YAĞIZ BARUT / İZ GAZETE - İzmir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nın (İZBBŞT) oyuncularını daha yakından tanımak, yaşam hikâyelerini öğrenmek ve tiyatro sanatının değerlerini topluma yansıtabilmek amacıyla başlattığımız söyleşi dizisinin ikinci konuğu Ozan Çolak oldu.

İzmir Şehir Tiyatrosu’nun açılış oyunu Azizname’de oynayan Ozan Çolak, aslında doğduğu şehir itibariyle dezavantajlı başladığı tiyatro serüveninde mücadelesiyle ayakta kalmayı başarmış isimlerden birisi. İşte tam da bu nedenle gençlere ilk önerisini sorduğumuzda “Cumhuriyet değerlerine sahip çıkmalılar. Ben gerçekten de bugün cumhuriyet sayesinde İzmir Şehir Tiyatrosu’nda oyuncuyum” dedi.

‘KABUĞU KIRMAK İSTEDİM’

Kahramanmaraş Elbistan’da 1982 yılında doğmuşsunuz. Tiyatro adına nasıl bir ortam vardı, çocukluk ve ilk gençlik yıllarınız nasıl geçti?

Çocukluğumun geçtiği çevrede tiyatrodan söz etmek maalesef mümkün değildi. İlk gençlik yıllarım ise hem politik hem maddi sebeplerden dolayı ailemle göç ettiğimiz İskenderun’da geçti. Senede bir turne gelirse seyretmeye gidiyorduk. Benim meslek seçimimde aslında televizyonun çok fazla etkisi oldu. Mesela TRT 2’nin çok etkisi oldu. O yıllarda TRT, yaptığı tüm işlerde çok seçiciydi. Akşama Doğru diye bir program vardı onu kaçırmazdım. Yazarları, şairleri, oyuncuları ilk defa TRT’de gördüm. Biraz okuma hevesi biraz da yaşadığım şehrin kabuklarını kırma merakıyla meslek lisesinde arkadaşlarımla tiyatro ekibi kurduk. Bunu edebiyat öğretmeniyle paylaştık ve kendi kendimize oyunlar yaptık. Müthiş bir keyif aldık. Bu konuda biraz da öncülük ettim diyebilirim. Zaten meslek olarak oyunculuğu seçen tek ben oldum. Ancak arkadaşlarım hâlâ iyi seyirciler biliyorum.

Evimizden Cumhuriyet Gazetesi hiç eksik olmazdı; kültür sanat sayfalarında konservatuvarın varlığını keşfedip 2002’de Eskişehir Anadolu Üniversitesi Tiyatro Bölümüne girdim. Tiyatroya lisede başlayıp profesyonel bir eğitimle 2006’da mezun oldum.

‘AİLEM BENİM ŞANSIM’

Aileniz oyunculuğa nasıl bakıyordu?

Ailem hep destekledi. Hiçbir zaman ‘hobi olarak yap’ gibi şeyler duymadım ve bu konuda çok şanslıyım. İskenderun’da oyunculuğu meslek edinmek isteyen çok insan da gördüm ama genelde bir aile baskısı ya da engellemesiyle karşılaşıp; ‘Oyunculuk bir kenarda beklesin, ben para kazanabileceğim işlere yöneleyim’ diye düşünüyorlardı.

‘O HEVESİM HEP VARDI’

Aslında tiyatroya biraz da dezavantajlı başlamışsınız.

Yani evet, böyle durumlar ülkenin genelinde oluyor maalesef ama dedim ya kabuğu kırma meselesi bu biraz da. Mesela ben lise bittiğinde Nazım Hikmet’in bütün eserlerini okumuştum. Tabii ‘Memleketimden İnsan Manzaraları’nı o yıllarda ne kadar anlayarak okudum bilmiyorum ama o heves ve merak hep vardı.

FARKLI EKOLLERİN KATKISI

Üniversite dönemi nasıl etkiledi sizi ve sonrası nasıl gelişti?

