Seval Deniz Karahaliloğlu - 13 Şubat 1958’de doğan Nilgün Marmara edebiyatımızın Sylvia Plath’ı olarak bilinir. 13 Ekim 1987’de çok genç bir yaşta, 29 yaşında aramızdan ayrılan şair, yaşadığı dönemde şiir ve düz yazı olarak kaleme aldığı eserlerle edebiyat dünyası için çok özel bir nefes oldu. Yaşarken sadece birkaç şiiri dergilerde yayınlanan şairin bütün eserleri ancak ölümünden sonra yayınlanabildi. Türk edebiyatına yepyeni bir bakış getiren Nilgün Marmara’yı doğum gününde Şair Hülya Deniz Ünal’la konuştuk.

Nilgün Marmara’nın adını ilk defa ne zaman, nasıl duydunuz?

Geçmiş, gelenektir. Geleceğin yapı taşları geçmişten oluşur. Bu hayatta da edebiyatta da böyledir. Bugün, dünden yaratılır. Her şair dönüp geçmişe bakmalı, kendinden önce, kendine gelene kadar neler yazıldığını gözden geçirmelidir. Ben de dönem dönem geçmişe dönüp bakar, şairleri yeniden okurum. Kadın şairlere daha yakından bakarım elbette. Onların oluşumundaki nüveleri, çekirdeği, nereden gelip ne yazdıklarını gözden geçiririm. Nilgün Marmara ile bu yolculukların birinde karşılaşmışımdır ancak kesin bir tarih veremiyorum. Ya da o, ilk günden beri belleğimde gibi geliyor bana. Sadece o değil, Virgina Woolf, Sylvia Plath ve Özge Dirik de.

‘KANAT İZLERİ BIRAKTI’

Nilgün Marmara adı size neyi ifade ediyor?

Anadolu’da “Sürüden ayrılan kuş yaralıdır” denir. Sürüden ayrılan kuşun peşine avcılar düşer hemen, kolay bir av bulmuşlardır çünkü. Nilgün Marmara benim için sürüden ayrılan, daha doğrusu ayrılmak zorunda olduğunu hisseden o kuştur. Parlak tüylü, uçma heveslisi ama göğü kirletilmiş bir kuş. Yazdığı şiirler de gökyüzüne bıraktığı kanat izleridir.

En sevdiğiniz ve sizde derin izler bırakan şiiri ya da yazısı hangisidir?

Şu dizesi ezberimdedir: “Ey iki adımlık yerküre, senin bütün arka bahçelerini gördüm ben” Kitapları ölümünden sonra basılmıştır, evet! Ölümünden birkaç ay önce Şiir Atı-Kitap’ın Nisan 1987 tarihli üçüncü sayısında, iki şiirini yayımlamıştır. Bildiğimiz kadarıyla bunlar yayımladığı ilk şiirler olmuştur. Onlardan biri olan, “Ben babamın yuvarladığı çığın altında kaldım” diye başlayan “Kan Atlası” en sevdiğim şiiridir. Şiirin son dizesi, “Üzgün adım, ileri marş!” ise yaşadığımız olumsuzluklarda hemen aklımıza gelen bir slogana dönüşmüş durumda, en azından benim için öyle.

Hangi eseri sizin için daha özeldir?

Kağıtlar’da (Everest Yayınları, 2016) “Düşünsene açık bir deniz kıyısında Kafka ve Stirindberg kucak kucağa” diyor. Stirindberg, akıl hastanesinde yatmış, alkol sorunu olan, dış dünyayla ilişkisini sıfırlamış, absürt tiyatroyu etkilemiş, günlük tutan bir yazardır. Kafka, hastalık derecesinde yalnız, o da absürde yakın ve günlük tutuyor. İkisi de kadınlarla ilişkilerinde başarısız, ikisi de erken ölüyor. Nilgün Marmara’nın onları bir araya getirmiş olmasını anlaşılır bulmuş, hatta kendine benzediğini düşündüğü iki yazarı yan yana getirerek yalnızlıktan kurtarmak istemiş diye düşünmüştüm. Elbet kendini de bu yalnızlıktan kurtarmak istemiş olabilir..

‘MERAK UYANDIRIYOR’

Nilgün Marmara’nın yazı tarzına ve şiir anlayışına bakacak olursak, onun yazım tarzı hakkında neler söyleyebiliriz? Onu bu kadar özel bir yazar yapan özellik nedir?

