SEVAL DENİZ KARAHALİLOĞLU/İZGAZETE - “Türkiye’de gerçek manada müzik eleştirmenliği yapamıyoruz” diye söze giriyor Önder Hoca. Hocaların hocası, Türkiye’nin en saygın müzik eleştirmenlerinin başında geliyor. Son dönemlerde gençler arasında “müzik eleştirmenliği” yapmak moda oldu. Müzik alanındaki birikimi şüpheli kişilerden tutun da hasbelkader ancak bir iki konsere gidebilmiş kişilere kadar günümüzde herkes “müzik eleştirmeni”. Durum böyle olunca, işin aslını hayatını gerçek manada müzik eleştirmenliğine adamış büyük usta Önder Kütahyalı’ya soralım istedik. Kendisiyle müzik eleştirmeni kimdir, nasıl olunur ve Türkiye’deki müzik eleştirmenliğinin durumu üzerine konuştuk.

Müzikle nasıl ilgilenmeye başladınız?

Müziğe 10 yaşında başladım. O dönemde, 1946’da Alsancak’ta sağır, dilsiz ve körler kurumu vardı. Beni oraya gönderdiler. Oraya giden öğrenciler demircilik, marangozluk, terzilik mesleklerini öğreniyorlardı. Gözleri görmeyen öğrencilerin hepsine mutlaka müzik yaptırıyorlardı. Yeteneksiz olanlar müzik kulağı olmasa da müzik yapmaya alışıyorlar, müziği benimsiyorlardı. Keman öğrenmeye başladım ama müzik öğretmenimiz Martha Amadi ilk önce beni beğenmedi. Kemanın yayını doğru çekemiyorsun dedi. Daha sonra, yayı doğru çekmeyi öğrendim ve yayı iyi çekmeye başladım. Daha sonra, Martha Amadi benim keman çalmamı beğenmeye başladı.

Siz Türkiye’nin sayılı müzik eleştirmenlerinden biri olarak tanınıyorsunuz. Müzik eleştirmeni kime denir?

Müzik sanatını çok iyi bilen ve onun icrasını, yorumunu, müziğin verilerine göre olumlu ya da olumsuz yönde eleştiren kişiye denir.

‘DERGİLERDE YAZDIM!’

İlk müzik eleştiri yazılarınız nerelerde yayınlandığını hatırlıyor musunuz?

Müzik eleştirisi üzerine yazdığım ilk yazılar Panayot Abacı’nın çıkardığı Orkestra Dergisi’nde yayınlandı. Daha sonra Ankara Filarmoni Dergisi, Müzik Dergisi gibi çeşitli dergilere yazılar gönderdim ve daha sonra 10 yıl boyunca Cumhuriyet Gazetesi’nde müzik eleştiri yazılarım yayınlandı. Daha sonra, 1981’de Varol Matbaası Kişisel Yayınlarından “Çağdaş Müzik Tarihi”, 1995’de Kültür Bakanlığı Yayınlarından “Kırk Yılın Sesi”,  2001’de Kültür Bakanlığı Yayınlarından  “40+5 Yılın Ardından” ve 2003’de Sevda Cenap And Müzik Vakfı Yayınlarından “Hikmet Şimşek Işığı Taşıyan Adam” isimli kitaplarım yayınlandı. Ayrıca, İzmir Kültür Sanat ve Eğitim Vakfı (İKSEV)’in düzenlediği Uluslararası İzmir Festivali’nin ilk festival kitabını İngilizce ve Türkçe olarak hazırladım.

‘ELEŞTİRİSİZ İLERLENMEZ!’

Peki, müzik eleştirmenliği neden bu kadar önemli?