Eskişehir’de ciddi bir tiyatro ortamına girmiştim. Hem yeni kurulmuş bir şehir tiyatrosu hem üniversitenin kendi profesyonel tiyatrosu vardı. İkisinde de çalıştım ve çok büyük etkileri oldu üzerimde. Okulda farklı ekollerden eğitimler almak da çok şey kattı. Ayrıca Senfoni Orkestrası vardı, o da yeni kurulmuştu. Mutlaka her hafta sonu gidiyordum. Hiç bilmediğim, dinlemediğim eserleri oralarda tanıdım.

‘MÜTHİŞ DENEYİM OLDU’

2006’da mezun olunca ‘Bu iş İstanbul’da yapılıyor’ diyerek gittim. Hem tiyatro yapayım hem para kazanayım; dizilerde, reklamlarda oynarım diye düşünüyordum ama pek de öyle olmuyormuş. Tabii yine de müthiş bir deneyim oldu. Devlet tiyatrosunda bir sene çalıştım. Sonra yine maddi ve manevi sebeplerle yeniden Eskişehir’e geri döndüm.

‘MUTLU VE GURURLUYUM’

İzmir’e geliş hikâyeniz peki…

Geçtiğimiz yıl Mersin Şehir Tiyatrosu’ndaydım. Bazı sebeplerden dolayı istifa ettim ve İzmir’e gelip şehir tiyatrosunun sınavına girdim. İzmir’de olmak ayrıca bir mutluluk benim için. Yücel Erten ismi hep duyduğum, takip ettiğim, yaptığı rejileri izlemeye çalıştığım bir hocaydı. Zaten uzun zamandır İzmir’de şehir tiyatrosunun kurulacağını duyuyorduk. Yücel Erten’in de sanat yönetmeni olduğunu duyduğumda ‘Nerede olursam olayım, gidip o sınava gireceğim’ dedim. Sınava hazırlıklıydım yani. İnce elenip sık dokunan bir sınavdan geçerek bugün buradayım ve Azizname ile açılışı yaptık. Her yerde de havasını atıyorum, çok mutlu ve gururluyum. 70 yıl sonra kurulan bir tiyatronun açılış oyununda olmak ayrıca bir gurur.

‘ÖZERKLİK AVANTAJIMIZ’

Mersin’de neden istifa ettiniz?

Hem okulda aldığım eğitim hem de tiyatroya bakış açım; Mersin’deki belediyenin ya da bürokratların sanata bakış açısıyla uyuşmadı. Bunu hem iş konusunda hem de çalışma koşulları açısından söylüyorum. Bizim İzmir Şehir Tiyatrosu’ndaki en büyük avantajımız özerkliktir. Bu özerlik tiyatronun gerçekten oyuncular ve sanat yapıcılar tarafından yönetileceği anlamına geliyor. Kurum tiyatrolarında hep bir bürokrat baskısı vardır. Hep tepeden bakma ve uzaktan yönlendirme vardır. İzmir Şehir Tiyatrosu özerklik anlamında öncülük yaptı ve umarım diğer kurum tiyatroları da burayı örnek alacaktır.

‘SINAVIN ŞEKLİ BELLİYDİ’

İzmir Şehir Tiyatrosu’nun sınavları için az önce ‘İnce elendi, sık dokundu’ dediniz. Bunun özerklikle doğrudan ilişkisi var galiba değil mi?

Kesinlikle. Tanıdığım insanlar da sınavlara girdi ve kazanamayanlar için elbette üzücü oldu. Ancak ben kendi adıma sınava nasıl hazırlanacağımı biliyordum, çünkü daha öncesinden ilan edilmişti. İlk aşamada sizin bir oyuncu olarak müzik yeteneğinize, ritim duygunuza, sesinize, enerjinize, sahnedeki duruşunuza bakıldı. Ben elimde iki sazla girdim sınava. Eleştiren arkadaşlarımız da bu sınavın nasıl yapılacağını biliyordu. İkinci aşamada da oyunculuk performansına bakıldı. Şehir tiyatrosunun 36 oyuncusu ile diğer tüm teknik ve yaratıcı kadrosu teker teker bu kuruma değer katmak üzerine seçilmiş insanlar ve ben bunu doğrudan görebiliyorum.

