SEVAL DENİZ KARAHALİLOĞLU / İZ GAZETE - Bundan bir yıl önce, 9 Kasım’da hocaların hocası Özdemir Nutku aramızdan ayrıldı. Mütevaziydi, İstanbul Beyefendisiydi, bütün olumsuz koşullara rağmen asaleti ve duruşundan taviz vermeyen çok değerli bir bilim insanıydı. Sadece hayata karşı duruşundan ilham alabilenler için bile başlı başına bir okuldu. Özdemir Hoca deyince üzerime sağanak gibi anılar yağıyor. Yıllar önce İzmir Sanat’ta yaptığımız söyleşiyi anımsıyorum. Tiyatro sevgisinin nereden kaynaklandığından, çocukluğundan, okul yıllarından ve ailesinden bahsetmiştik.

Hocam ilk defa tiyatroyla nasıl tanıştınız?

İlk defa anneannem beni çocuk tiyatrosuna götürmüştü. Yıl 1937. Bundan çok heyecan duydum. Ondan sonra koleje girdikten sonra bütün tiyatro etkinliklerinde rol aldım. 1946-1947’de beni kolejde gören profesyonel bir ağabeyimiz beni beğenmiş. İstanbul’da Kadıköy’de Karlo Kapoçelli’nin orkestrasıyla birlikte “Tarla Kuşu” opereti konuyordu. Süreyya Sinemasında sergilenen Franz Lehar’ın “Tarla Kuşu” operetinde, hem dansçı hem de oyuncu olarak küçük bir rolde oynadım. İlk defa profesyonel olarak sahneye çıkmıştım. O nedenle, şimdi meslekte 70. yılımı kutluyorum. Daha önce sahneye amatör olarak çıkıyordum ama “Tarla Kuşu” operetinde ilk defa para aldım, oyunda rol aldığım süre içinde yevmiye alıyordum.

Anneannenizle ilgili çok güzel anılarınız var. Öyle değil mi?

Anneannem, çok küçükken 6-7 yaşlarımdayken bana ‘Pandispanya Çocuğu’ okurdu. Aklımda kalmış, çünkü o çocuğa çok üzülmüştüm. Masalın sonunda o çocuğu yiyorlardı. (kahkahadan kırılıyoruz) Sonra “Kibritçi Kız” masalı vardı. Anneannem benim çok üzüldüğümü görünce, bu tür masalları okumayı bıraktı. Nasrettin Hoca hikayeleri ve fıkralar okumaya başladı.

‘AY YOLCULUĞU GİBİ…’

Gelelim tiyatroya ilk gittiğiniz güne. Siz de ne tür izler bıraktı?

Bir gün anneannem bana, ‘sen tiyatro nedir biliyor musun?’ diye sordu. Hayır, bilmiyorum deyince, işte bu hikayelerde anlatılanlar insanlar tarafından canlandırılıyor dedi. Peki, görmek ister misin deyince tabii, görmek isterim dedim. Biz o zamanlar taaa, Kadıköy Acıbadem’de oturuyorduk. Oradan bir arabaya biniyor, Haydarpaşa iskelesine gidiyorduk. Oradan vapura biniyorduk. Karaköy’e geliyor, Karaköy’de tünele biniyor. Tünel’den tiyatroya gidiyorduk. Yani, benim için uzun bir “Ay Yolculuğu” gibi bir şeydi. İşte, o ilk tiyatroya gidişimde, ilk defa Tünele binmiştim. Orada, Tünel’de çok zangırtılı gürültülü bir şeydi, bayağı korkmuştum. O da bana ayrı bir serüven olmuştu. Sonra, gece aynı serüveni ben bir kere daha yaşamıştım. Daha ilkokul birinci sınıfa gidiyordum ve benim için çok maceralı bir gün olmuştu.

‘ÇOK ÜZÜLMÜŞTÜM’

Oyunun konusu neydi?

Oyunda bir siyah köpek vardı. O siyah köpeği hep itip kakıyorlardı. Sonra, oyun bitti. Alkışlar başladı. Alkışlarda, bütün köpeklerin hepsi çıkmıyor. Orada bir anlatıcı vardı. Orada çocuklara soruyor. Kimi istiyorsanız, söyleyin gelsin diyordu. Çocuklar köpeklerin isimlerini bağırıyorlar. Hep beyaz köpekler geliyor, kara köpeği isteyen yok. Anneannem ben rahatsız olmayayım diye loca almış, altıma da oyunu rahat görebileyim diye kendi mantosunu koymuştu. İskemlede oturuyorum. Avazım çıktığı kadar “Kara Köpeeeek, Kara Köpeeeeek” diye bağırıyorum ama sesimi duyuramamışım demek ki kara köpek çıkmadı. Buna çok üzülmüştüm.