Işıltılı, modernist bir şiir yazdığını, özellikle yaşadığı ve yazdığı dönemin ruhunu yakalamış olduğunu söyleyebilirim. 70’li yıllar, siyasi açıdan çok sert geçmişti. Ekim 1981’de yazdığı “Piyade” şiiri 12 Eylül’e bir başkaldırı olarak okunabilir: “Piyade ölgün, kum fırtınasında / Bitsin demiş, ben çirkinim / Hoşça kal”.

Nilgün Marmara’nın yaşadığı siyasi çalkantılı dönem onun ruh halini, hayata bakışını ve şiirini nasıl etkilemiş olabilir?

80’li yıllara gelindiğinde yazılan şiir farklılaşır; siyasete oldukça uzak, kendi içine ve bilinçaltına yönelen, kapalı anlamlar içeren örneklerle dolup taşar. Bu, Nilgün Marmara şiiri için de geçerlidir. Aralarında yer aldığı entelektüel çevrenin etkisiyle yazmaya eğilimli olduğu ve içinde bulunduğu ruh halinin şiir ve yazılarına yansıdığı görülür. Dünya edebiyatını iyi bilen, yakından izleyen, iyi eğitim görmüş bir kadındır. Varlık sorunsalını irdeleyen, içindeki zenginliği ya da yoksunluğu dışına taşıran, genelde umutsuz, karamsar bir şiir yazarken hiçliğe kayıverendir o. Ancak sosyolojik olarak intihar; bireysel bir edim olsa da toplumu etkiliyor, her zaman merak uyandırıp dikkat çekiyor.

‘BENZERLİKLERİ VAR’

Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünü Slyvia Plath’ın Şairliğinin İntiharı Bağlamında Analizi tezi ile 1985 yılında bitirir. Slyvia Plath’a takıntılı biçimde hayran olduğunu biliyoruz. Sizce Nilgün Marmara neden Slyvia Plath’ın şiirlerini kendine bu kadar çok yakın hissediyordu?

Slyvia Plath’ın Şairliğinin İntiharı Bağlamında Analizi, iddialı bir tez konusu. Ölüm izleği, Plath şiirinin yol haritasıdır. Giz dökümcü yani itirafçı bir şairdir. Nilgün Marmara, bu konudaki araştırmaları sırasında onun yaşadıklarından etkilenmiş ve özdeş bir yakınlık duygusu kurmuş olabilir. 2. Dünya Savaşında toplama kamplarında kalmış, işkenceler görmüş yazar Jean Améry’e göre intihar; doğuştan gelen bir arzudur. Nitekim kendisi de yaşamına intihar ederek son vermiştir. İntihar doğuştan gelen bir arzuysa, buna kim engel olabilir ki? Bu öznel bir seçimdir ve büyük bir cesaret, vazgeçme iradesi ister. Günlüklerinden (Defterler, Everest Yayınları, 2016) bir örnek vermek istiyorum: “ İçimdeki tüm çerçöp, kırpıntı, talaş, çapak v.b ‘dozu arttırın’ diye emrediyor ve çok ilaçlar içiyorum. Ve her gün nasıl yaşadığıma, yaşayabildiğime, her an, her durumda yine ve yeniden usanmadan bitimsiz şaşıyorum.”

Cemal Süreya, İlhan Berk, Edip Cansever, Ece Ayhan, Turgut Uyar, Cihat Burak, Fazıl Hüsnü Dağlarca gibi çok özel yazarlarla bir araya geliyordu. Özellikle Cemal Süreya onu çok seviyordu ve Zelda adını takmıştı. Neden onun Zelda’sıydı?

Edebiyat bir okuldur, öncü kurucu şairler de iyi birer öğretmen. Nilgün Marmara’yı edebiyat çevresine İlhan Berk’in tanıttığını biliyoruz. Mektuplaşmalarında ona hitaben “Büyük Nilgün” yazdığını. Cemal Süreya, çok iyi bir entelektüeldi. Romancı Scott Fitzgerald’ın eşi Zelda; çılgın, uçarı, zeki bir kadındı. Roman yazdı, resim yaptı, baleyle ilgilendi. Psikolojik sorunları vardı ve yaşamının 18 yılını tedavi olarak geçirdi. Hastane sürecinde mektuplar, hikâyeler ve ilginçtir ki o da günlükler yazdı. Akıl hastanesinde çıkan bir yangında da öldü. Sanata olan ilgisi ve yazma yeteneği, zekâsı, uçarılığı, güzelliği gibi benzerlikler nedeniyle Zelda ismini taktığını sanıyorum.