Bu sahneye de yansıyor tabii. Ben kendi adıma Azizname’yi izlediğimde çok keyif almıştım ve sanki oyuncuları yıllardır tanıyormuşum gibi hissetmiştim.

Özellikle duyduğum ve beni çok mutlu eden şey budur. Seyirci, yeni bir ekip değil de yıllardır birlikte oynayan bir ekipmişiz gibi sahne aldığımızı söylüyor. Bu hepimizi çok mutlu ediyor. Hâlbuki bir buçuk ay gibi kısa bir sürede hazırlandık.

‘BAYRAĞI BİZ DEVRALDIK’

Efe Çetinel ile konuşurken söylemişti; ‘Omuzlarımızda 70 yıllık bir hayalin sorumluluğu vardı’ diye…

Tabii ki çok büyük bir sorumluluktu. İsmimizi listede gördüğümüzde doğal olarak hepimizde bir kalp çarpıntısı başlamıştı. Kimse kimseyi pek tanımıyor, herkesin gözünde müthiş bir heyecan ve omzunda büyük bir yük var. Yıllarca sahnelendiği her yerde kapalı gişe oynamış bir oyunu oynadık, o bayrağı biz devraldık ve gidiyoruz. Güldürü yapmak kolay ama tiyatro ne söylüyor asıl mesele bunu ayırt edebilmek.

Peki Yücel Erten, Burak Şentürk, Ufuk Aşar gibi isimlerle çalışmak ve aynı oyunda olmak nasıldı?

Öncelikle Burak Şentürk ve Ufuk Aşar’ın bu oyunda olması bizim için çok büyük bir şans. İkisi de müthiş deneyimli oyuncular. Süreci de çok iyi yönettiler. Sadece oyunla ilgili değil hayatımızdaki herhangi bir sorunla da yakından ilgilendiler. İkisinin de varlıkları bizim için çok değerli. Yücel hocayı tarif etmek ise zor tabii ama Burak abinin ‘Yücel Erten bitmeyen bir okuldur’ tanımlaması çok hoşuma gider. Bugün de bu okulda öğretimimiz devam ediyor. Çok mutluyum.

‘YENİ VE TEMİZ BİR SOLUK’

İZBBŞT artık neyi ifade ediyor sizce?

İzmir Şehir Tiyatrosu, kuruluş felsefesi itibariyle kurum tiyatroları adına yeni ve temiz bir soluk. Buradan örnek alınacak çok fazla şey olacak diye düşünüyorum. Bu temiz soluktan Türk tiyatrosu da nasiplenecektir. İzmir, tiyatro alanında sadece ulusal değil uluslararası çalışmalarda da ev sahipliği yapacak. Bu potansiyel hem bizde var hem de İzmir’in diğer tiyatrolarında var. İzmirli seyirciler de bu soluktan etkilenecektir tabii.

‘PARA KAZANMALIYDIM!’

Siz dizilerde de oynamışsınız, tercih mi zorunluluk muydu sizin için?

Evet oynadım. Ortada bir emek var ama ben dizinin ideal sanat olduğunu düşünmüyorum. O yüzden dizilerde oynamak benim için zorunluluktu, para kazanmam gerekiyordu.

Diziler tiyatrocuları tercih ediyor, tiyatrocular ise dizileri tercih etmek zorunda kalıyor.