‘ÇİZMELİ KEDİ GÜZELDİ’

O dönem seyrettiğiniz çocuk oyunlarını anımsıyor musunuz?

Çocuklara, öğretici “didaktik” oyunlar vardı. İşte okula nasıl gidilir? Okulda neler yapmamız lazım? O zaman Kemal Küçük vardı. Öykülü oyunlar yazardı. Şehir Tiyatroları’nın Çocuk Tiyatrosu ve özel aktörleri vardı. Yani, her şey oynanırdı. Mesela “Çizmeli Kedi”, “Kırmızı Başlıklı Kız”, “Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler” gibi masalları hep izlerdik. Ama ben içlerinden en çok “Çizmeli Kedi” oyununu beğenmiştim. Gerçekten de “Çizmeli Kedi” çok güzeldi.

‘HOCALAR KAMÇILADI’

Okul yıllarında tiyatroyla nasıl ilgilendiniz?

İlkokulda ben beşinci sınıfı bitirdikten sonra Robert Koleje girdim. Kolejde, kendi aramızda hocalarla birlikte İngilizcemiz ilerlesin diye bize tiyatro oyunları oynatıyorlardı. Ondan sonra, sekiz yıl boyunca devam etti. Liseye geçtikten sonra, çok sayıda oyunda rol aldım. Mesela Ahmet Muhip Dranas’ın, John Steinbeck’in oyunlarında oynadım. Refik Erduran’ın “Kahraman” isimli oyunuyla William Shakespeare’in oyunlarında çeşitli roller aldım. Kolejde tiyatroya çok önem verilirdi. Tiyatroya asıl sevgim, Türkçe öğretmenlerimizle başladı. Mesela Ekrem Yirmibeşin vardı. Türkçe hocamız Keramet Nigar Bey vardı. Kendisi Şair Nigar Hanım’ın oğullarından biriydi ve104 yaşında öldü. Çok iyi de Türkçe öğretirdi. Bizi şehir tiyatrosundaki oyunlara götürürdü. Sonra, başka bir Türkçe hocamız Baha Toven vardı. İmzasını Beethoven diye B. Toven olarak atardı. Beethoven olurdu. Çok özel bir insandı, gerçek bir Beethoven aşığıydı. Dersleri hep klasik müzik dinleterek geçerdi. O da bize müzik sevgisi aşıladı. Annem ve babam bizi, kardeşimi ve beni çok küçük yaşlarda piyanoya başlatmışlardı. Klasik müziği çok sevdiğim için Baha Toven’in derslerini çok severdim, çok güzel geçerdi. Bütün bu hocalardan biz çok iyi Türkçe öğrendik. İşte bütün bu hocaların hepsi beni tiyatro konusunda çok kamçıladılar. Bilmiyorum bende bir yetenek mi gördüler, hep beni desteklediler. Mesela, bir oyun oynanacaksa muhakkak ben seçilirdim. Çok keyifliydi. Sonra, birden bire dışarıdan biri gelip beni oyunda profesyonel olarak oynatınca daha çok zevk almaya başladım. Düşün, 16 yaşında para kazanmaya başladım.

Yetişkin oyunlarına geçiş nasıl oldu?

İşte, kolej yıllarında oynadığım bu oyunlarla oldu. Mesela, William Shakespeare’in “Romeo ve Juliet” isimli eserinde, Benvolio karakterini oynadım. Refik Erduran’ın “Kahraman” isimli eserinde, “Kahraman”ın bir yetişkinliği bir de çocukluğu vardır, ben “Kahraman”ın çocukluğunu oynadım. John Steinbeck’in “Yüreğim Dağlardadır” oyununda oynadım.

‘BENİ ÇOK ETKİLEMİŞTİ’

Tiyatro’da seyrettiğiniz ilk yetişkin oyunu hangisiydi?

Ankara’da ilkokul ikinci sınıftaydım. Ankara’da teyzem beni o dönemde 1941’de kurulan Tatbikat Sahnesi’ne götürmüştü. 1942’de Kemalettin Bey’in yaptırdığı Halk Evi vardı. Sonra Halk Ocağı oldu. Orada Madam Butterfly’ın birinci ya da ikinci perdesini seyretmiştim. Mesude Çağlayan, Madam Butterfly’ı oynuyordu. O ilk gördüğüm profesyonel oyundu. Tatbikat Sahnesi yarı profesyonel oyunlar sergiliyordu. Beni çok etkilemişti. O oyun beni tamamıyla tiyatronun kucağına attı diyebilirim.