Müzik eleştirisi, müzisyenlerin kendi yollarını bulmaları açısından çok önemli bir gereksinme. Bunu şuradan anlıyoruz. Daha 1930’lu yıllarda, çok değerli müzikoloğumuz ve hocamız Mahmut Ragıp Gazimihal, 1934 ve 1935 yılları arasında, 10 sayı “Müzik ve Sanat Hareketleri” diye bir dergi çıkarmış. Bu dergide, müzik eleştirisinin kaçınılmaz bir ihtiyaç olduğunu söylüyor. Ve “müzik eleştirisi olmazsa, müzikte ilerleyemeyiz” diyor. Onun kendi deyimiyle “tenkit mutlaka gereklidir” diyor. Ve kendisi de buna yol gösteriyor. Örneğin 1935’de, besteci Hasan Ferit Alnar’ın Prelüd ve İki Dans isimli eserini dinlemiş, eser seslendirilirken Hasan Ferit Alnar da Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrasını yönetmiş. Mahmut Ragıp Gazimihal, eseri çok beğenmiş. Göklere çıkarıyor. Çok güzel bir Türk yapıtı diyor. Özellikle, müstehar makamını çok güzel kullanmış diyor ve övüyor. Buna karşılık, Lüks Hayat Operetini seyretmiş. Bunu da yerin dibine batırıyor. Hiç beğenmemiş, operet için milli karnaval diyor. Mahmut Ragıp Bey’in bize gösterdiği bir yol daha var. Bu, dünyada daha çok uygulanan bir yöntemdir. Mahmut Ragıp Bey, radyo dinliyor ve radyoda dinlediği resitalleri veya konserleri eleştiriyor. Radyo eleştirisi yapıyor. Bunun sonu plak eleştirisine çıkar. Dünyada bir de plak eleştirisi var. Bunu, Türkiye’de ilk defa ben yaptım. Hikmet Şimşek’in plaklarını, rahmetli hocamızın isteği üzerine eleştirdim. Bu eleştirileri daha önce de söylediğim gibi “40+5 Yılın Ardından” isimli bir kitapta topladık. Kitap Hikmet Şimşeği kaybettiğimiz yıl 2001 yılında Kültür Bakanlığı Yayınlarından çıktı.

Bu eleştirileri yapabilmek için belli bir birikimin oluşması lazım değil mi?

Kesinlikle. Bu meslek, bir müzik parçası çalarken onun tonunu, modülasyonlarını, yapısını, formunu, biçemini, hangi dönem yapıtı olduğunu anlayacak derecede müzik bilen bir kişinin yapacağı bir iştir.7

‘ELEŞTİRMEN YETİŞMİYOR’

Peki, ülkemizde müzik eleştirmenleri nasıl yetişiyor?

Hiç bir şekilde yetişmiyor. Şimdiye kadar, herkes kendi çabasıyla müzik eleştirmeni oldu. Müzik eleştirmeni olarak ortaya çıkan insanlar, ciddi bir müzik eğitimi yapmış, konservatuar eğitimi almış ya da besteci olacak veya icracı olacak yolda kendisini yetiştirmiş kişiler oluyor. Konservatuar eğitiminin dışında, kendisini besteci olarak yetiştiren kişilere örnek olarak, İlhan Kemal Mimaroğlu’nu verebiliriz. Konservatuardan mezun olmamış ama kendisini icracı ve müzik eleştirmeni olarak yetiştirmiş başka bir isim ise rahmetli Faruk Güvenç. Tabii ki konservatuar mezunu eleştirmenlerimiz de var.

Türkiye’de müzik eleştirmenliği konusunda eğitim veren okullar var mı?

Maalesef bu tip okullar Türkiye’de yok fakat son zamanlarda, güzel sanatlar fakültelerine bağlı müzikoloji bölümleri açıldı. Kesin olarak emin olmamakla birlikte bu bölümlerde müzik eleştirmenliği dalı olabilir. Buralardan mezun olan kişiler de müzik eleştirmenliği yapabilir.

ELEŞTİRMENLİĞE 2 ENGEL!

Müzik eleştirmenliği kurumu Türkiye’ de yerleşmiş bir kurum mu?