Katılıyorum. İyi örnekler mutlaka var ama burası bir sektör ve çarkın bir şekilde yürümesi gerekiyor. Şu anda eskisi gibi gerçekten iyi oyuncuları tercih eden bir sektör de değil. Artık bir gecede yaratılmış yıldızlar var. Bütçenin neredeyse tamamını o yıldızlara aktarıyorlar. Satılması istenen ne varsa o yıldızlar üzerinden satılıyor. Bu yüzden diyorum dizilerin sanatsal bir boyutu artık neredeyse yok.

Peki geleceğe ve tiyatroya dair umudunuz var mı?

Öncelikle politik olarak daha iyi iklimleri umut ediyorum. Bu iklimle birlikte ülkenin sanatsal yapısı da daha iyi noktalara varacaktır. Sanat her türlü, her ortamda kendini var eden bir şey ve beslendiği yer bizzat çatışmanın kendisi. Belki çok sonra keşfedilecekler ama bugünün kargaşasından emin olun çok iyi sanatçılar yetişiyor. Bir Gezi Direnişi oldu bu ülkede. Gezi, sanatı da müthiş şekilde etkiledi. Pandemi ise zaten tek başına bambaşka bir durum yarattı sanat ikliminde. Geleceğe dair umutluyum tabii.

‘EN SAĞLAM KALE O’

Son söz olarak gençlere neler söylersiniz?

Cumhuriyet o kadar değerli bir şey ki… Ben gerçekten bugün cumhuriyet sayesinde İzmir Şehir Tiyatrosu’nda oyuncuyum. Elbistan’da doğmuş, İskenderun’a taşınmış oradan Eskişehir’e gitmiş ve bunları tamamen kendi isteği, çabasıyla yapmış biriyim. Yani gençlere ilk söyleyeceğim şey bu değere sahip çıkmaları çünkü en sağlam kale o.

Bunun dışında da ‘Ben oyuncu olacağım’ diyen herkes mutlaka en az bir enstrüman öğrensin. Ne olduğunun hiç önemi yok. Çünkü sahne öyle bir düzlem ki her şeye ihtiyacı var. Her tipten, her yaştan oyuncuya ihtiyacı var sahnenin. Şan tekniği de öğrenilmeli, iyi bir şarkı söylemeli, iyi dans edebilmeli bir oyuncu. Aksini düşünemiyorum. Farklı alanlardan mutlaka beslenilmeli.


OZAN ÇOLAK'IN 'EN'LERİ

Tiyatroya dair en büyük hayaliniz nedir?

Her şehrin, ilçenin tiyatrosu olmalı ve devlet bunu desteklemeli. İzmir bu anlamda zengin bir yer ama ben aynı zenginliğin Maraş’ın da yaşamasını istiyorum. Aslında bu hayal de değil çok kolay ulaşılabilir bir şeyden bahsediyorum. Umarım bir gün gerçek olur.

En sevdiğiniz rol ya da oyun nedir?

Eskişehir’de Tiyatro Anadolu’da Beşinci Frank oyununda Pauli rolü oynamıştım. Çok keyif alarak oynadım.

En çok hangi oyunu oynamayı istersiniz?

Tankred Dorst’un ‘Ben Feurbach’ oyununu oynamayı çok isterim.

Birlikte oynamayı en çok istediğiniz oyuncu kimdir?

Tuncel Kurtiz’le oynamayı çok isterdim; üniversitede ses ve konuşma dersinde 2 saatlik bir çalışma yapmıştık. Meslek hayatımda unutamayacağım bir dersti. Onunla aynı sahnede olmayı isterdim. Arif Pişkin’le 2 kez oynadık, yine olsa ne güzel olur. Sonra elbette Haluk Bilginer’le, Genco Erkal’la oynamak isterim.

En çok ilham aldığınız isimler kimlerdir?

Bugün bu işi yapıyor olmamdaki en büyük nedenlerden biridir; Ahmed Arif. Benim için çok büyük bir ilham kaynağıdır. Hayatımız benziyor diye empati oradan geliyor sanırım.

Editör: Haber Merkezi