‘ONUN İÇİN YAZMIŞ GİBİDİR’

Özellikle Ece Ayhan Nilgün Marmara’yı çok seviyordu. Neden intihar etti? Bu kadar genç yaşta, bu kadar üretken olduğu bir çağda neden hayatına son verdi?

Karşıyaka Hatırası’nda yazmıştım (Heyemola Yayınları, 2019): Gencecik yaşında kendini evinin balkonundan atıp intihar eden şair dostu Nilgün Marmara’nın 13 Ekim 1987 günkü cenaze töreninde, Ece Ayhan, Nilgün Marmara’nın annesinin yanına sokulup “tuhaf” bir soru sorar: “Nilgün’ün okul numarası kaçtı?” Annesi yanıtlar: “128!” Nilgün Marmara’yı çok sevdiğini bildiğimiz Ece Ayhan için bu intihar, gerçek bir yıkım olmuştur. Nilgün Marmara’nın gömüleceği mezarın, mezarlıktaki numarası da 128’dir. (Şair Nilgün Marmara, 12 Şubat 1958’de doğmuştur. Kendine kıydığında sadece 29 yaşındaydı.) Ece Ayhan’ın 1970’te yazdığı “Meçhul Öğrenci Anıtı” şiirinde “Aldırma 128! İntiharın parasız yatılı küçük zabit okullarında / Her çocuğun kalbinde kendinden daha büyük bir çocuk vardır / Bütün sınıf sana çocuk bayramlarında zarfsız kuşlar gönderecek” demesi nasıl da ilginçtir. Sanki bu şiiri onun için yazmış gibidir.

‘BİLMEK MUTSUZLUKTUR’

Özellikle şiirlerinde çok derin bir hüzün ve acı hissediliyor ve şiirden okuyucuya doğru akan bu acı insanı derinden sarsıyor. Bu acının, hüznün, kaybolmuşluk hissinin nedeni ne olabilir?

Bu soruya yanıtım çok açık: “Bilmek mutsuzluktur.” İyi bir aile ve çevrede yetişmiş, iyi bir eğitim almış, iyi bir evlilik yapmış bir kadından söz ediyoruz. Bir de şiir yazıyor. Şiir yazmakla kalmıyor; şiir tadında günlükler, mektuplar, okuma notları, düzyazılar yazıyor. Bu kadar iyiyi bir arada yaşayan bireyin beklentilerinin de yüksek olacağı çok açık. Ancak ülkenin durumu, uzun süreli çalışma ortamı bulamaması, uzunca bir süre Libya’da yaşamak zorunda kalması nedeniyle duyduğu yalnızlık, üzerine bir de psikolojik rahatsızlığını eklersek onu intihara götüren süreci biraz olsun kavramış oluruz. Sevdiğim bir deyim var “Failini yalnız ceset bilir”

‘CAZ HÜZNÜN MÜZİĞİDİR’

Caz müziğini çok sevmesini neye bağlıyorsunuz? Üstelik çok güzel bir caz gırtlağı olduğu anlatılır.

Caz sevmesi çok doğal, şiire çok benzer çünkü. Caz, hüznün müziğidir. Umudu ayakta tuttuğu için coşkunun ve ayakta kalmalarını sağladığı için direncin de müziğidir. Aynı şiir gibi. Şiir de acılardan, yokluklardan yoksunluklardan çıkar. Bir meselesi olmayanın şiiri de yoktur. İnsan ruhunun derinliklerinden, hüznünden beslenir, bilinçaltında demlenir. İnsanın yaşadığı toplumun yaşadığı koşullarla şekillenir. Bir gün gelir ki onu şairi de bilemez, gün yüzüne çıkar. Caz ve şiir insanın içinden, derinliklerinden gelen ve hüznünden beslenen birer dışavurumdur. Caz ezgilerle, şiir ise sözcüklerle yapar bunu. İnsandan çıkıp diğer insanların duygu ve hüzünleriyle buluşurlar bir güzel. Onun içindir ki bunca insan her ikisini de kalbinin üzerinde taşır. Bunun içindir ki her ikisinin de özel meraklıları vardır. Onlar, caz ve şiir tutkunları bu zevkleriyle bile diğerlerinden ayrılmaya yeter. Ayrılırlar da zaten. Nilgün Marmara da onlardan biridir yalnızca. Ondan bir caz ezgisi dinlemeyi isterdim.

Editör: Haber Merkezi