SEVAL DENİZ KARAHALİLOĞLU / İZ GAZETE - Cumhuriyet’in 97’nci yılını kutlamaya hazırlanırken Cumhuriyete ve değerlerine bir kez daha bakalım istedik. Bundan tam 97 yıl önce, 29 Ekim 1923 Pazartesi gecesi ilan edilen genç Cumhuriyetin kazanımlarına ve mirasına ne kadar sahip çıkabildik ve nereden nereye geldik? Cumhuriyetimizin 100. yılına üç yıl kala, günümüzde okullarda okutulan bir takım kitaplarda Cumhuriyet ülküsü ‘değersizleştirilerek’, özellikle ‘yüzeysel’ olarak anlatılıyor. Sanki Mustafa Kemal Paşa 29 Ekim günü, öylesine Millet Meclisinden içeri girmiş, Cumhuriyet’i sanki bir dakikada ilan etmiş gibi özellikle ‘basite indirgenerek’ yansıtılıyor. Hakikaten her şey bu kadar kolay mı oldu? Cumhuriyetin kazanımlarını elde etmek uğruna verilen mücadele bu kadar ‘basit’ mi yaşandı?

ADIM ADIM CUMHURİYETE

Türk Dil Kurumu Sözlüğü Cumhuriyet’in tanımını “ulusun, egemenliğini kendi elinde tuttuğu ve bunu belirli süreler için seçtiği milletvekilleri aracılığıyla kullandığı yönetim biçimi” olarak yapıyor. Cumhuriyetin ilk temelleri 23 Nisan 1920 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışında yapılan konuşmada “egemenlik kayıtsız şartsız milletin elindedir” diyerek atılır. Daha sonra 1 Kasım 1922’de saltanat sistemi kaldırılarak adım adım Cumhuriyet’in ilanına doğru gidilmiştir. Cumhuriyet’in ilanından sonra, 3 Mart 1924 tarihinde halifelik kaldırılır. Amaç Cumhuriyet’i sağlamlaştırarak, kalıcı olarak bütün kurumlarıyla birlikte yerine oturtmaktır. Gazi Mustafa Kemal Paşa, padişahlık ve Cumhuriyet arasındaki farkı şöyle anlatır. “Türk Milletinin karakterine en uygun idare Cumhuriyet idaresidir. Cumhuriyet ahlaki erdeme dayalı bir idaredir. Sultanlık korku ve tehdide dayalı bir idaredir. Cumhuriyet erdemli ve namuslu insanlar yetiştirir. Sultanlık korkuya ve tehdide dayalı olduğu için korkak, alçak, sefil, rezil insanlar yetiştirir. Aralarındaki fark budur.”

YOLUMUZ UYGARLIK YOLU

Cumhuriyet devrimleri ve kazanımlarıyla birlikte edinilen haklar insanları eşitlikçi ve özgürlükçü bir yönetim biçiminde yaşamasını amaçlar. Bunun için Cumhuriyetin devrimleri ve kazanımları korunmalıdır. Cumhuriyetin darbelerle kesintiye uğratılan 97 yıllık serüveninde bu devrimler ve kazanımlar ne kadar korunabildi? Günümüzde Cumhuriyetin devrimleri ve kazanımları ne kadar uygulanabiliyor? Siyasal Devrimler, Toplumsal Devrimler, Hukuk Devrimi, Eğitim ve Kültür Alanında yapılan Devrimler, Ekonomi Alanında yapılan Devrimler, Türk Dili ve Tarihi ile ilgili yapılan çalışmaların hepsi Türk Milletinin çağdaş uygarlık seviyesine çıkarak tam bağımsız ve özgür olarak yaşayabilmesi için yapılmıştır. Gazi Mustafa Kemal Paşa, 1 Mart 1924’de Türkiye Büyük Millet Meclisinde Hilafetin kaldırılması ve eğitim birliği konuları üzerine konuşurken hukuk alanında kesin ve kalıcı bir yenilenmeye gidilmesi gerektiğini şu cümlelerle anlatır “Medeni Hukukta, Aile Hukukunda izleyeceğimiz yol ancak uygarlık yolu olacaktır. Hukukta işi oluruna bırakmak ve hurafelere bağlılık milletin uyanmasını engelleyen en ağır kabustur. Türk Milleti üzerinde kabus bulunduramaz.” Bu kabusu, günümüzde varlıklarını korumaya çalışan Barolar bizzat yaşıyorlar. Bu barolara üye avukatlar, mahkemelerde kendilerini dahi savunamıyorlar. Cumhuriyetle birlikte kadınlara tanınan seçme ve seçilme hakkı kadınların gündelik hayattan politikaya kadar birçok alanda temsil edilmesini amaçlar. Günümüzde can güvenliği bile sağlanamayan kadınlarımız bu haklardan ne kadar faydalanabiliyor? Gerçekten kadını koruyan yasaların gündelik hayatta bir değeri var mı?

