayakkabı ile hayatı sembolize eder. Ayakkabıcı ile de insanın yaratıcılık gücüne göndermede bulunur. Hayatın sınırlandırılması ve bireyin sınırlandırılan bu hayat içerisinde kıstırılmışlığının aktarıldığı bu öyküde, özgürlüğün ve varoluşun tam olarak gerçekleştirilemediği de anlatılır. Hayat, bireyi kısıtlar ama birey sınırlı olan bu hayatı yaşamak zorundadır, bu zorunluluk, “Malumu âlinizdir ki çizme ilk defa giyildiği zaman herhalde biraz sıkar fakat ayağınızı vurmaz”(“Afrika Dansı” Ayakkabıcı Bürjeni) ifadesinde simgeleşir. “Sıkar” fakat “vurmaz” kelimeleri ile hayata alışılması ve hayatın zorlukları ile birlikte yaşanması gerektiğine vurgu yapılır. Basit ve gündelik olaylardan oluşan bu öykü Burak’ın aktarımıyla artık basit olmaktan çıkar, felsefi ve psikolojik bir özellik kazanır. Ayakkabıcılık meslek itibari ile yaratıcılıkla anlam bulur. Çünkü bu meslek ile uğraşanlar varlığı bir nesneye dönüştürerek varlığa şekil verme uğraşı ile onlar da bir nesneyi yaratıcıları olurlar.

‘UYUMSUZLUĞU ANLATIR’

Sevim Burak’ın öyküleri neden bu kadar çarpıcıdır?

“Afrika Dansı”nda “Terzi Kalivrusi” ifadeleri, içinde bulunulan varoluş probleminin simgesel yansımasıdır. Basit ve gündelik olaylardan oluşan bir öyküdür. Burak’ın aktarımıyla artık basit olmaktan çıkar, felsefi ve psikolojik bir özellik kazanır. Başkalarına göre yaşamak ve seçimlerini özgürce gerçekleştirememek bireyi ötekileşmeye götürür: “Şimdiki modaya göre nasıl giyiyorlar ise öyle yapınız. Vücudumu çok sıkıyor Efendim şimdiki moda böyledir. Ben isterim ki vücudum rahat etsin.” (Afrika Dansı, “Terzi Kalivrusi”) Bireye kendisi olma ve özgürce yaşama şansı vermeyen toplum, onu herkes gibi olmaya iter. Öykü kişisinin, “Şimdiki modaya göre olsun” isteğine karşılık ”vücudumu çok sıkıyor” tepkisi, yaşanan trajediyi açığa çıkarır. Bu durumda “birey, yığın adına özgünlüklerinden vazgeçmek zorunda kalacak ve kendini iptal edecektir.” Öyküde de “moda”, özgür olamamayı, herkes gibi olmayı sembolize eder. Böylece bireyin özgürlüğüne “moda” engeli koyularak onun bir yığına dönüşmesine yol açılır. Burak, bu öyküsünde bireyin zamana ve mekâna karşı uyumsuzluk problemini açığa çıkarır. “Şimdiki moda” ifadesiyle bireyin zaman ile olan uyumsuzluk problemini açığa çıkarır. “Şimdiki moda” ifadesiyle bireyin zaman ile olan uyumsuzluğu anlatılır.

 ‘EDEBİYATA KÜSTÜ’

 Sevim Burak’ın yazıları toplumda nasıl bir etki yaratıyor?

1950’li yıllarının edebiyat çevrelerince çok öncü bir yazar olduğu için çıkışı tepki ile karşılanıyor. Her yenilikçi ve deneysel edebiyatçı gibi o da edebiyata kısır bir pencereden bakanların mağduru oluyorsa da, zaman içinde kabul görüyor. Sevim Burak’ın adı yirmi yaşlarındayken 1950’de Yeni İstanbul gazetesinde yayımlanan bir öyküsü ile duyuluyor. “Dünya Hikâyeleri Yarışması”nda Türkiye’yi temsil edip ilk altıya giriyor. Onun ikinci esas çıkışı 1965’te “Yanık Saraylar” la oluyor. Altı öyküden oluşan bu kitap yılın edebiyat olayı olarak niteleniyor, tartışmalar yaratıyor. 1966’da Sait Faik Hikâye Armağanı’nı Cengiz Yörük’ün “Çölde bir Deve” adlı kitabına veriliyor. Ödülü “Yanık Saraylar”ın alması gerektiğine inanan Memet Fuat jüriden istifa ediyor. Sevim Burak almayı umduğu ödülün kendisine verilmemesinden sonra küsüyor ve on yedi yıl hiçbir şey yayınlamıyor. 1982’de Adam Yayınlarının kurulması ile tekrar edebiyata dönüyor. 31 Aralık 1983’te yeniden dönüşünün keyfini yaşayamadan henüz 52 yaşındayken aramızdan ayrılıyor. Bugün edebiyatın geldiği noktadan bakarsak türler arası sınırlar giderek siliniyor. Şiirin dili öykünün ve romanın içine sızıyor, onu bir anlamda estetize ediyor, öyküsel anlatımı içinde taşıyan şiirleri seviliyor. Roman o kadar şekil değiştirdi ki, kısa öykü, kısa kısa öykü, seri roman, kısa roman, novella vurgusuna gereksinim duyuluyor. Çağdaş Türk edebiyatı adına sevindirici olan şu ki, bugün Sevim Burak adına sempozyumlar düzenleniyor, salonlar doluyor, oturumlar büyük bir ilgi ile izleniyor ve kitapları kapışılıyor. Onun öykücülüğü ve yazma anlayışını genç nesillere Türk öykücülüğüne yaptığı katkıyı aktarmak bugünkü edebiyatçılara düşen bir görev. Onu keşfetmek ve şifrelerini çözmek gayreti de okurlara kalıyor.

‘Eril iktidar kurallarını reddetti’

Neden normal insanlar için değil de deliler, evsizler, dışlanmışlar için yazıyor?

Bir yazar olarak Sevim Burak azınlıkları, dışlanmışları, ötekileri ve kadınları anlattı. Eğer bir yazar bu kişileri öykülerine taşımışsa toplumun bu kesimine dikkat çekmek içindir. Sevim Burak’ın 1965 yılında yayımlanan “Yanık Saraylar” adlı kitabının içinde yer alan “Büyük Kuş” erkek egemen düzende “öteki oluş” un, “kadın oluş” unun öyküsüdür. Öyküde, kentin sokaklarında dolaşan kadının kendine ait olmayan dışsal alandaki mücadelesi, yersiz-yurtsuzluğu ve hayatta kalma çabası yazarın kendine özgü dil aracılığıyla aktarılır. Dil bilgisi kurallarının, noktalama işaretlerinin alt üst edildiği metinde, cümlelerin çizgisel sürekliliği anlayışına da darbe vurularak parçalı bir anlatım tekniği tercih edilmiştir. Bu bağlamda “Büyük Kuş” öyküsü, eril iktidarın söylemini ve onun kurallarını kullanmayı reddeden, bu iktidar tarafından sindirilmiş, yok sayılmış kadınların sesini hâkim dilde çeşitli oyuklar açarak duyurmaya çalışan bir eserdir.

Editör: Haber Merkezi