AİLEDEN TİYATROCU

Tiyatro sevgisi aileden geliyor diyebilir miyiz?

Tabii ki ilk tiyatroya gidişimizden sonra, anneannem ayda iki üç defa olmak üzere beni tiyatroya götürmeye başladı. Daha sonra da, annem ve babam ile birlikte tiyatroya gitmeye başladım. Babam özellikle tiyatroya çok meraklıydı. Metin And’ın söylediğine ve yapmış olduğu araştırmaya göre, Türkiye’de ilk opereti, “La Bayader” operetini babam çevirerek sahnelemiş. Operet, Süreyya Sineması’nda sahnelemiş, hatta başrolde de Gülriz Sururi’nin annesi oynamış. Öte yandan, teyzem Heidelberg Üniversitesi Felsefe Bölümünden mezundu. Teyzem Şaziye Berin Kurt’un Milli Eğitim Yayınlarından çıkan Henrik İbsen ve Gerhart Hauptmann’dan Almancadan Türkçeye çevirdiği eserleri vardır. Annem de Fransa’da okumuştur ve Fransızcadan şiir çevirileri vardır. O zaman babam savaş sırasında askeri yargıçlık yapıyordu ve Isparta’daydık. Annemin çevirileri Isparta’da mahalli bir gazetede yayınlanmıştı. Babam tiyatroyu çok severdi ve müziğe de çok meraklıydı. Müzik kulağı çok iyiydi. Tek nota bilmez. Bütün opereti ezbere çalardı. Çardaş Fürstin’i, La Bayader’i, dinlediği her şeyi ezbere kulaktan çalma yeteneğine sahipti. Müthişti. Ben o nedenle çok şanslıyım. Okuldan çok şey öğrendim. Fakat ailemiz çok iyiydi. Ben ailemden çok iyi beslendim.

‘BENİM İSTEDİĞİMİ SEN YAP OĞLUM’

Tiyatroyu seçme kararını nasıl aldınız?

Askerlik bittikten sonra babamın yanına gittim. Babamın büyük bir hukuk bürosu vardı. Denizci olduğu için deniz ticaret avukatlığı yapıyordu. Yanında üç, dört avukat çalışırdı. Benim de avukat olmamı isterdi. Ankara’ya milletvekili olarak gittiğinde ben de Hukuk Fakültesi’ne girdim. Bir sene Hukuk Fakültesi’ne devam ettim. Sonra babamın karşısına geçtim. Baba ben hukuk fakültesinde yapamayacağım, ben iyi bir hukukçu olamam, çünkü sevmiyorum dedim. Peki, neyi seviyorsun diye sordu. Ben, tiyatroya gireceğim dedim. Biraz durdu. Gözleri nemlendi. “Benim yapmak istediğimi, sen yap oğlum. Bu, senin hayatın.” dedi.

‘DESTEĞİ BÜYÜKTÜ’

Babanızın desteği ile tiyatroya başladınız diyebilir miyiz?

Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesini bitirdikten sonra, beni tiyatro eğitimi almam için Almanya’ya gönderen babamdır. Beni Robert Kolej’e de yazdıran babamdır. Okul çok pahalıydı. Babamın ödeme gücünün üstündeydi ama babam taksitle ödedi ve beni Robert Kolejde okuttu. Sonra, Almanya’ya üniversiteye giderken ilk yıl burs buldum. Almanya’ya gidince kendi hayatımı kendim kazanmaya başladım ama babamın çok büyük desteğini gördüm.

BAŞLI BAŞINA OKUL

Öğrencisi olun olmayın çevresindeki herkese iyi insan olmayı aşılayan, tiyatroyu, sanatı sevdiren Özdemir Hoca aslında başlı başına bir okuldu. Yaşadığı sürece gören gözlere, işiten kulaklara iyiliğin, sanatın, bilimin ve aklın hakim olduğu bir hayatın mümkün olabileceğini gösterdi. Canım Hocam iyi ki sizi tanımışım ve iyi ki hepimizin Özdemir Hocası oldunuz. Böylece bize dayatılanın dışında başka bir dünyanın mümkün olduğunu artık biliyoruz. Aziz hatıranız önünde sevgi, saygı, minnet ve özlemle eğiliyorum.

Editör: Haber Merkezi