ÇÜRÜMÜŞ HUKUK EN BÜYÜK DÜŞMANIMIZ!

17 Şubat 1926’da kabul edilen Medeni Kanunla, Hukuk Devrimi aileyi güçlendirme, çocuk ve yetimleri koruma, kadın haklarını gözetme gibi konuların yanı sıra gündelik yaşamı düzenleyen her konuya çok geniş olarak yer verilmiştir. Daha sonra yapılan çalışmalarla Ticaret Hukuku, Ceza Hukuku, Medeni Hukuk ve Borçlar ve İcra Hukuku alanlarında yasalar hazırlandı. Gazi Mustafa Kemal Paşa Hukuk Devrimi için adeta bugünleri görerek şunları söyler. “Devrimcilerin en büyük ve sinsi düşmanı, çürümüş hukuk ve onun dermansız izleyicileridir. Ulusun ateşli devrim atılımları sırasında sinmek zorunda kalan, eski yasalar ve onlara dayanan eskinin hukukçuları, devrim atılımlarının etki ve ateşi yavaşlamaya başlar başlamaz, derhal canlanır ve harekete geçerler. Devrim ilkelerini, onun içten izleyicilerini ve onların yüksek ülkülerini mahkum etmek isterler.”

LAİK EĞİTİM ÖZGÜR BİREY

3 Mart 1924’de Eğitim ve Öğretimde Birlik Kanunu Tevhid-i Tedrisat çıkartılarak eğitime verilen önem vurgulanmıştır. O gün Laik bir eğitim sistemi kurularak ülkenin daha çağdaş bir düzeye getirilmesi amaçlanıyordu. Gazi Paşa eğitimin önemini “eğitimdir ki bir milleti ya özgür, bağımsız, şanlı, yüksek bir topluluk olarak yaşatır ya da köleliğe ve geri kalmışlığa terk eder.” diyerek belirtir. Geleceği çok iyi gören Gazi Mustafa Kemal Paşa kölelik ve geri kalmışlık vurgusuyla sanki bugünü işaret ediyor. Günümüzde diplomalı cahiller yetiştiren devlet okullarında çoğu öğrenci bırakın Cumhuriyetin devrimleri ve kazanımlarını gerçekten öğrenmeyi, daha Cumhuriyetin hangi yıl ilan edildiğini ve Türkiye Cumhuriyeti’nin başkentinin nerede olduğunu bile bilmiyor.

EĞİTİM VE TARİKATLAR

30 Kasım 1925’de tarikatlar kaldırıldı, tekke ve zaviyeler kapatıldı. Bunun nedenlerini Gazi Mustafa Kemal Paşa Nutuk’ta neden kapatıldıklarını ve bunun önemini çok açık bir şekilde bütün detayları ve belgeleriyle birlikte anlatır. Günümüzde Gazi Paşa’nın kapattığı bu tarikat okullarında verilen sözde eğitimlerde bir milletin namusunu, onurunu ve şerefini rencide edecek olaylar yaşanıyor. Ülke, küçük çocuklara topluca tecavüz edilen tarikat okullarından, çeşitli dini vakıflara bağlı şeriat okullarından ve sözde kuran kurslarından geçilmiyor. Ülkedeki okuryazarlık oranını arttırarak eğitimi bütün yurda yayabilmek amacıyla 1928 yılında Latin Harflerine geçildi. Bilginin gücüyle donatılmış nesiller yetiştirmek amacıyla çıkılan yoldan günümüze doğru geldiğimizde, bazı çevrelerin Arap alfabesine geri dönmek için çekinmeden fütursuzca çağrılar yaptıklarını görüyoruz.