Hayır, yerleşmiş bir kurum değil. Müzik eleştirmenliği yapabilmek Türkiye’de çok güç. İki engel var. Birisi, müzikçiler birbirlerini yakından tanıyorlar. Eleştirmen, bu yakından tanıdığı insanları eleştirmeye çekinebiliyor. Araya mesafe koyamıyor. İkincisi, Türkiye’de müzik eleştirmenliğinin en güç yanlarından biri ve en önemlisi, müzisyenlerin eleştiriye dayanamamaları. Yani, bir eleştiri yaptığınız zaman, onlar da sizi eleştiriyorlar. “Neden böyle yazdın, neden böyle yaptın” diyerek sizden hesap sormaya kalkabiliyorlar. Mesela, ben şu anda adını vermek istemediğim bir piyaniste, “biraz sert çaldı” dedim. “Sen böyle yazdın diye beni festivale çağırmayacaklar şimdi” dedi ve beni fena halde suçladı. Oysa hiç ilgisi yok. O akşam öyle çalmış olabilir. Kaldı ki ben yazdım diye niye festivale çağırmasınlar ki? Ama böyle bir hassasiyet var. Benim başıma gelmedi ama bir arkadaşıma gece yarısı saat 12.00’de, “neden bunu böyle yazdın” diye telefon edenler oluyormuş. Yani, sanatçılar eleştiriye hiç dayanamıyorlar.

‘YAPTIRIM DEĞİL!’

Bu durumda, müzik eleştirmenlerinin belli bir yaptırım gücü var diyebilir miyiz?

Hayır, ona yaptırım gücü diyemeyiz. Belki, etkileyebiliyor. Bazı kişiler müzik eleştirmenine güven duyuyorlar. Onun doğru söylediğine inanıyor ve yazılan eleştiriye göre, o sanatçının değeri hakkında bir karara varabiliyorlar. Ama bu bir yaptırım değil.

‘ELEŞTİRİ UYARIR!’

Müzik eleştirisi denince, akla hemen olumsuz anlam içeren bir yazı geliyor. Gerçekten öyle mi?

Eleştiri dediğiniz zaman sanki yazar bir kusur bulacakmış gibi anlaşılıyor. Halbuki yazarın beğendiği şeyler de olur beğenemediği şeyler de olur. Yani, olumlu yönde de eleştiri yapılıyor. Tabii o zaman sanatçıyı yüreklendiren bir eleştiri oluyor. Olumsuz yönde de yapılıyor. Eleştirinin sanatçıyı gücendiren değil, “uyaran” bir yanı olması lazım. Yorumcu olumsuz eleştiriyi, kendisine ışık tutan bir uyarı olarak algılamalı ve icrada aksayan yönleri düzeltme yoluna gitmeli. Böyle yapılırsa, hakikaten hem müzik eleştirisi ilerleme gösterir, hem de Türkiye’de yapılan müziğin niteliği yükselir.

‘SORUMLULUK VAR’

Bu da müzik eleştirmenlerine belli bir sorumluluk getiriyor değil mi?

Tabii ki. Sorumluluk gerektiren bir meslek bu. Ben, yazdığım zaman enine boyuna düşündüğüm olur. “Bazen bunu yazayım mı, bunu söyleyeyim mi” diye düşünürüm.  Her şeyi yazmak doğru değil. Özellikle, müzik eleştirmenliğinin Türkiye’deki konumu düşünüldü zaman. Nadir Nadi döneminde, Cumhuriyet Gazetesi’nde, Cumartesi günleri yazan bir müzik eleştirmeni vardı.  Bir gün Nadir Nadi bu müzik eleştirmenini çağırır ve “Bak oğlum, sen müzik üzerine yazacaksın ama bizim Türkiye’de klasik müzik sanatını yaymamız gerekiyor. Onun için kendini tut. Öyle acı, kaka eleştiriler yapma. Olumlu şeyleri yaz” diye öğüt verir. Hakikaten de o öyle yapardı. O bakımdan mutlaka bir sorumluluğumuz olduğu kesin.

Editör: Haber Merkezi