LAİKLİK GÜVENCEMİZDİR

5 Şubat 1937 tarihinde Din ve Devlet işlerinin ayrılmasıyla Laiklik ilkesi kabul edildi. Anayasada yapılan değişiklikle Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Cumhuriyetçi, Milliyetçi, Halkçı, Devletçi, Laik ve Devrimci bir devlet olduğu kabul edilmiştir. Mustafa Kemal Atatürk Türkiye Cumhuriyeti’ni insan haklarına dayalı milli, demokratik ve laik sosyal bir hukuk devleti esasları üzerine kurmuştur. Buradaki laiklik ilkesi, “Cumhuriyeti güvence altına almaktadır”. Bugün adım adım Cumhuriyetin altını oyanların asıl hedefi laikliğin ortadan kaldırılmasıdır. Onların hesabına göre, Laiklik ortadan kalkınca Cumhuriyet de ortadan kalkacaktır. Laiklik, din baskısı olmadan herkesin yasaların güvencesi altında, istedikleri gibi “akıl ve vicdan hürriyetiyle” yaşayabilmelerini sağladığı için önemlidir. Atatürk Laikliğin ilanıyla ilgili olarak “Laiklik, yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması demek değildir. Tüm yurttaşların vicdan, ibadet ve din özgürlüğü içinde yaşayabilmesi demektir. Din ve mezhep herkesin vicdanına kalmış bir iştir. Din ve mezhep hiçbir zaman politika aleti olarak kullanılamaz. Laiklik asla dinsizlik olmadığı gibi sahte dindarlık ve büyücülükle mücadele kapısını açtığı için gerçek dindarlığın gelişmesi imkanını temin etmiştir. Dinden maddi menfaat temin edenler iğrenç kimselerdir. İşte bu duruma karşıyız ve buna müsaade etmiyoruz” diyor.

Öyle zannedildiği gibi Kurtuluş Savaşı sabahtan akşama bir günde kazanılmadı. Sanki Gazi Paşa Büyük Millet Meclisinin kapısından içeri girdi, bir dakikada Cumhuriyeti ilan etti. Oldu, bitti. Bağımsız Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluşu bu kadar ‘basit bir oldu, bitti’ ile açıklanabilir mi? Cumhuriyetin 100. yılına üç kala, Cumhuriyete sistematik olarak yöneltilen ‘değersizleştirme’, ‘basite indirgeme’, ‘yasaklama’ politikalarının üstesinden ancak doğru bilgi edinilerek gelinebilir.

Burada geçen bütün bilgiler birinci elden, Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın halka seslenişi olan Nutuk ’tan alınmıştır. Bu nedenle, 1934 yılında Milli Eğitim Bakanlığı tarafından ikinci kez basılan Nutuk kitabı yeniden günümüz Türkçesine uyarlanarak Milli Eğitim Bakanlığı tarafından tekrar basılmalıdır. Bu başucu kitabı bir ülkenin namusunun, onurunun, şerefinin, büyük fedakârlıklarla nasıl kurtarıldığının, bir milletin özgürlüğünün nasıl kazanıldığının, Cumhuriyet’e giden yolda “iç ve dış düşmanlarla” nasıl mücadele edildiğinin de gerçek hikayesidir. Bu nedenle, Nutuk bütün okullarda zorunlu ders olarak okutulmalı ve bütün evlerde yerini almalı, çocuklar Nutuk dinleyerek ve okuyarak büyümelidir. Ancak yakın geçmişimizi, Kurtuluş Savaşını, Cumhuriyet tarihini birinci elden öğrenerek cehaletle ve Cumhuriyeti yıkmaya çalışan yobaz zihniyetle mücadele edilebilir.

Editör: Haber Merkezi